İsrail’in takipçisi ABD neden realizmin düşmanı?

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi İİSBF Dekanı
2.06.2018

ABD en son bu kadar saçmaladığında, ABD-Avrupa ittifakı bozulmuş, Rusya petrol zengini olmuş, Irak İran’a kaptırılmış, Batı niye Türkiye’yi kaybediyor sorularını soran kitaplar yazılmış, bir de bir sürü ABD’li asker ve bir sürü Ortadoğulu ölmüş, Amerika tüm “yumuşak gücünü” kaybetmişti.


İsrail’in takipçisi ABD neden realizmin düşmanı?

Tarih tekerrürden ibaret, döndük durduk yine yeniden ABD’nin İran’ı rejim değişikliğine zorladığı, tek ya da çifte çevrelemesinin merkezine oturttuğu günlere geri döndük. Bildiğiniz gibi 20 Mayıs Pazartesi günü ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, ABD’nin ‘yeni’ İran politikasını kamuoyuyla paylaştı. Farklı yorumlara müsaade etmemek için mi, yoksa aman Tahran çekilebileceği hiçbir mevziiyi unutmasın diye mi, tüm istenenleri de 12 maddede özetledi. Maddelere bakınca anlıyoruz ki, eğer ABD gerçekten İran’a Ortadoğu’da altın kaşıkla birşeyler sunmuşsa, şimdi İran’ın sindirdiği/sindiremediği tüm bu lokmaları Tahran’ın midesinden demir kepçe ile koparmaya çalışıyor. Nitekim Pompeo şöyle buyurdu; ya İran bu 12 maddeyi yerine getirir, yani tüm Ortadoğu’dan elini ayağını bugün ve gelecekte keser, ya da ABD İran’a karşı ekonomik bir savaş başlatır. Pompeo’nun dillendirdiği, ekonomik olarak ezip geçme, yaptırımlarla boğmaya dayalı İran stratejisinin Tahran için ne anlama geldiğini İran Dış İşleri Bakanının tepkisinden anlayabiliriz. Tüm maddeler yerine getirilirse ve İran İsrail’in Kuzey Irak, Ermenistan, Azerbaycan’la (ve tabi Körfezle) geliştirdiği özel ilişkilerle çevrili yuvarlanacağı en son alanın sınırlarına kadar geri yuvarlansa dahi, ABD başkanının İran ile masaya oturma sözüne güvenebilir mi, bilinmez. Bu açıdan İran’dan talep edilenler, İran yayılmacılığı ve saldırganlığını caydırmak gibi bir amaçla ortaya atılmışsa da maksimalist tutumu ve ABD yönetiminin güvenilmezliği düşünüldüğünde rasyonel olmaktan çok uzak. Yine de Amerikan kamuoyu, maksimalist taleplerin maksimalist retoriğini sevmiş gözüküyor. Daha önce başarılamamış ve her seferinde yeniden yeniden ilan edilen İran’ı boğma stratejilerinin caydırıcılıkla bir ilgisi olmadığını çok az kişi fark etti. Sanırız, Trump hastalığı bulaşıcı.

