13 Haziran'da İsrail'in İran'a yönelik düzenlediği hava saldırısına verilen isim dikkat çekiciydi: “Yükselen Aslan Operasyonu” – İbranicesiyle “Mivtza ?Am ke-Lavi” (???? ??? ?????????). Bu ifade Tevrat'tan, Sayılar Kitabı 23:24 pasajından alınmıştı. İlginç olan ise, dinle yakın bir ilişki içinde olmadığı bilinen Başbakan Benyamin Netanyahu'nun, bu operasyonun başlamasına saatler kala söz konusu Tevrat pasajını kendi el yazısıyla yazıp Kudüs'teki Batı Duvarı'nın (ha-Kotel) bir çatlağına yerleştirmesiydi.
Prof. Dr. Nuh Arslantaş/Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
Fransız tarihçi François Hartog'un son dönemlerle ilgili dile getirdiği "Son zamanlarda kıyametle çok flört ediliyor" ifadesi, günümüz küresel siyasetinde dinî tahayyüllerin ve ahir zaman kaos beklentilerinin artan bir ivmeyle nasıl görünür hale geldiğinin bir tespiti gibidir.
İsrail'in İran'a gerçekleştirdiği son saldırı, bazı Yahudi ve Hıristiyan Siyonist çevreler tarafından böyle bir kaos sürecinin başlangıcı olarak yorumlanmaktadır. Operasyonun, askerî ve stratejik boyutunun yanı sıra kutsal metinlerdeki kehanetlerle ilişkilendirilmesi, bu tür kaotik okumaların daha da güçlenmesine zemin hazırlamaktadır. Özellikle Hıristiyan Siyonistler olan Evanjelist destekçiler nezdinde, İsrail'in Tanrısal bir misyon doğrultusunda hareket ettiği inancı, söz konusu askerî saldırıların meşruiyetini pekiştirmekle kalmamakta, aynı zamanda mesihi beklentileri de artırmaktadır.
Bu son saldırı, yalnızca İsrail ile İran arasındaki bir çatışma olmanın ötesinde, bölgesel güç dengeleri ve kutsal metinler bağlamında çok katmanlı anlamlar barındırmaktadır. İsrail'in saldırgan tutumu ve "Vaat Edilmiş Topraklar" merkezli işgal stratejisi, yalnızca iki ülkeyi değil, doğrudan tüm bölgenin güvenliğini ve istikrarını tehdit eden bir sorun haline gelmiştir. Bu nedenle, Türkiye'nin de içinde yer aldığı geniş coğrafya, İsrail'in izlediği bu politikanın yanı sıra, uzun süredir Haçlı zihniyetiyle hareket eden ABD ve bazı Batılı ülkelerin koşulsuz desteğiyle, İslam dünyasında kalıcı bir huzur ve istikrarın sağlanmasına imkân tanımamaktadır. Aslında bu kaotik ortamın ortaya çıkmasında yalnızca dış aktörler değil, en az bunlar kadar aile, kabile ve bölgesel çıkarlarını müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit eden baskıcı Arap yönetimleri de bu sürecin sadık hempâlarıdır.
Bölgedeki gerilim yalnızca stratejik düzeyde değil, aynı zamanda teopolitik düzlemde de etkiler yaratmaktadır. Son dönemlerde gittikçe artan dini referanslı söylemlerle meşrulaştırılan saldırganlıklar, Orta Doğu'daki güç dengelerini doğrudan etkilemektedir. Bu durum, bölgedeki devletlerin ve aktörlerin mevcut konumlarını yeniden değerlendirmelerini ve stratejik tercihlerini bu gelişmelere göre yeniden şekillendirmelerini zorunlu kılmaktadır.
Bu yazıda, İsrail'in İran'a yönelik gerçekleştirdiği son saldırının, Siyonist ve Evanjelist çevrelerde Tevrat merkezli teopolitik söylemler doğrultusunda nasıl anlamlandırıldığı ele alınacaktır. Kutsal Kitap referanslarının bu çevrelerde operasyonla ilişkilendirilme biçimleri, seçilen bazı örnek metinler üzerinden incelenecektir.
