İsrail'e örtülü destek biçimi olarak Kızıldeniz krizi

Prof. Dr. İsmail Şahin/ Bandırma Ondokuz Eylül Üniversitesi
13.01.2024

İsrail, uluslararası toplumu Husilere karşı tek cephede toplayarak Kızıldeniz'de üst bir koruma sağlama peşindedir. Böylece İsrail Kızıldeniz'e bağlı ticaretini bir taraftan daha güvenli bir hale getirmeyi planlarken diğer taraftan da dünyanın gündemi Gazze'deki katliamlardan Kızıldeniz'deki küresel krize çevirecektir.


İsrail'e örtülü destek biçimi olarak Kızıldeniz krizi

Yemen'in büyük bir kısmını kontrol eden Husilerin Kızıldeniz'de İsrail'le bağlantılı ticari gemilere yönelik yaptığı engellemeler ve saldırılar, enerjiden tüketim mallarına geniş bir alanda fiyat artışlarını tetiklerken aynı zamanda çatışmaların bölgeye yayılma riskini de tırmandırıyor. Hint Okyanusu ile Akdeniz arasında kalan Kızıldeniz, bu iki denizi birbirine bağlayan Süveyş Kanalı'nın 17 Kasım 1869 tarihinde açılmasından bu yana küresel ticaretin en önemli deniz rotalarından biri konumunda. Güncel verilere göre günümüzde küresel deniz ticaretinin yaklaşık yüzde 15'i ile Avrupa deniz ticaretinin yüzde 40'ı Kızıldeniz üzerinden geçiyor. Bu yüzden burası, dünyanın en stratejik su yollarından biri olarak kabul ediliyor. İran destekli Husilerin Kızıldeniz'de bir tehdit unsuru olarak ortaya çıkmasından dolayı küresel tedarik zincirinin zarar görmesinden korkuluyor. Zira Kızıldeniz'deki riski göze alamayan ticari gemiler için alternatif en ideal güzergâh Kızıldeniz yerine Afrika'nın güneyindeki Ümit Burnu rotasını kullanmak. Fakat Ümit Burnu rotası Kızıldeniz rotasına kıyasla oldukça maliyetli. Bir defa, gemilerin Afrika'nın güneyinden dolaşarak çok daha uzun bir yolda taşımacılık yapması söz konusu. Haliyle bu durum, bir taraftan ticari gemilerin taşıma maliyetlerinin yükselmesine diğer taraftan da taşıma sürelerinin yaklaşık iki hafta uzamasına yol açıyor.

Soykırıma tepki

Yemen'deki Husilerin lideri Abdulmelik el-Husi, 14 Kasım 2023 tarihli televizyon konuşmasında, "Kızıldeniz'de düşman İsrail'e ait gemileri hedef alacağız" sözlerine yer vermişti. Abdulmelik el-Husi'yi bu açıklamayı yapmaya sevk eden faktör, İsrail'in Gazze'deki katliamları ve Gazze'ye insani yardım girişine izin vermemesiydi. Abdulmelik el-Husi bu yolla İsrail'e Gazze'de geri adım attırmayı planlıyordu. Dolayısıyla Kızıldeniz'deki kriz, İsrail'in Gazze'deki insanlık dışı saldırılarına karşı bir tepki olarak doğdu. Gerek Abdulmelik el-Husi gerekse de Husilerin diğer yetkilileri yaptıkları açıklamalarda ısrarla şunu vurguluyorlardı: "Kızıldeniz, işgal altındaki Filistin limanlarına[İsrail'e]gidenler dışındaki gemiler için tamamen güvenlidir." Görüldüğü üzere Husiler, İsrail'le ilişkili olmayan hiçbir gemiye zarar vermeyeceklerini söylüyorlardı. Böylece Husiler İsrail'in dışında Kızıldeniz'deki uluslararası deniz trafiğine yönelik bir hedeflerinin olmadığını net bir şekilde söylüyorlardı.