Her halükârda bu 12 madde bildiğimiz anlamıyla İran rejiminin sonudur, bu nedenle maddeler rejim açısından imkânsız bir görevi ifade ediyor. Kısaca İran, aynı bir Doğu masalında olduğu gibi “40 Katır mı 40 satır mı?” sorusuyla karşı karşıya kaldı. Küçükken, masalların sonunda sorulan bu soruyu tüm dehşeti ile düşünür, ne cevap vereceğimi tahayyül ederdim. İran da bir seçim yapacak ve sadece Tahran’ın konvansiyonel saldırganlığının değil, güçlü pazarlık stratejilerinin de aracı olan İran uzantılı gruplardan, kan ve parayla içine battığı Suriye, Yemen, Irak, Lübnan politikalarından vazgeçmeyecek. Artık İran nükleer mevzusu sadece İran nükleer mevzusu değil. Trump, nükleer silahlarla ilgili “düğme” esprilerini çok rahat yapan bir başkan olarak nükleer silahların yayılması sorunuyla, nükleer silah karşıtı rejimlerin hayatta kalması meselesiyle filan hiç ilgilenmiyor. Ne yazık ki artık mesele sadece balistik füzeler meselesi de değil. İran’ın bu kapasitesinin, pek çok komşusunu rahatsız ettiği, ilerideki güçlenme hedefleriyle ilgili bize ipucu verdiği, İran’ı nükleer sınırda bir ülke (nuclear hedger) haline getirdiği bir gerçek. Üstelik yeni gerçekler de değil bunlar. Ama artık konu nükleer zenginleştirme-füze teknolojisi denkleminin ötesinde İran’ı, İsrail’in bölgedeki hegemonik konumu için dönüştürme meselesi. İran, bu yüzden- diğer sebeplerden değil- tam da İsrail’in Ortadoğu’ya dönüşü yüzünden, 40 katıra/satıra mahkûm oluyor.

Pompeo’nun Heritage Kuruluşunda yaptığı konuşmada havaya salladığı tehdit, İran’a karşı planlanan ekonomik savaş ve yaptırımlar 180 günlük zaman aralığı içinde iki aşama halinde devreye girecek. İran’ın yola getirilmesi için planlanan bu ekonomik motifli savaşta İran saldırganlığının, yani olası misillemelerin, caydırılabilmesi için ABD Savunma Bakanlığı Ortadoğu bölgesinde bazı devletlerle, başta İsrail, Suudi Arabistan ve bazı Körfez ülkeleriyle hem denizlerde hem de siber alanında işbirliği yapacak. Pompeo çok umutlu; İran’a karşı başlatılacak bu yeni mücadele sonunda Tahran’ın hem deniz hakimiyetinin sonlandırılacağını hem de Hizbullah’ın belinin kırılacağını düşünüyor. Geçtiğimiz günlerde seney-i devriyesini kutladığımız(!) ‘küre koalisyonu’ da Katar ablukasının çok kolay olduğunu düşünüyordu.  Sonuçta Katar meselesi hala Körfez’de bir mesele olarak varlığını sürdürüyor ama ablukanın yarılması için domates/yoğurt gönderimi, bazı sivil uçak ve gemilerin kullanılması yetmişti. İran’ın Katar kadar dostu var mı sorusu elbette ki önemli ama jeopolitik mücadelelerde dostluk ve düşmanlığın çok yüzeysel kavramlar da olduğu bir gerçek. Bir başka gerçek İran’a karşı, İran’ı boğma planlarının baş oyuncusunun ne Tel Aviv, ne Riyad oluşu. ABD, İsrail ve Suudi Arabistan’ın, en çok da İsrail’in peşine takılıp, tüm “küreyi” yuttu. İran’ın karşısında olduğunu, bu yaptırımların ABD yaptırımı olduğunu, cezanın ABD cezalandırması olduğunu açıkça duyurdu. Kısaca, Trump yönetimi altındaki bir belirsizlik daha ortadan kalktı. ABD’nin Nükleer Anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmesi, “TV yıldızı, milyoner” başkanın ve ekibinin bir gaflet ve delalet durumu değil. Ortadoğu’nun İsrail merkezli, İsrail gözü ile okunmasının, İsrail’in sadece güvenliğine değil güçlenmesine izin verilmesinin bir göstergesi ve neticesi.

Liderlikten vaz mı geçiyor?

