İstanbul Barosu itibarsızlaştırılıyor!

BÜLENT TURAN Avukat
23.02.2013

Ümit Kocasakal ve arkadaşlarının, 8 Şubat 2013’ten sonra aldığı her karar yok hükmündedir ve dolayısıyla 8 Şubat’tan bu yana, Ümit Kocasakal, Baro Başkanlığı koltuğunu “işgal etmektedir”!


İstanbul Barosu itibarsızlaştırılıyor!

Türkiye, son 10 yıldır, büyük bir dönüşüm yaşıyor. Bu dönüşümün en iddialı yaşandığı alanlar hiç şüphesiz demokratikleşme ve demokrasinin olmazsa olmazlarından olan adalet hizmetleri.

Gerçekleşen yasal ve zihni dönüşümün fiili olarak iki önemli yansıması oldu: Ergenekon ve Balyoz Davaları. AİHM dahil ulusal ve uluslararası tüm yargı çevrelerinin meşru bulduğu bu davalar, yargı sistemimizi örümcek ağı yakıştırmalarından kurtararak, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik gelişmesine ayak bağı olan vesayetçi geleneği milletimizin gözü önüne sermiştir.

İstanbul Barosu Yönetim Kurulu’nun itibarını kaybetmesinin hızlanması da bu davaları protesto etmek için düzenlediği “Taksim yürüyüşü”nde atılmış, İstanbul Barosu, bu yürüyüşle birlikte, “Darbeci Baro” olarak anılmaya başlanmıştı.
İstanbul Barosu’nun “İşgalci Baro” olarak anılması ise Baro Yönetim Kurulu’nun saplantılı bir şekilde takındığı ideolojik tavırlardan kaynaklanmaktadır.
Baro Başkanı Ümit Kocasakal ile birlikte 9 Yönetim Kurulu üyesinin, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen 2010/283 esas sayılı Balyoz Davası’nın 6 Nisan 2012 tarihli duruşması esnasında mahkeme heyetinden izin almadan, mahkemenin işleyişini adeta sabote etmeleri, Türkiye’nin en büyük barosu olan İstanbul Barosu’na yapılmış en büyük saygısızlıktır.

Çünkü iddia makamına göre, Kocasakal ve ekibi, müdafilik ilişkisi bulunmamasına rağmen, söz konusu davada sanık avukatlarının sandalyelerine oturmuş, buradan mahkeme heyetine hakaretlerde bulunmuş, mahkemenin asli vazifesi olan yargılama görevini yerine getirmesine mani olmuşlardır.

Tartışma neden devam ediyor?

Tüm bunları, bir hukuksuzluk olarak değerlendiren Cumhuriyet Savcısı, hazırladığı iddianamesini 31 Ocak 2013’de, TCK’nın 277. Maddesi’nde belirtilen ve 2 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası gerektiren “Yargı Görevini Yapanı Etkileme” suçunu işledikleri gerekçesiyle Silivri 2. Asliye Ceza Mahkemesi’ne sunmuştur.
Akabinde, Baro’nun Genel Sekreteri Hüseyin Özbek, Ulusal Kanal’da Silivri 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde dava açıldığını belirtmiş, Türkiye Barolar Birliği de 2 Şubat’ta internet sitesi üzerinden yaptığı basın açıklamasında iddianamenin kabul edildiğini belirtmiştir. İddianamenin kabulünü nereden öğrendiğimizi soranlara tavsiyemiz mezkur açıklamalara bakmalarıdır! 

Bunun üzerine, bizler de, İstanbul Barosu’na kayıtlı bir avukat olarak, twitter hesabımızdan, haklarında dava açılan Baro yöneticilerinin, -evrensel hukuk kurallarına aykırılık teşkil ettiğini defaatle söylediğimiz mevcut mevzuata göre- yönetim kurulu üyeliklerinin askıya alındığını dile getirdik. Yani açıklamamız dava ile ilgili değil, dava ikamesi sonrası doğan kaçınılmaz hukuki süreçle ilgilidir.
İddiamızın kaynağı, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 5’inci, 90’ıncı ve 92’nci Maddelerinde açıkça belirtilen hükümlerdi.

Avukatlık Kanunu’nun 90. maddesine göre “haklarında avukatlığa engel bir suçtan dolayı son soruşturma açılmasına karar verilmiş olanlar Yönetim Kurulu Üyesi seçilemezler”.