Tarihi arka plan: İran ve Yahudiler
Yahudi Kutsal Kitabı'nda günümüz İran toprakları, tarihsel bağlamda genellikle "Pers" (פָּרָס) ve daha erken dönemlerde "Elam" (עֵילָם) olarak anılır. Pers İmparatorluğu'nun öne çıkan hükümdarları arasında Büyük Koreş (Cyrus, MÖ 559–530), Darius (MÖ 522–486) ve I. Artakserkses (MÖ 465–425) gibi, Yahudilere hoşgörüyle yaklaşan ve onları devlet dinine zorlamayan krallar bulunmaktadır. Özellikle Babil Sürgünü sonrasında bu kralların izlediği politikalar, Yahudilerin anavatanlarına dönüşünü ve kutsal metinlerin yeniden derlenmesini mümkün kılmıştır.
Elam'ın akıbetine dair haberler, Yahudi teolojisinde İşaya, Yeremya ve Hezekiel gibi peygamberlerin kitaplarında yer almaktadır. Babil sürgünü sürecinde ve sonrasında görev yapmış bu peygamberler, Yahudi ve Hıristiyan geleneğinde hem tarihsel felaketleri hem de ilahi umudu temsil eden şahsiyetlerdir.
Günümüzde Yahudi ve Hıristiyan Siyonist çevreler, bu peygamberlerin sözlerini politik söylemlerine meşruiyet kazandırmak amacıyla radikal bir şekilde yeniden yorumlamaktadır. Bu yorumlar doğrultusunda geliştirilen mesihçi teopolitik strateji, geçmişte Irak ve Suriye'yi kan gölüne döndürürken, bugün aynı yaklaşımı İran'da uygulamaya çalışmaktadır. Gelecekte ise bu stratejinin Türkiye'de de hayata geçirilmesini savunan radikal söylemler, televizyon kanalları ve sosyal medya platformlarında açıkça dile getirilmeye başlanmıştır. Bu nedenle, söz konusu kehanetlerin ülkemiz açısından da ciddi bir tehdit oluşturduğunun farkında olunması gerekmektedir.
Asurlular ve Babillilerin "Elamtu", Yunanlıların ise "Elumais" olarak adlandırdığı antik Elam, coğrafi olarak günümüzdeki İran, Irak ve Suriye'nin bir kısmını kapsamaktaydı. Bu nedenle, kehanet odaklı düşünen Yahudi ve Hristiyan Siyonistlerin mesihçi yaklaşımları, hem Vaat Edilmiş Topraklar tahayyülü hem de adı geçen peygamberlerin ahir zamanda vuku bulacak olaylara dair bildirimleri doğrultusunda geliştirdikleri teopolitik stratejiler, içinde ülkemizin de bulunduğu bu coğrafyayı doğrudan etkilemektedir.
İsrail'in bu son saldırısı bu nedenle, söz konusu mesihçi çevreler tarafından İşaya, Yeremya ve Hezekiel'in İran coğrafyasını kapsayan antik krallıklara ilişkin haberleriyle ilişkilendirilmekte; İran rejimine karşı ilahi bir yargı veya müdahalenin habercisi olarak dini bir misyon/vecibe kabul edilmektedir.
MÖ. 6. yüzyıldan itibaren Elam kimliği, yükselen Pers kimliğiyle bütünleşmiş ve "Pers" ya da İbranice adıyla "Paras", Yahudi Kutsal Kitabı'nın Ezra, Nehemya, Ester ve Daniel kitapları ile II. Tarihler kitabının son bölümlerinde sıkça zikredilmeye başlanmıştır. Bu durum, Perslerin torunları olan İranlıları mesihçi Yahudi ve Hıristiyan çevrelerde hem tarihsel hem de dini anlatımlarda merkezi bir konuma yerleştirmektedir.
Yahudi Kutsal Kitabı'nın bahsi geçen bölümlerine ilave olarak, özellikle Hezekiel 38–39 bölümlerinde yer alan ahir zamanla ilgili bazı pasajlar ile Yeremya 49:34–39'da Elam'ın "ahir zamanda" yeniden kurulacağına dair ifadeler, Yahudi ve Hristiyan Siyonist çevrelerin modern İran'ı günümüzde yaşanan gelişmeler bağlamında merkezi bir aktör olarak görmelerine yol açmıştır. Bu değerlendirme aynı zamanda, İsrail'in de dâhil olabileceği bölgesel ittifaklar ve çatışmaların şekillenmesini de etkilemektedir.