Trump yönetimi uzun bir süredir diğer Amerikan başkanlarının uygulamakta olduğu offshore balancing (uzaktan dengeleme) politikasının bazı prensiplerini uyguluyor gözüküyor. Bu strateji eski bir realist strateji aslında ama popüler olması için Obama tarafından “geriden liderlik etmek” biçiminde telaffuz edilmesi gerekmişti. Bu stratejinin amacı basit, can alıcı derece önemde ama Amerikan kıtasından uzakta bölgelerde, Amerika’dan bağımsız bir aktörün güçlenmesini önlemek, bu önlemeyi yaparken de ABD askerinin postalını o bölgeye değdirmemek. Stratejinin faydaları saymakla bitmez: Öncelikle kendi askerinizi kullanmadığınız için maliyeti düşük, bölge devletlerini birbirine düşürmeye/kırdırmaya meyilli, “işgalci, işkenceci (CIA işkence uçaklarını hatırlayınız), Ortadoğu’yu bilmeyen cahil” gibi sıfatlardan da Amerika’yı uzak tutuyor. Bu yararlar ve stratejinin ucuzluğu o kadar cazipti ki, Trump da kendi ulusal güvenlik stratejisinde Washington için tehdit olarak gördüğü aktörlerle (Kuzey Kore, İran), zorlayıcı rakipler olarak ilan ettiği aktörlerin (Çin ve Rusya’nın) dengelenmesinde ilgili bölgelerde bazı devlet ve devlet-dışı oluşumlardan faydalanmayı ve böylece bölgedeki istikrarsızlığın maliyetini vekillerine yıkmayı prensip edinmişti. Trump’ın Obama’dan farkını fark etmemizi isteyenler pek çok tanımlama uyduruyor ama Ortadoğu’dan baktığımızda tüm farklar, tüm güzel isimler yalan. ABD için dün de bugün de strateji belgelerinin temel mantığı aynı: Bölge ülkelerin zayıf ve mümkünse parçalanmış halde kalması ve dolayısıyla hiçbirinin Ortadoğu’da hegemonya kuramaması. Bölgede istikrarsızlık kaynağı olan Esad gibi otokrat liderlerin devrilmesi ya da bu tip ülkelerde yaşayanların maruz kaldıkları veya kalabilecekleri insan hakları ihlalleri kimsenin umurunda değil. Hatta Washington kendi vekillerinin işlediği suçlara da gözünü kapamış durumda. Bu “yeni oryantalizmin” en korkunç haline dünya kamuoyunun alışmaya başladığını dehşetle görüyoruz; Yemen’de, Libya’da, Suriye’de insanlar kendi kendine açlıktan ölüyormuş, orası uzak, erişilmez gezegenlermiş, birisi kaos içerisine yuvarlamış, birisi hastalık, birisi açlık, birisi susuzluk belası aşılamış uzak diyarlarmış gibi davranma eğilimi her geçen gün artıyor. Tüm bu resmin vekil devletler ile onlarla mücadele eden başka vekillerin iştahını kabarttığı, saldırganlık sarmalının, kendini sınırlandıramama zaafının askeri sahaya hâkim olduğu gerçeği düşünüldüğünde Washington’un “yan etkilere” nasıl hazırlandığını merak ediyor insan. Trump yönetimi gücü ve öz denetimi olmayan vekiller hastalığını kendi gücü ile yenmek istiyordu. Bu senaryoya göre, Washington sahadaki vekillerinin olası tehditleri caydırmakta zorlandıkları anda sahaya hızla girip müdahale edecek ve tabii olası müdahaleyi kısa sürede tamamladıktan sonra da sahadan hızla uzaklaşacaktı. Bu formül İsrail “baş vekil” ilan edilinceye kadar da devam etti.

