İsrail yol ayrımında: Kudüs ve Tel Aviv’den izlenimler

Dr. HASAN KÖSEBALABAN/İstanbul Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi
24.11.2012

Bazı İsrailliler sorunun militarist önlemlerle çözülmesinin mümkün olmadığından bahsediyor. Entellektüel gençlerle merkeze yakın, çoğu emekli asker ya da istihbaratçı kuşak arasında meseleye bakış konusunda ciddi bir farklılık var.


İsrail yol ayrımında: Kudüs ve Tel Aviv’den izlenimler

Dr. HASAN KÖSEBALABAN/İstanbul Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi

İsrail’in önemli stratejik araştırma merkezlerinden Tel Aviv Üniversitesi’ne bağlı Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü (INSS) 14-15 Kasım tarihlerinde düzenlediği Adalet ve Kalkınma Partisi’nin on yıllık iktidarının tartışıldığı bir sempozyum düzenlendi. Bu sempozyuma Türkiye’den akademisyenlerle birlikte iştirak ettik. Aynı günlerde İsrail Hamas askeri kanadının lideri Ahmed Caberi’yi düzenlediği suikastla öldürdü ve şimdiye kadar 150’ye yakın Gazzeli’nin hayatını kaybettiği hava saldırısını başlattı. Bu yazıda hem konferans boyunca katılımcı ve dinleyicilerle yaptığım görüşmelerde hem de Kudüs ve Tel Aviv’de aldığım notları paylaşacağım.

Harem-i Şerif, duvar ve hapishaneler

Türk Hava Yolları’nın İstanbul-Tel Aviv seferini yapan uçağında, tıpkı dönüşteki gibi, boş koltuk yok. İkili ilişkilerdeki kriz yolcu sayısını etkilemişe benzemiyor. İki saat süren uçuştan sonra pasaport kontrolüne doğru yürürken bizi karşılayan dev “Ben Gurion Havaalanı: İsrail’in Gururu” tabelasına rağmen havaalanının günümüzdeki benzerlerine kıyasla fazla etkileyici bir yanı olduğu söylenemez. Pasaport kontrolünde önce ayrı bir odada bir süre bekletildikten sonra herhangi bir soruya muhatap olmadan girişimize izin veriliyor. Ardından karşılamaya gelen şoförle birlikte otele geçiş yapıyorum. Trafik ve yön levhalarının İngilizce, İbranice ve Arapça yazılmış olmaları dikkatimi çekiyor. Sadece yol levhaları değil aynı zamanda bütün televizyon programlarının altyazıları İbranice ve Arapça. İsrail vatandaşı Araplar ülke nüfusunun yüzde 20’sini oluşturuyorlar ve sokaklarda bir çok başörtülü kadın görmek mümkün. Sahil boyunca sıralanmış otellerden birine geliyoruz. Dışarıdaki insanlar kumsalda yürüyüş yapıyor, denize giriyor, voleybol oynuyor ya da köpeklerini gezdiriyorlar. 

Ertesi sabah Kudüs’e doğru yola çıkıyorum. Otogara gitme niyetiyle bindiğim taksinin şoförüyle Kudüs’e kadar gitmeye karar veriyorum. Yahudi şoför 45 dakika süren yol boyunca trafikten şikayet ediyor. Kudüs’te biraz dolaştıktan sonra Harem-i Şerif bölgesine gitmek maksadıyla yakın bir yerde iniyorum. İçinden geçtiğim çarşı turistler ve yerli halkla dolu. Kubbet üs-Sahra ve Mescid-i Aksa’nın yer aldığı Harem-i Şerif’e sadece Müslümanların girmesi serbest. Hıristiyanlar tarafından Hz. İsa’nın çarmıha gerildiğine ve türbesinin bulunduğuna inanılan Kıyamet Kilisesi’ne Latin Amerikalı, Doğu Avrupalı ve Asyalı turistler akın ediyorlar. Bu kilisenin her köşesini farklı Hıristiyan mezheplerinin kiliseleri işgal etmiş durumda, ancak aralarındaki anlaşmazlık nedeniyle kilisenin anahtarı öteden beri bir Müslüman aile tarafından korunduğu söyleniyor.

Yahudilerin en kutsal mekanı ise Ağlama Duvarı.  Batı Duvarı olarak da bilinen duvar İÖ 10. yüzyılda inşa edilip İÖ 586 yılında Babilliler tarafından imha edilen Süleyman Mabedi’nin yerine yapılan ancak Romalılar tarafından imha edilen İkinci Mabed (İÖ 516-70)’in bir kalıntısı. Mesih’in zuhur edip Üçüncü Mabed’i inşa etmesine kadar Yahudilerin Mabed Tepesi’nde ibadet etmeleri yasak. Aşırı sağcı Yahudi gruplar ise Üçüncü Mabed’i Mesih’i beklemeden inşa etme çağrısı yapıyor. Ancak bu mekan Müslümanlar tarafından Harem-i Şerif olarak kabul ediliyor. Halen devam eden arkeolojik kazıların asıl amacının üzerinde Kubbetü’s-sahra ve Mescid-i Aksa’nın bulunduğu alanı çökertmek olduğu konusunda iddialar var. UNESCO’nun kazıların derhal durdurulması talebi İsrail tarafından kabul edilmiyor.