Husiler bu kapsamda Kızıldeniz'deki ilk saldırılarını, 19 Kasım 2023 tarihinde gerçekleştirdiler ve bu çerçevede sahibinin İsrailli olduğu ileri sürülen Galaxy Leader isimli kargo gemisine Aden Körfezi'nde el koydular. Saldırılar, benzer şekilde aralık ayı boyunca da devam etti. Bu saldırılardan en ciddi zarar, İsrail'in Akabe Körfezi'ndeki Eilat Limanı'na yansıdı. Yapılan resmi açıklamalara göre saldırılar neticesinde liman faaliyetleri yüzde 85 oranında azalmıştı. Kızıldeniz'de güvenlik koşullarının kötüleşmesiyle birlikte dünyanın en büyük konteyner şirketleri İtalyan-İsviçre ortaklı Mediterranean Shipping Company (MSC), Danimarka merkezli Maersk, Alman taşımacılık şirketi Hapag-Lloyd, Fransız gemicilik şirketi CMA CGM, İngiliz enerji şirketi BP ve Evergreen Kızıldeniz'deki tüm seferlerini askıya aldıklarını duyurdu. Peki neden bu dev şirketler kendilerini hedef alan bir tehdit yokken Kızıldeniz'deki seferlerini askıya alma kararı almıştı? Bu konuda önemli bir iddia öne çıkmaktadır: "İsrail lobisi, bu şirketlere seferlerini askıya almaları yönünde baskı yapmıştır." Buna göre İsrail, uluslararası toplumu Husilere karşı tek cephede toplayarak Kızıldeniz'de üst bir koruma sağlama peşindedir. Böylece İsrail Kızıldeniz'e bağlı ticaretini bir taraftan daha güvenli bir hale getirmeyi planlarken diğer taraftan da dünyanın gündemi Gazze'deki katliamlardan Kızıldeniz'deki küresel krize çevrilecektir. Şayet bu iddia doğruysa son gelişmelerin İsrail'in planı dairesinde ilerlediği söylenebilir.

Nitekim Kızıldeniz'de büyüyen kriz nedeniyle, ABD'nin öncülüğünde 18 Aralık'ta küresel deniz taşımacılığını korumak amacıyla "Refah Muhafızı Operasyonu" adında çok uluslu birleşik deniz gücü misyonunun oluşturulması işlerin daha da büyüyeceğine işaret ediyordu. Deniz görev gücüne Bahreyn, Kanada, Fransa, İtalya, Hollanda, Norveç, Seyşeller ve İspanya gibi çok sayıda ülke katılsa da bu misyonun çoğunluğunu ABD ve İngiliz savaş gemileri oluşturuyordu. Geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne ABD ve Japonya tarafından sunulan tasarı sonucunda Kızıldeniz'deki saldırılara karşı ülkelere savunma hakkının tanınması, açık bir şekilde ABD liderliğindeki çok uluslu deniz görev gücünün üstü kapalı bir şekilde onaylanması anlamına geliyordu. İşin trajik yanı, Güvenlik Konseyi'nin İsrail'in Gazze saldırılarıyla doğrudan bağlantılı olan Kızıldeniz'de seyrüsefer hak ve özgürlüklerine değinip de Gazze konusuna girmemesiydi. Zira onların gözünde Gazze'deki insani dram, Kızıldeniz'deki kriz kadar "küresel bir mesele" değildi.

Güvenlik Konseyi'nin kararının ardından ABD ve İngiltere'nin Yemen'deki Husi hedeflerine yönelik saldırılar başlatması malumun ilanıydı. Çünkü gelişmeler adım adım bu yönde ilerliyordu. Üzücü olan ise "serbest ticaret ve seyrüsefer özgürlüğü" adına Yemen'e silahlı saldırı kararı konusunda hızlıca anlaşan küresel aktörlerin Gazze'deki katliamlar karşısında ateşkes kararı alma hususunda üç ayı aşkın bir süredir anlaşamamasıydı. Dünya genelinde barışı ve güvenliği korumakla mükellef kılınan BM Güvenlik Konseyi aldığı son kararla üstü kapalı bir şekilde aslında şöyle diyordu: Uluslararası gemilerin tehdit edilmesi, küresel ticarette büyük aksamaların ortaya çıkması ve emtia fiyatlarının yükselmesi gibi sorunlar, Filistin'de öldürülen on binlerce insandan ve de ölüme terk edilen milyonlarca candan daha kıymetlidir.