İsrail’in “baş vekilliği”, “bombaların anası” tanımlamasını kopyalayalım, “vekillerin anası” olma hali, ABD-İsrail ilişkilerinin özelliği düşündüğünde, “Bu politikanın yeni bir tarafı mı var?” sorusunu sorduruyor. İsrail lobisi dün de İsrail lobisiydi, bugün de İsrail lobisi. Trump yönetimi de iktidara geldikten bir süre sonra bir yandan Neo-Con-Evanjelist grubun etkisi altında kaldığı için bir yandan da ülke içeride kendisine yönelen davaları savuşturmak amacıyla Ortadoğu sahasında İsrail’in çok özel bir vekil olacağını fark etmişti. İsrail bombaya sahipti, uçak uçurabiliyordu, Rusya ile arası iyiydi, Netanyahu Trump’tan beter bir retorik benimsemişti, üstelik Washington’a para akıtabiliyordu vesaire vesaire vesaire. Ancak kısa bir süre içerisinde “İsrail’in güvenliğini ileri sürerek İsrail’i vekil olarak kullanmak” ile “İsrail’i vekil olarak kullanmak için İsrail’i güçlendirmek, İsrail’in güçlenmesine izin vermek” arasındaki fark açığa çıktı. Trump geleneksel İsrail politikasından İsrail’i güçlendirmek hedefine döndükçe, ABD İsrail’in Ortadoğu dış politika ajandasını kendininmiş gibi kabul etmeye ve hatta maliyetini bile üstlenmeye karar verdi. Bu bağlamda, ABD Başkanının tamamen İsrail yanlısı olarak hareket ettiğinin ilk sinyali 6 Ekim’de Tel-Aviv’deki Amerikan Büyükelçilik Binasının Kudüs’e taşınma kararı ile ortaya çıktı. Nitekim Trump yönetimi inşaatı iki sene sürecek büyükelçilik binasının bitimini beklemeden ve de uluslararası hukuka aykırı olduğu gerçeğine de bakmaksızın alelacele uluslararası camianın tüm itirazları önünde elçiliği Kudüs’e taşıdı. Gazze’de ölen insanlar, sabote edilen iki devletli barış, Filistinlileri Sina çöllerine sürme dahil ancak TV dizilerine komedi malzemesi olacak “büyük ve saçma planlar”, yeni bir çatışma zeminin baş kahramanı olmak; ABD’nin maliyetten sıyrılma, kan dökme suçlamalarından kurtulma, işlenen suçları vekillere yükleme, hiçbir vekili hegemon yapmama planına pek uymuyor. İsrail, Ortadoğu’yu ABD için bataklık haline getiriyor. Büyük devlet küçüğün peşine takılıyor.Gazze ve Filistin’in geleceği ne kadar bölünmüş olsa da Ortadoğu’da rahatsızlık kaynağı olmaya devam edecektir. Realistlerin, Thucydides okuması sadece “güçlünün haklıyı yendiği” Melian diyaloğu ile sınırlı kalmaz. Aşırı güç kullanımının, gücünü irrasyonel hedefler için kullanmanın yıkıcı etkisinin tartışıldığı Sicilya diyaloğu da Atina’nın sonuyla ilgili değerlendirmeler de okunmalı. Bu nedenle ABD’deki realistler rahatsız. Amerika’nın en güçlü olduğu dönemlerden birinde maliyetli ve İsrail hegemonyasına hizmet edici politikaların benimsenmesinin, İran’ı caydırmak yerine rejim değişikliği hayalleri kurmanın absürtlüğünün nasıl bir bedele mal olacağını tartışıyorlar. En son ABD bu kadar saçmaladığında, ABD-Avrupa ittifakı bozulmuş, Rusya petrol zengini olmuş, Irak İran’a kaptırılmış, Türkiye’yi Batı niye kaybediyor sorularını soran kitaplar yazılmış, bir de bir sürü ABD’li asker ve bir sürü Ortadoğulu ölmüş, Amerika tüm “yumuşak gücünü” kaybetmişti.