Görüşler arasında farklılıklar bulunsa da, mesihçi yaklaşımlarda Tanrı'nın egemenliğinin İran gibi ulusları da kapsayacak şekilde evrensel olduğu sıkça vurgulanmaktadır.
İşte tam da bu nedenle, İsrail'in İran'a yönelik son saldırısı operasyonun adından, seçilen tarihine, yıkıcı gücünden beklenen sonuca kadar Yahudi ve Hristiyan Siyonistler tarafından Kutsal Kitap'ın kehanetlerinin gerçekleşmesi olarak görülmekte ve olumlu sonuçlanması heyecanla beklenmektedir.
İran'a saldırı için seçilen isim
13 Haziran'da İsrail'in İran'a yönelik düzenlediği hava saldırısına verilen isim dikkat çekiciydi: "Yükselen Aslan Operasyonu" – İbranicesiyle "Mivtza ʿAm ke-Lavi" (מבצע עָם כְּלָבִיא). Bu ifade Tevrat'tan, Sayılar Kitabı 23:24 pasajından alınmıştı. İlginç olan ise, dinle yakın bir ilişki içinde olmadığı bilinen Başbakan Benyamin Netanyahu'nun, bu operasyonun başlamasına saatler kala söz konusu Tevrat pasajını kendi el yazısıyla yazıp Kudüs'teki Batı Duvarı'nın (ha-Kotel) bir çatlağına yerleştirmesiydi.
İsrail'de duaların kabul olduğu mekân kabul edilen Batı Duvarı'na not bırakmak, Tanrı'ya yakınlaşma arzusunun bir ifadesi olarak görülür. Bireylerin dileklerini, dualarını veya içsel arzularını yazılı kâğıtlara dökerek duvarın taşları arasındaki çatlaklara yerleştirmesi gelenektir. Ancak bir başbakan olarak Netanyahu'nun bu ritüeli yerine getirmesi, sıradan bir dini uygulamanın ötesinde bir anlam taşıyordu. Operasyon öncesinde böylesine sembolik ve dini açıdan güçlü bir adım atması, sadece bir inanç göstergesi değil, aynı zamanda stratejik bir mesaj niteliğindeydi.
Tevrat'taki ilgili pasajda İsrail, "ganimet elde edene kadar dinlenmeyen bir aslan"a benzetilir. Bilʿam'ın kutsamasından alınan bu mecaz, İsrail'in kararlılığını, gücünü ve ilahi destekle donanmışlığını simgeler. Netanyahu'nun bu ifadeyi seçerek kutsal kabul edilen bir mekâna yerleştirmesi, operasyonun yalnızca askeri değil, aynı zamanda tarihsel ve teolojik bir çerçevede bir meşrulaştırma çabasıydı aslında. Netanyahu duasını ABD'nin savaşın 10. gününde İran'ı vurmasının ardından, aynı yerde kameralar önünde söylediği "ʿAm Yisrael hay!" "İsrail halkı çok yaşa!" sözleriyle tamamladı.
Başbakan Netanyahu'nun son dönemdeki politikaları, yalnızca İsrail'in İran karşısındaki stratejik güvenliğini sağlama amacına yönelik olarak değil, aynı zamanda uzun süredir benimsediği ve Yahudi kehanetlerine dayandırılan daha geniş kapsamlı bir vizyon çerçevesinde değerlendirilmelidir.
Netanyahu, radikal Siyonist ve Evanjelist çevrelerde artık yalnızca siyasi bir lider değil, Mesih çağının gelişine hizmet eden tarihsel bir figür olarak görülmektedir. Mevcut çatışmayı ahir zamanın başlangıcına zemin hazırlayan ilahi bir aşama olarak okuyan bu yaklaşıma göre, Netanyahu'nun askerî ve diplomatik adımları, yalnızca jeopolitik değil, aynı zamanda mesihçi takvime uygun biçimde atılmaktadır. Bu bağlamda, Netanyahu'nun kendisini Mesih'i getiren lider olarak tarihsel hafızaya kazımayı hedeflediği düşüncesi, bu çevrelerde giderek daha fazla dillendirilmektedir.