Avukatlık Kanunu’nun 92. maddesi ise Baro Yönetim Kurulu Üyeliği’nin düşmesini hükme bağlamıştır: “Yönetim Kurulu üyelerinden biri hakkında 90. maddeye göre seçilmeye engel bir suçtan dolayı kamu davası açılmış ise, dava sonuna kadar bu üye yönetim kuruluna katılamaz; yeri yedek üye ile doldurulur”.
Avukatlık Kanunu’nun 5. maddesi de avukatlık mesleğinin icrasına engel teşkil eden durumları düzenlemiştir. Bunlar biri “kasten işlenen bir suçtan dolayı iki yıldan fazla süreyle hapis cezasına mahkûm olmak”tır.

Baro Yönetim Kurulu Üyeleri hakkında, altı sınırı 2 yıl hapis cezası olan bir suç nedeniyle kamu davası açılmış olması demek, Kocasakal ve arkadaşlarının Avukatlık Kanunu’nun zikrettiğimiz maddelerinde açık bir şekilde ifade edildiği üzere, Yönetim Kurulu Üyeliklerinin askıya alınması anlamına gelmektedir.
Nitekim, Hürriyet Gazetesi Yazarı Yalçın Bayer’in 12 Şubat 2013 tarihli köşe yazısından okuduğumuz üzere, Kocasakal küçük bir gazeteci grubuna iddiamızı haklı çıkaran itirafta bulunmuş ve “İddia edildiği gibi bu davadaki bazı maddelere göre, baro yönetiminin düştüğünü söylemek mümkündür” demiştir.

Sabih Kanadoğlu ile farkımız...

Davanın direkt muhatabı olan Baro Başkanı bile içine düştüğü kanuni durumu itiraf ediyorken tartışmanın devam ettirilmesi ve Kocasakal ve arkadaşlarının “işgalci” durumuna düşmelerinin ise tek bir açıklaması var: Hükümeti ve bağımsız mahkemeleri zan altında bırakmak ve kendilerinin ileriki siyasi hamlelerine zemin hazırlamak!

Askerlerin düdük sesleriyle soruşturma başlatan, internetten indirdiği belgelerle iddianame hazırlayan, mevzuattaki boşlukları demokrasinin aleyhine ve milli iradenin üzerinde vesayet kuranların lehine yorumlayan Sabih Kanadoğlu ile Avukatlık Kanunu’nda açık, net ve herhangi bir yoruma dahi müsaade etmeyecek şekilde dile getirilen hükümlerin uygulanmasını isteyen bir avukatı aynı kefeye koyup dezenformasyon yapmaya çalıştılar. Üstelik, Kanadoğlu söz konusu dönemde sahip olduğu yargı yetkisini kullanarak zorlama yorumlarını hayata geçiriyordu.

Gerek Kocasakal gibi, demokrasiyi ve hukuku hiçe sayarak sarfedilen “12 Eylül döneminde bile bu maddelerin işletilmesi cunta tarafından dahi söz konusu edilmemişti.”sözlerinin sahiplerinin ve gerekse de Ahmet Hakan, Fatih Altaylı başta olmak üzere çeşitli medya mensuplarının Kanun’un uygulanmasını “sandığa saygısızlık” olarak nitelemelerinin tek bir açıklaması vardır: “Çoğunluk Tiranlığı”.

İdeolojik meslek odası garabeti

Şu anda Baro’nun iktidarında bulunan ve bir “tiran” gibi hareket eden Kocasakal Baro Yönetimi’nde olmasaydı da aynı tepkiyi verebilecek miydi ya da başkaları için de Avukatlık Kanunu’nun ilgili maddelerinin gözmezden gelinmesi talebini yineleyecek miydi? Bu soruya cevap verebilmek için çok geriye gitmeye gerek yok. Daha bir kaç ay önce, Ağrı’da seçimle Baro Başkanlığı’na getirilen Heval Sinan Aras’ın, aynı kanun maddelerine göre Baro Başkanlık mazbatasının YSK tarafından iptal edilmesine karşılık ne Kocasakal’ın ne de malum yazarlar buna tepki vermiştir.

