İstanbul Mushafı ve geleneğin yeniden doğuşu

Gülşen Özer / Yazar
7.05.2022

İstanbul Mushafı'nda ayetlerin manası dikkate alınmış ve bütünlüklü bir tasarım ortaya konmuş. İslam birliğinin vücut bulması ümidiyle mushaf kâğıdının hamuruna İslam coğrafyasının çeşitli yerlerinden getirilen malzemeler katılmış.


İstanbul Mushafı ve geleneğin yeniden doğuşu

İstanbul Mushafı, hat sanatının günümüzdeki en mühim simalarından Hüseyin Kutlu'nun yetiştirdiği hüsnühat talebeleri ve tezhip, cilt gibi farklı alanlarda uzman 66 kişilik bir ekip tarafından yedi yıl ilmek ilmek ilmek işlenerek İslam medeniyetinde ekol vasfı kazanmış 10 dönemin yeniden yorumlanmasıyla hazırlandı. Bu müstesna mushaf şehrin siluetine İslam medeniyetinin mührü gibi yerleşen Çamlıca Camii Konferans Salonu'nda tanıtıldı. Ayrıca sahnede kültürel ve sanatsal değeri olan rahlelerde İstanbul Mushafı'nın ilk yedi cildi sergilendi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da katıldığı program, mushaf yazma geleneğini ve hamiliği yeniden düşünmek bakımından oldukça önemliydi.

İlahi Kelam ve mushaf

Kur'an-ı Hâkim'in "Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. Ki kalemle yazmayı öğreten odur." Alak Suresi, 96-3/4) emriyle başladığını biliyoruz. Efendimiz Hz. Muhammed'e gelen ilk hitapta kendisine yer bulan kalemin, Müslümanlar arasında kazandığı şeref ve hürmet sonsuzdur. Yine Kalem ismiyle anılan 66'ncı surenin ilk ayeti kerimesinde de bu vardır. Yüce Allah bir manaya göre mürekkep hokkası demek olan Nun'un yanında kaleme ve onun yazdıklarına kasem etmektedir. Hangi mana verilirse verilsin Rabbimiz nazarında kalem, üzerinde yemin edilmeye değer bir yazı aracıdır.

Burada çok yüce bir hikmet söz konusudur. Nasıl ki ağzımızın içinde kımıldayan dilimizle, meramımızı ifade edebiliyorsak, kalemin kâğıt üzerindeki hareketleriyle de elimizin dile gelmesini sağlıyoruz. Yakınımızdakilere dilimizle anlatabildiklerimizi, uzaktakilere ve yüzyıllar ötesindekilere kalemle anlatırız. Medeniyetimizde hayli önemi bulunan kalemin etrafında meydana gelen kültürel unsurlar ise hepimizin malumudur.

Mürekkebe dikkat çeken şu ayeti kerime ise sayısız Kur'an-ı Kerim şaheserleri vücuda getirilmesinin yolunu açmıştır: "De ki: Rabbimin sözlerini yazmak için, denizler mürekkep olsa ve bir o kadarını da katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden, denizler tükenirdi". (Kehf Suresi, 18/109). Bu ve buna benzer ayeti kerimeleri düstur edinen Müslümanlar, İlahi Kelam'ın görkem ve güzelliğini ona yaraşır bir şekilde göz önüne sermek için, daha ilk yıllardan itibaren, hüsnühat sanatında eşsiz eserler ortaya koymuşlardır. Böylece hakikat idraki, hatta gönül verenler, tabiri caizse hatla yatıp, hatla kalkanlar sayesinde, güzellik değeriyle iç içe gelişmiştir. Hüsnühat, başta cami ve medrese gibi mimari eserler olmak üzere çok farklı yerlerde karşımıza çıkar. Ama hattın asıl kendisini bulduğu yer, hiç şüphe yok ki mushaflar olmuştur. Nüzulünden beri on dört asırdan fazla bir zaman geçmesine, Arapçanın değişik bölgelerde dil, imla ve telaffuz bakımından gösterdiği yerel farklılıklara ve sayısız nüshalarının çeşitli yazı stilleri ve standartları uyarınca üretilmesine rağmen Kur'an-ı Kerim'in metni ve muhtevası olduğu gibi muhafaza edilmiştir. Birinci Dünya Savaşı'ndaki kahramanlığı ile "Medine Müdafii" unvanını hak eden Fahreddin Paşa merhumun koleksiyonunda bulunan ve şimdi Topkapı Sarayı Müzesinde muhafaza edilen Hz. Osman'a it Mushaf-ı Şerif başta olmak pek çok metin, vahyi ilahinin korunduğunu göstermektedir.