Saldırının başlamasıyla birlikte, Netanyahu'nun Batı Duvarı'ndaki bu sembolik eylemi İsrail kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Özellikle aşırı sağcı ve radikal dinî çevrelerde, bu adım dinî duyguların harekete geçmesine ve tarihsel belleğin canlanmasına yol açtı. Kamuoyunda operasyonun yalnızca bir güvenlik önlemi değil, aynı zamanda Tanrı tarafından takdir edilmiş bir görev olarak algılanması yönünde bir atmosfer oluşturulmaya çalışıldı.
Saldırgan taraf İsrail olmasına rağmen, askeri operasyon Batılı siyasi ve medya çevrelerinde büyük ölçüde "İsrail'in kendini savunma hakkı" olarak lanse edilmiştir. Bu söylem, özellikle Siyonist ve Evanjelist çevrelerde, İsrail'in eylemlerinin Tanrısal bir hakka dayandığı inancına dayanan teolojik bir arka plana sahiptir. Bu nedenle, Batı'da etkili bazı medya kuruluşları haberi ilk aşamada "İran'ın İsrail'e saldırdığı" şeklinde yansıtarak, operasyonun gerekçesi geniş kamuoyunun da desteğini almak için savunma temelli bir anlatıyla sunulmuştur.
Öte yandan, operasyonun adında yer alan "aslan" imgesi yalnızca Tevrat'taki sembolik anlamlara değil, aynı zamanda İran'a yönelik dolaylı bir göndermeye de işaret etmektedir. 1979'daki -sözde- İslam Devrimi'ne kadar İran bayrağında yer alan aslan figürü, tarihsel olarak Pers kimliği ve kraliyet otoritesinin sembolüydü. Operasyona bu ismin verilmesi, İran halkına yönelik örtük bir mesaj da içermektedir. Başbakan Benyamin Netanyahu'nun, İran halkını mevcut rejime karşı harekete geçmeye çağıran açıklamaları da bu yorumu destekleyen bir bağlamda ele alınmaktadır. Böylece, hem İsrail'in hem de İran'ın tarihsel sembollerinde yer alan "aslan" motifi, iki halkı da harekete geçmeye çağıran çift yönlü bir simgesellik kazanmıştır.
İran'a operasyon için seçilen tarih
İsrail'in İran'a yönelik saldırısının 6. ayın 13'ünde (6:13, yani 13 Haziran) gerçekleşmesi, bazı Yahudi ve Hristiyan Siyonist çevreler tarafından anlamlı bulunmuştur. Bu tarih, Yahudi Kutsal Kitabı'nda yer alan Ester Kitabı'nın 6:13 pasajıyla ilişkilendirilmiş ve dolayısıyla İsrail'in İran saldırısı, bu çevrelerde İran tehdidinden kurtuluşa dair bir umut doğurmuştur.
Yahudilerin tarihlerinde İran'da yaşadıkları bir olayı konu edinen Ester Kitabı, onların Pers İmparatorluğu'nun başkenti Susa'da mutlak bir yok oluştan kurtuluşunu konu edinir. Tarihsel olarak bu kurtuluşun Babil Sürgünü'nden yaklaşık bir yüzyıl sonra Ahaşveroş (I. Xerxes: M.Ö. 486–465) döneminde gerçekleştiği kabul edilmektedir. Hikayenin ana teması, Tanrı'nın, seçilmiş halkını, dünyanın farklı bölgelerine dağılmış olsalar dahi koruduğudur.
Anlatının merkezinde, Pers sarayında kraliçe olan Ester ve amcası Mordehay yer alır. Ester, olağanüstü güzelliğiyle saraya kabul edilirken, Mordehay kralın hayatına yönelik bir komployu ortaya çıkarmıştır. Daha sonra, Pers kralı tarafından vezirliğegetirilen Agaglı Haman, Mordehay'ın kendisine boyun eğmemesi nedeniyle tüm Yahudi halkına karşı bir yok etme planı hazırlar. Kura (purim) ile bir tarih belirlenir ve bu doğrultuda bir ferman çıkarılır. Haman, Mordehay'ı asmak üzere bir darağacı inşa ettirir.