Dönüş yolunda Kudüs’te mukim bir Filistin’li taksiciyle yol boyunca sohbet ediyorum, her ikisi de farklı şeyler anlatıyorlar ve yol boyunca farklı şeyler gösteriyorlar. Filistinli şoför İsrail’in Batı Şeria kenarına inşa ettiği yüksek duvarı gösteriyor. Karanlıkta yol kenarında ışıkları görünen yer Ramallah’a ne kadar sürede varılır diye soruyorum: ‘buradan iki dakika sürer ama onların kullanmalarına izin verilen yoldan iki saat sürer’ cevabını veriyor. Tel Aviv’e kadar yol boyunca iki kontrol noktasından geçiyoruz. Taksi şoförü ayrıca yol kenarında görülen devasa binanın hapishane olduğunu ve binlerce Filistinli’nin burada tutulduğunu söylüyor.

Türkiye İsrail’den nasıl görünüyor?

INSS’deki AK Parti konferansına İsrail’in Türkiye ve Osmanlı araştırmaları sahasındaki en kıdemli isimleri katkı sağladılar. Konferansı dinlemeye gelenler arasında da çok sayıda emekli diplomat, gazeteci, akademisyen ve doktora öğrencisi vardı. Bunun haricinde Türkiye’den basın mensupları, işadamları ve daha sonra ziyaret ettiğimiz Büyükelçilik görevlileriyle sohbet imkanları bulduk. Gerek yapılan konuşmalar gerekse lobideki sohbetlerimiz sırasında İsrail’den Türkiye’nin nasıl göründüğüne dair belli bir fikre ulaşmak mümkün oldu. Türkiye konusunda çalışan İsrailli akademisyenlerin çalıştıkları ülkeyi tarihi ve güncel boyutlarıyla derinlemesine tanıdıklarını, oldukça eleştirel bir akademik kültüre sahip olduklarını gözlemlemek zor değildi. İsrail ile Türkiye arasında yaşanan siyasi krize rağmen hükümeti ve siyasi liderleri eleştirirlerken oldukça seviyeli bir dil kullandıklarını da belirtmek gerekiyor. Bu konuda en azından Amerika’daki yeni-muhafazakar kalemşörlerden oldukça farklılar.

Konuşmalara yansıyan genel kanaat Türkiye’nin on yıl öncesine göre ekonomi, demokrasi ve dış politika açısından çok daha farklı bir yerde olduğu. AK Parti 2002’den bu yana sahip olduğu tek başına iktidar avantajını da kullanarak Türkiye’yi kriz ortamından çıkartmış, bölgenin en önemli aktörü haline getirmiş durumda. Sivil otoriterlik endişeleri olsa da demokrasi dışındaki alternatiflerin büyük ölçüde giderildiği tespiti yapılabilir.

Türkiye bölgede gücünü artırırken İsrail’le yollarını ayırması kaçınılmazdı. İsrail’in Türkiye’ye sunabileceği herhangi bir avantaj da bulunmuyor. Aksine Orta Doğu’daki büyük Arap coğrafyasını kendisine hedef olarak gördüğü için bir yük olduğu da söylenebilir. Özellikle merkeze yakın isimler, özür dileyerek krizin aşılabileceği konusunda ümidinde değil. Özür dilediğimizle kalırız endişesini okumak mümkün. Onlara göre, Türkiye Gazze’ye ablukanın kaldırılması şartını koyması ilişkilerin düzelmesini istemediğini gösteriyor. Dışişleri eski Bakanı Livni’nin de konuşmasında söylediği gibi Türk-İsrail ilişkileri doğrudan İsrail-Filistin çatışmasının çözümlenmesine bağlı. Ancak bu mümkün değil zira İsrail bu konuda Türkiye’yi tatmin edecek adımlar atarsa kendi güvenlik politikalarından taviz vermiş olacak.

Konferansın ilk gününde Hamas askeri kanadının lideri Ahmed Caberi’ye yapılan suikastin duyurulması konferansın genel itibarıyla olumlu havasını bir anda değiştiriyor. Ancak dinleyicilerin bu anonsu alkışlamadıklarını, aksine çok endişelendiklerini not ediyorum. Yanımda oturan bir dinleyici Tevrat’ta düşmanlarınız öldüğünde sevinç gösterisi yapmayın mealinde bir ayet olduğunu ve bazı vatandaşlarının tavrının hoş olmadığını söylüyor.