Kocasakal, Ekim 2012’de gerçekleştirilen Genel Kurul’a giderken, listesinde yedek yönetim kurulu üyelerine yer vermiş olsaydı, veya dava konusu protestosunu daha az sayıda Yönetim Kurulu Üyesiyle gerçekleştirseydi ya da Ekim 2012’deki Baro Yönetim Kurulu Asil Listesi’ni, Mahkeme protestosuna katılmayan avukatlardan oluştursaydı bu tartışmalar yaşanamayacaktı. Kocasakal ferasetli davranarak önünü görememiş hem de duvara toslayınca kızgınlıkla Kanun’un arkasında dolanma girişimlerine başlamıştır.

İstanbul Barosu, bugüne kadar üyesi olan avukatların sorunlarının çözümü noktasında hep pasif kaldı. Mesaisini, başörtüsünün tarafsızlığa mani olduğu gerekçesiyle, başörtülü avukatlara zulmederek harcadı. Avukatlara yönelik düzenledikleri eğitimlere, başörtülü stajyer avukatların katılımına dahi izin vermedi. Ergenekon ve Balyoz Davaları’nda ideolojik takıntılarıyla hareket etti, süreci sabote etmeye kalkıştı.

Eğer İstanbul Barosu, meslek örgütü gibi davransaydı, Avukatlık Kanunu’nun demokrasi ve adalete aykırı hükümlerinin değiştirilmesi için çaba sarfederdi.
Şöyle ki, başından beri dile getirdiğimiz üzere, Avukatlık Kanunu’nun 90. ve 92. maddeleri ve diğer birçok mevzuat hükmü, hukukun temel ilkelerinden biri olan “suçsuzluk/masumiyet karinesi”ni hiçe saymaktadır. Baro Yönetim Kurulu Üyeliği’nin düşmesi için dava ikamesini yeterli bulan ilgili hükümler, bu yönüyle Anayasa’nın 38. maddesine aykırılık teşkil etmektedir. Dolayısıyla, 1136 Sayılı Avukatlık Kanunu’nun 90. Ve 92. maddeleri ve diğer kanunlarda bulunan “masumiyet karinesi”ne aykırı hükümler değiştirilmelidir.

Fakat, Türkiye Barolar Birliği’nin öncülüğünde Mart 2012’de hazırlanan 1136 sayılı Avukatlık Kanunu Değişik Önerisi Çalışma Metni’ne göz gezdirdiğimizde az önce dile getirdiğimiz ve “masumiyet karinesi”ne aykırı hükümlerin varlığını aynen koruduğunu şaşırarak görmekteyiz. İstanbul Barosu dahil bir çok Baro, söz konusu hükümlerin değiştirilmesini teklif dahi etmemişlerdir. Çünkü onların gözünde hukuk hep güçlülerin delip geçtiği, zayıfların ise takılıp kaldığı “örümcek ağı” oldu.

Her ne hikmetse, Baro Yönetimi, meslek sorunlarıyla gündeme gelmek yerine, sürekli gerginlikten beslenerek, Baro’da kutuplaşmaya neden olan açıklamalarda bulunarak gelecek için yaptığı siyasi hesaplarına meslek örgütü olan Baro’yu alet etmektedir.

Baro kararları yok hükmündedir

İstanbul Barosu’nun Yönetim Kurulu Üyeleri hakkında hazırlanan İddianame’nin, Silivri 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nce 8 Şubat 2013 Cuma günü resmen kabul edildiği açıklandı.

Açılan bu kamu davasının temelinde Kocasakal ve ekibi, Avukatlık Kanunu’nun 90 ve 92. maddelerine göre Baro Yönetim Kurulu toplantılarına katılamaz, karar alamaz hale geldi.

Ümit Kocasakal ve arkadaşlarının, 8 Şubat 2013’ten sonra aldığı her karar, yok hükmündedir ve dolayısıyla 8 Şubat’tan bu yana, Ümit Kocasakal, Baro Başkanlığı koltuğunu “işgal etmektedir”!

Baro’nun daha fazla itibarsızlaştırılmaması adına hiç arzu etmesek de, Ümit Kocasakal ve ekibinin, Baro Yönetimi’ndeki işgallerini sürdürmeye devam etmeleri halinde, konunun Baro üyesi avukatlarca Yargı’ya taşınacağı açıktır!

[email protected]