Ester'in önderliğinde Yahudi halkı için dönüm noktası olan bu süreçte, Mordehay'ın çağrısıyla tutulan oruçlar ve edilen duaların ardından Ester kralın huzuruna çıkar. Görüşme sırasında Ester, Haman'ın Yahudi halkına yönelik yok etme planlarını kralla paylaşır. Aynı zamanda, saray arşivlerinde yapılan bir inceleme sonucu kral, kendisine planan süikast planlarının Mordehay tarafından engellendiğini anlar ve onu ödüllendirmek ister. Kime ödül verileceğini bilmeyen Haman, bunun kendisi olduğunu düşünerek önerilerde bulunur. Ancak ödüllendirilecek kişinin Yahudi Mordehay olduğunu öğrenince büyük bir hayal kırıklığı yaşar.
Tam bu noktada, Haman'ın eşi Zereş ve danışmanları kehanet niteliğindeki şu ifadeyi dile getirir: "Mordehay bir Yahudi ise, sen onu alt edemezsin. Bilesin ki, şimdiden düşüşe geçtin; kesinlikle yok olacaksın" (Ester 6:13). Aslında bu sözler, hikayenin de kırılma noktasını teşkil eder. Haman, kendi inşa ettirdiği darağacında asılır. Ardından Yahudi halkına kendilerini savunma ve düşmanlarını yok etme hakkı tanınır. Bunu fırsat bilen Yahudiler de kendilerinden nefret edenleri kılıçtan geçirerek öldürürler (Ester 9:5-10). Bu kurtuluş, Yahudi geleneğinde her yıl bir sevinç vesilesi olarak Purim Bayramı olarak kutlanmaktadır.
Ester Kitabı'ndaki bu hikaye, bazı Siyonist ve Evanjelist çevrelerde son jeopolitik gelişmeler ve İran'a saldırının ardından bazı figürler üzerinden güncellenmiştir. Kitaptaki saldırı tarihi olarak yorumlanan 6:13 pasajı, İsrail'in İran'a yönelik saldırısıyla birlikte yeniden gündeme gelmiştir. İran'daki dini liderlik ve bunların temsilcisi mollalar sıklıkla "Pers tiranı" olarak tanımlanan "Haman ve adamları" ile özdeşleştirilmektedir.
Öte yandan, İsrail'in ABD Başkanı Trump'ın desteğiyle İran'a yönelik gerçekleştirdiği saldırılar, Kral Ahaşveroş'un Mordehay ve Ester'e düşmanlarını yok etmek üzere "serbest hareket etme" yetkisi vermesine benzetilmiştir.
İran: Daniel Kitabında tasvir edilen yok edilmesi gereken canavar
ABD ve İsrail'deki bazı Siyonist ve Evanjelik çevreler, İran'ı Daniel Kitabı'nda tasvir edilen canavarlardan biriyle özdeşleştirmektedir. Daniel 7:5'te geçen "İkinci yaratık ayıya benziyordu. Bir yanı üzerinde doğrulmuştu. Ağzında, dişleri arasında üç kaburga kemiği vardı. Ona, 'Haydi kalk, yiyebildiğin kadar et ye!' dediler" ifadesi, bu çevrelerce bölgesel güç mücadelesinin ve hakimiyetin simgesi olarak yorumlanmaktadır.
Buna göre, ayıya benzeyen bu canavarın ağzındaki üç kaburga kemiği, Med-Pers İmparatorluğu'nun varisi olarak kabul edilen İran'ın günümüzde etkisi altına aldığı Irak, Suriye ve Lübnan'ı temsil etmektedir. "Haydi yiyebildiğin kadar et ye" sözü ise, İran'ın doymak bilmez mezhepçi genişleme stratejisinin bir ifadesi olarak yorumlanmaktadır.
Bu nedenle, İsrail'in İran'a yönelik saldırısı, Gazze, Lübnan, Suriye, Yemen ve Filistin topraklarındaki etkili uzantıları aracılığıyla "şeytani emirleri" yerine getirdiği ve küresel terörü desteklediği iddia edilen İran'ın, Daniel Kitabı'nda tasvir edilen bu canavarın ortadan kaldırılmasının işareti olarak değerlendirilmektedir.