Ağırlık merkezi sağın da sağında

Doktora öğrencisi olan bir başka İsrailli ise bu tür militarist önlemlerle sorunun çözülmesinin mümkün olmadığından bahsediyor. Kendi ifadesiyle entellektüel gençlerle merkeze yakın, çoğu emekli asker ya da istihbaratçı kuşak arasında ciddi bir farklılık var. Yaşı ileri kuşak Avrupa’dan kötü hatıralarla dönmüşler ya da bu hatıraları anne-babalarından duyarak büyümüşler. Bir kısmı ise İsrail’in kuruluşundan önce aktif olan militan grupların mensuplarının çocukları. Dolayısıyla Filistin meselesini son derece güvenlikçi bir bakışaçısıyla yorumluyorlar ve sorunun çözümü için yegane yolun militarizm olduğunu kabul ediyorlar. İsrail’in içinde bulunduğu bölgesel izolasyon kamuoyuna da hakim olan bu güvensizlik kültürünü besliyor. Neticede İsrail politikasında ağırlık merkezinin giderek sağın sağına kaydığını tespit etmek gerekiyor.

Görüştüğümüz bir gazeteci basında eleştirel sesler duyulmakla birlikte basın kuruluşlarının genel yayın politikalarını kamuoyunun talepleri doğrultusunda oluşturmak zorunda kaldıklarını söylüyor. Kısacası basın da halkın nabzına göre şerbet veriyor.

Konuşmalar arasında Amerika’ya doğrudan eleştiri gelmese bile üstü kapalı olarak Türkiye’nin İsrail ile kriz yaşarken Türk-Amerikan ilişkilerinde sorun yaşanmaması vurgulanıyor. Açıkcası İsrail, Obama yönetimine Türkiye ve ondan da daha çok Arap Baharı’na verdiği destek nedeniyle kızgınlar. Arap Baharı’yla ortaya çıkan yeni bölgesel şartlar altında İsrail’in eli giderek daha da zorlaşmış görünüyor. Zira artık yeni bir Mısır var, şimdi de yeni bir Suriye ve Ürdün ortaya çıkacak. İsrail etrafının bir Sünni demokratik rejimler ile sarıldığının farkında.

İsrailliler Suriye’deki Esad rejiminin gitmesini kaçınılmaz görseler de bu konuda karışık hislere sahip oldukları anlaşılıyor. Rejimin gitmesi Hizbullah’a yardımı keseceği için olumlu, ancak bundan sonra hem Müslüman Kardeşler’i iktidara taşıyacağı hem de sürecin Ürdün’e sıçramasını kaçınılmaz hale getirdiği için son derece olumsuz. Beklentinin Suriye’nin Alevi, Dürzi ve Kürt devletleri kurularak parçalanması olduğunu anlıyorum.

Zaman İsrail’in aleyhine işliyor

Arap Baharı’nın Ürdün’e sıçraması İsrail’i en fazla sarsacak gelişme olacağı söyleniyor. (Konferansın yapıldığı günlerde Amman’da doğrudan kralı hedef alan kalabalık protesto gösteriler meydana geliyordu.) Önerilen ilginç bir çözüm Ürdün’e göçeden Suriye ve Iraklılara vatandaşlık verilmesi. Böylece hem Filistinlilerin Ürdün’deki nüfusu azaltılmış, hem de krala sadık yeni bir halk tabakası oluşturulmuş olacak. Bu aynı zamanda Suriye’deki Sünni halkın geriye dönmesini engelleyeceği için yukarıda bahsedilen senaryoya da katkı sağlayacak.

İsrail son Gazze operasyonunu bölgenin yeni şartları altında başlattı. Operasyonların devam ettiği bir sırada Tunus Dışleri Bakanı, Mısır Başbakanı’nın ve ardından Türkiye ve Arap Birliği’ne bağlı ülkelerin dışişleri bakanlarının Gazze ziyaretleri artık yeni bir Orta Doğu’da yaşadığımızı gösteren önemli işaretler. Bunun yanısıra Hamas ve İslami Cihad’ın elinde artık sadece İsrail’in güney kasabalarına değil, ülkenin en önemli şehri Tel Aviv’e kadar ulaşan roketler mevcut. Tel Aviv halkında oluşan panik havasını otelin sığınağında gözlemleme fırsatı buluyoruz. Korku insanların yüzlerinden okunuyor. Hiç kuşkusuz roketlerin menzilinin artık ülkenin ekonomik ve siyasi başkentine kadar ulaşması çatışmanın seyri açısından çok önemli bir dönüm noktası. 2006’dan sonra daha güçlü bir Hizbullah ortaya çıktığı gibi 2008’den sonra da diplomatik destek açısından güçlenmiş bir Hamas var. Üstelik Hamas illegal yerleşim merkezleri ile iyice içi oyulan Batı Şeria’da da halkın nabzını tutuyor.

Kısacası küresel ve bölgesel güç dengelerinin, ülke içindeki nüfus dengesinin değiştiği bir dönemde zaman her yönüyle İsrail’in aleyhine ilerliyor.

Aslında İsraillilerin Türkiye’yi bir tarafa bırakıp asıl kendi geçmişlerini ve geleceklerini masaya yatırmaları gerekiyor. Zaten kendilerinin de doğru olarak tespit ettikleri gibi Türkiye ve bölge ile ilişkilerinin geleceği de buna bağlı. İsrail rejimi, ancak kendisini güvensizlik kültüründen kurtarabilirse yaşanılabilir bir ülke olmayı başarabilir.

[email protected]