Küçük güç savaşı

Washington’un bu İsrail yanlısı saldırgan tutumu kuşkusuz Ortadoğu’da sadece iki devletli bir barış planının sabote etmekle kalmamış aynı zamanda bölgede ciddi bir yeni çatışma zeminini tetiklemiştir. İran’ın İsrail tarafından ne kadar büyük bir tehdit olduğu yönündeki fikrini benimsemiş olan Trump yönetiminin İran Nükleer Anlaşmasından tek taraflı olarak çekilme kararı da kuşkusuz diğer istikrarsızlık unsuru olacak. Böylece, İsrail-İran çatışmasının fitili bizzat Trump yönetimince yakılmış oldu. Şu aşamada, kimse İsrail’in ya da İran’ın doğrudan bir çatışmaya girmesini beklemiyor ama İran’ın bölgedeki uzantılarının etkisini yok etmeye kararlı İsrail yönetimi çoktan Suriye’de bulunan T4 İran üssüne hava saldırısı başlattı. Nitekim İsrail aynı mantıkla hareket ederek İran Hizbullah’ına Suriye’den yapılan silah sevkiyatını engellemek adına sık sık hava harekâtı düzenlemekte. Tel-Aviv özellikle, Suriye’nin güneyinde bir tampon bölge yaratarak Suriye’de İran’ın askeri üs ve mevcudiyetini yok etme stratejisini devreye sokmuş durumda. Tel-Aviv’in uygulamakta olduğu bu yeni stratejiye son destek Pompeo’dan geldi. Kısaca, ABD’de Trump yönetimi İsrail-İran mücadelesinin, küçük güç savaşının parçası oluyor. Bu savaşın, İran’ın boğazına basılırken Suriye ile sınırlı kalıp, ABD’ye bedelinin az olacağını, bu bedelin başkaları tarafından ödeneceği hesapları dörtlü bir varsayıma dayanıyor. 1)- İran ekonomik yaptırımlar altında kıpırdayamayacak, 2)- Avrupa ve Körfez, Trump korkusundan ABD’nin sözünden çıkamayacak, 3)- İsrail güç kullanımını biraz daha ölçülü, biraz daha az kanlı, biraz daha sınırlandırmış yapacak, 4)- Rusya Suriye’deki konumunu korumak için İsrail sopasının Balkanlardan Akdeniz’e başının üzerinde sallanmasına göz yumacak. Bu varsayımlar realist bir akıl yürütmeye mi, Evangelist bir dilekler silsilesine mi oturuyor derseniz, cevabım çok net. Evangelist, Yeni Muhafazakâr Akıl akıllı olmayı da realist olmayı da uzun süredir bıraktı. O nedenle Reagen’ın koltuğu boş, o nedenle oğul Bush kötü bir gülümsemeyle hatırlanıyor, o nedenle Trump kötü bir gülümsemeyle hatırlanacak.

Dünya için yeni gerçeklik

Pompeo’nun ağzından ilan edilen 12 şart masadayken, İran’ın ABD ile yeni bir anlaşmaya oturması neredeyse imkânsız. Zaten Tahran yönetiminden gelen cevap da oldukça sert oldu. Ruhani kürsüden, tüm dünyanın İran’ın tepkisini izlediğini bilirken Pompeo’ya “Sen kim oluyorsun” diye seslendi. İran gücünün sınırlarında olabilir, İsrail İran’ın hata yapmasını dahi beklemeden Tahran’ı dürtüp durabilir, 40 katır da 40 satır da acı verebilir ama İran “çatışmaları tırmandırma riskini” elinde koz olarak tutuyor. Bu koz Yemen’de, Suriye’de, Lübnan’da, Irak’ta birilerinin canını yakacaktır. ABD, kendi canının yanmayacağını, İsrail’in yeterince güçlü olduğunu ve körüklenecek istikrarsızlığın kendi işine yarayacağını düşünüyor. Evangelist/Yeni Muhafazakâr kafayla yapılmaya çalışılan realist hesap bakalım nereden dönecek... Belki ABD’nin değil ama dünyanın iyi bir realist gibi hareket etme zamanıdır. Uluslararası toplumun bir an evvel İran’ın kuşatılmasını engellemek için harekete geçmesi ve ABD-İsrail’i dengeleyecek yeni mekanizmalar oluşturması gerekmektedir.

@nursinguney