İran'a saldırının dini bir vecibe olduğu iması
6.13 tarihi, İsrail'deki söz konusu çevreler tarafından Yahudi halkına verilen 613 emrin sembolik bir yansıması olarak da değerlendirilmiştir. Yahudi geleneğinde bu 613 mitsva, dini yükümlülüklerin tamamını temsil eder. Talmud'a göre bu emirlerin 248'i olumlu ("yap" – mitsvot ʿase), 365'i ise olumsuz ("yapma" – mitsvot lo taʿase) niteliktedir. Geleneksel anlayışa göre bu sayılar sırasıyla insan bedenindeki organlara ve yılın günlerine tekabül eder ve bu emirlerin tamamının Hz. Musa'ya, Sina Dağı'nda On Emir'le birlikte iletildiği kabul edilir.
Bu bağlamda, 613 rakamının çağrıştırdığı dini bütünlük, bazı Siyonist ve dini çevrelerde İran'a yönelik askeri operasyonun, ilahi buyruklarla uyumlu bir dini görev veya vecibe olarakalgılanmasına yol açmıştır.
İran'a saldırının peygamberani bir işaret olduğu iması
Son İsrail–İran savaşında gündeme gelen ahir zaman haberlerinden biri de Yeremya Kitabı'nda geçen Elam'a dair ifadelerdir. Yukarıda belirtildiği gibi, Elam tarihsel olarak antik Pers İmparatorluğu'nu oluşturan önemli krallıklardan biri olup, günümüz İran coğrafyasına karşılık gelmektedir. Bu nedenle, Yeremya 49:34-39 pasajları, mesihçi Siyonist ve Evanjelist çevrelere göre, tarihi Elam coğrafyasında ahir zamanda meydana gelecek haberler içermektedir.
Söz konusu pasajlarda Peygamber Yeremya, Tanrı'nın Elam halkına yönelik planını şu sözlerle aktarır: "Elam'ın gücünün dayanağı olan yayını kıracağım. Elam'a göklerin dört köşesinden dört rüzgâr getireceğim. Halkını bu rüzgârların her birine dağıtacağım ve Elam'dan kovulanların gitmeyeceği hiçbir ulus kalmayacak." (49:35–36). Tanrı, devamında şöyle der: "Şiddetli öfkemi yağdırarak onlara felaket getireceğim. Onları yok edene kadar kılıç peşlerinden ayrılmayacak." (49:37). Yeremya'nın en dikkat çeken ifadeleri ise şunlardır: "Tahtımı Elam'a kuracak, kralını ve önderlerini yok edeceğim, diyor Rab." (49:38). Ancak Yeremya hemen ardından "Ama son günlerde Elam'ın kaderini geri vereceğim, diyor Rab" (49:39)sözleriyle de umut dolu bir gelecek vizyonu çizmektedir.
13 Haziran'a gelinceye kadar planlı bir şekilde yürüttüğü operasyonlarla İran'ın bölgedeki vekil güçleri olan Hamas, Hizbullah ve Suriye unsurlarını önemli ölçüde zayıflatan İsrail, ABD ile birlikte İran'a karşı düzenlediği son saldırılarla da son derece hassas ve çok yönlü askeri müdahaleler yapmıştır. Bu saldırılar çerçevesinde, kritik nükleer tesisler hedef alınmış; füze sistemleri, hava savunma bataryaları ve stratejik komuta merkezleri etkisiz hale getirilmiştir. Aynı zamanda İran Silahlı Kuvvetleri ve Devrim Muhafızları'nın üst düzey komuta kademesinden önemli isimleri öldürerek İran'ın askeri karar alma süreçlerinde ciddi boşluklar oluşmasına neden olunmuştur. Nükleer programın kilit isimlerinden bazı bilim insanlarının etkisiz hale getirilmesi ise İran'ın nükleer kapasitesine doğrudan bir darbe vurmuş, programın ilerleyişinde stratejik zayıflamalarayol açmıştır.
İsrail'in İran'a yönelik bu son saldırısı, bazı Siyonist ve Evanjelist çevrelerce Yeremya Kitabı'nda Elam'a ilişkin anlatılan acı akıbetin İran'a yönelik tanrısal bir ceza olarak değerlendirilmesine yol açmıştır.