Sansasyonalizm mi gerçeklik mi?

Kızıldeniz krizine ilişkin dünya basınının önde gelen kuruluşlarının haberleri incelendiğinde çoğunluğun, küresel çapta nakliye maliyetlerinin artması, enflasyonla mücadelenin sekteye uğraması, petrol başta olmak üzere diğer emtia fiyatlarının artması ve küresel tedarik zincirinin kopması şeklinde kötümser ifadelerle kamuoyuna bilgi taşıdığı görülmektedir. Medya etiği açısından önemli bir kavram vardır: Sansasyonalizm. Sansasyonalizm bir haberin gerçekliğini veya önemini abartarak ya da dramatize ederek sunma anlamına gelir. Bu durum gerçek bilgilerin çarpıtılmasına ve kamuoyunun yanıltılmasına yol açabilir. Bunu vurgulamamın nedeni medyanın kamuoyuna sunduğu haberlerle Süveyş Kanalı Otoritesi'nin paylaştığı bilgiler arasındaki tutarsızlıktır. Süveyş Kanalı Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Ossama Rabiee 12 Ocak günü yaptığı açıklamada şöyle diyordu: "Kanaldaki seyrüseferler her iki yönde de normal şekilde ilerliyor. Kamuoyunda seyrüseferlerin geçici olarak askıya alındığına dair dolaşan söylentilerin hiçbiri gerçeği yansıtmıyor." Ossama Rabiee 17 Aralık tarihli açıklamasında da kamuoyuna şunları iletiyordu: "19 Kasım'dan günümüze kadar olan dönemde Ümit Burnu güzergahından 55 gemi geçiş yapmıştır. Bu rakam, aynı tarih aralığında Kanal'dan geçen 2128 gemi sayısına kıyasla oldukça düşük bir sayıdır." Resmi otoritelerin bu açıklamaları ile medyada yer alan haberler mukayese edildiğinde arada büyük bir uçurumun olduğu kolaylıkla görülebiliyor. O zaman ister istemez insanın aklına şu soru geliyor: Acaba Kızıldeniz üzerinden kopartılan fırtına İsrail'e örtülü destek sağlamak için mi planlandı?

Bilindiği üzere devletler, dış politika hedeflerini desteklemek, kamuoyu desteği kazanmak veya uluslararası toplumu belirli bir konuda etkilemek amacıyla propaganda ve algı yönetimine özel önem verirler. Bu konuda hedeflenen algıyı oluşturmak ve sürdürmek için medyayla iş birliği yapabilirler. İşte bu doğrultuda abartılı veya çarpıtılmış haberler ile yanıltıcı veya mübalağalı bilgiler içeren sahte haberler bir araç olarak kullanılabilir. Bu sayede hedeflenen ülkenin uluslararası toplumda itibar kaybetmesi sağlanabilir. Bununla birlikte küresel aktörler, küresel bir tehdit algısı yaratmak suretiyle olağanüstü yetkiler talep etme veya güvenlik politikalarını güçlendirme amacı güdebilirler. BM Güvenlik Konseyi'nden Husilere karşı elde edilen karar, bu bağlamda ziyadesiyle dikkat çekicidir. Nihayetinde bu kararla ABD ve İngiltere, Husilere karşı geniş bir destek elde etmenin yanı sıra hem Husileri hem de onları destekleyen güçleri uluslararası toplum nezdinde saf dışı etmeye çalışmıştır. Ayrıca devletler, bir sorunu unutturmak veya kamuoyu gündeminden uzaklaştırmak için de çeşitli algı yönetimi stratejilerine başvurabilirler. İnsanların dikkatini başka bir konuya çekmek, mevcut sorunu gözden düşürmek ve sorunun boyutunu küçültmek şeklindeki yöntemlerle kamuoyunun gündemi değiştirilebilir. Bu çerçevede ABD ve İngiltere'nin hem Gazze'deki katliamları hem de Epstein Skandalı gibi dünya gündemini meşgul eden başlıkları, "Kızıldeniz'de küresel tehdit" çığırtkanlığıyla manipüle etme ihtimali de hesaba katılmalıdır.