Kehanette geçen "yayın kırılması", bugünkü İran'ın askerî kapasitesinin—özellikle nükleer altyapısı ve balistik füze programının—çökertilmesi olarak yorumlanırken; "kralının ve önderlerinin yok edilmesi" de, İran Devrim Muhafızları'na bağlı üst düzey askerî figürler ile nükleer bilim insanlarının öldürülmesi olarak yorumlanmıştır. Ayrıca "tahtımı Elam'a kuracağım" ifadesi, Tanrı'nın egemenliğinin bu topraklarda tesis edileceğine dair bir ahir zaman beklentisinin teopolitik bir yansıması olarak kabul edilmektedir.
Kutsal metinlerde yer adları genellikle sembolik anlamlar taşısa da, Yeremya Kitabı'nda Elam'ın açıkça zikredilmesi ve bu bölgenin günümüzde İran coğrafyasına karşılık gelmesi, mesihçi çevrelerce bu haberlerin daha büyük bir önemle ele alınmasına ve İsrail'in saldırısına daha fazla dikkat kesilmelerine neden olmuştur.
Yeremya'nın Elam hakkındaki haberleri, İsrail'in gerçekleştirdiği operasyon sonrasında bölgede oluşacak yeni siyasi ve sosyoekonomik düzenin, özellikle İsrail'le normalleşme süreçlerinin, Tanrı'nın İsrail halkı lehine hazırladığı müjde içerren ilahi bir planın parçası olarak görülmektedir.
Sonuç yerine
İsrail'in kendisi nükleer imkan ve silahlara sahipken, İran'ın nükleer imkan ve kapasitesini hedef alarak ABD'yi de kışkırtarak başlattığı bu saldırı, hem askeri açıdan hem de Kutsal Kitap'ta bazı peygamberlerin ahir zamana dair söylemleri bağlamında Yahudi ve Hristiyan mesihçi Siyonistler arasında büyük heyecan yaratmıştır.
Saldırı, bu çevreler tarafından sadece stratejik bir adım olarak değil, aynı zamanda ahir zaman alametlerinden birinin günümüzde vuku bulması olarak değerlendirilmektedir.
Orta Doğu ve küresel dengeler açısından son derece tehlikeli olan bu radikal dinî heyecanın, provokatif girişimlerin ve saldırıların Kutsal Kitap referanslarıyla meşrulaştırılmaya çalışılması isebölgede patlak verebilecek olası din savaşları açısından da ciddi bir tehdit teşkil etmektedir.
Bu dinî söylemlerin artık salt ideolojik tehdit boyutunu aşarak, son dönemlerde İsrail'de din, siyaset, bilim ve sanat çevrelerindeülkemizi de doğrudan hedef alan açık bir söyleme dönüşmesi, söz konusu tehditlerin ayrı bir hassasiyetle ele alınmasını gerektirmektedir. Bu durum, gelişmelerin titizlikle izlenmesini ve buna bağlı olarak askerî ve stratejik önlemlerin kararlılıkla alınmasını zorunlu kılmaktadır.
Yakın vadede İsrail ile Türkiye arasında doğrudan bir savaş öngörülmemektedir. Böylesi bir çatışma hiç kimsenin arzu edeceği bir senaryo da değildir, olmamalıdır da. Ancak bu durum, Siyonist ve Evanjelist çevrelerin kıyameti hızlandırmak amacıyla sahneye koyduğu bölgesel ve küresel kaos planlarının, özellikle de bir kısmı ülkemizi de içine alan Vaat Edilmiş Topraklar hulyâsının, tarih boyunca adalet, sulh ve selametten yana tavır almış ülkemizi doğrudan ilgilendirdiği gerçeğini de ortadan kaldırmamaktadır.
Bu nedenle, bölgesel ve küresel düzeyde barış ve huzurun sağlanması, kötülüğe niyetlenenlerin eylemlerinin engellenmesi için devlet ve millet olarak her alanda hazırlıklı olunması gerekmektedir. Atalarımızın dediği gibi: "Hâzır ol cenge ister isen sulh u-salah".