Osmanlılar ve Ehl-i Hiref

İstanbul Mushafı örneğindeki gibi azami derinlik ve titizlik ile hazırlanan mushaflar sayesinde yüzyıllar içinde Kur'an-ı Kerim hatlarında ulaşılan mükemmelliği, yazı sanatının zirvesi diye anmak lazım gelir. Bu bağlamda harikulade tezhip de hattın hemen yanı başında kendine has yerini almıştır. Vahiy yazıya geçirilirken, hafıza kaydının, ayetler güzel bir sesle okunduğunda kulağa yaşattığı tecrübe kadar güçlü bir tecrübeyi yazılı kayıtla göze de yaşatmak gündeme geliyordu. Bu süreci doğru anlayıp iyi analiz etmeden İslam dünyasında güzel yazıyla ilgili gelişmeleri kavramak imkânsızdır. Hat sanatkârlarımızın bir yazıyı yazdıktan sonra şeklinin hafızadan silinip kusurlarının gözükmesi için epey bir müddet ona bakmamalarının altında da yazının göz zevkine hitap etmesi yatıyordu.

İlmî seyrini ve sanat açısından ilk önemli atılımlarını Abbasiler, Memlukler, Timurlar zamanında tamamlayan hüsnühat 15. yüzyıldan itibaren Osmanlıların elinde zirve noktasına ulaşmış, bu durum yüzyıllarca devam etmiştir. Osmanlı medeniyetinde hat sanatının konumu üretilen şaheser eserler nazarı itibara alındığında gerçekten müstesnadır. Devletin zorluklar yaşadığı yıllarda bile, sanat değerleri yüceltilerek sürdürülmüştür. Ne hazindir ki bu gelenek Cumhuriyet devrinde kesintiye uğramıştır. Tarih boyunca bütün büyük devlet ve imparatorluklarda sanatlar, devletin ileri gelenlerinin himayesi altında toplanarak kurumsal bir yapıya kavuşmuşlardır. O devletin geleneklerine göre bir ekol oluşturarak, bir kimlik kazanmışlardır. İster Doğu, ister Batı medeniyetlerinde olsun desteklenmeyen ve gelişimine yön verilmeyen hiçbir sanat dalı hak ettiği mertebeye yükselememiştir. Medeniyet tarihinde özgün sanat anlayışı ile kendine saygın bir yer edinen ecdadımız sanat ehli sanatkâr ve zanaatkârları, yüksek mertebeden sanatsal üretimleri desteklemiştir. Osmanlı devlet yapısında merkezî bir sanat yaratabilme teşebbüsü, sanat üslubunun tüm geleneksel sanatları aynı çatı altında toplanması ile sağlanmıştır.

Devlet-i Âliyye, devlet geleneğimizi yansıtan altyapısı, kendinden önceki kültür mirasları ve üç kıtaya yayılmış sınırlarını çevreleyen kadim medeniyetlerin zengin kültürleri ile yoğrulmuş ve bunu özgün bir vasfa dönüştürmüş güçlü bir medeniyettir. Özellikle İslam sanatları konusunda çok kıymetli bir miras bırakmıştır. Etkin ve yetkin bir sanat anlayışının yaratılması ise Ehl-i Hiref-i Hassa teşkilatı sayesinde gerçekleşmiştir. "Hirfet", meslek, sanat ve iş manalarına gelir. Hirfet'in çoğulu olan "hiref" ise Osmanlı Türkçesinde sanat ve zanaat kelimelerini içerir. Osmanlı'da el işçiliğine dayanan hemen hemen her türlü üretim hiref kapsamında mütalaa edilmiş, bu alanda çalışanlar ise "ehl-i hiref" diye adlandırılmışlardır.

Hayranlık uyandıran, övgüyle söz edilen ince işçilikli, yüksek kaliteli eserlerin ortaya çıkışını sağlayan bu teşkilatın üretim kapasitesi, organizasyon kabiliyeti hayranlık vericidir. Osmanlı'daki hattatların ve kitap sanatçılarının el yazması eserlerden hat levhalarına, yazı albümlerinden cilt tasarımlarına kadar uzanan olağanüstü üretimleri devlet kimliğinin yaratıldığı, geliştirildiği ve öncü niteliklere dönüştüğü Ehl-i Hiref teşkilatı sayesinde gerçekleşmiştir.

İslam medeniyetinin ayrılmaz bir parçasını teşkil eden ecdadımız da hüsnühat sanatına hakkıyla ve ruhuyla vâkıf olduğundan bu sahaya çok farklı şekillerde katkı sunmuştur. Derin araştırma ve inceleme mahsulü eserler payitaht şehri İstanbul'un, fetihten itibaren yalnız siyasi bakımdan değil, ilim ve sanat bakımından da merkez vasfını koruduğunu kaydeder.

Yazıda intizam: Mıstar

Güzel yazı aşkının timsali sanatkârlarımızın emek ve gayretiyle âdeta millî bir vasıf kazanan hüsnühat Osmanlı Devleti'nin çeşitli dönemlerinde en parlak devrini yaşadı. Estetiğin her millete göre tefsir edildiğini ortaya koyan müstesna hattatlarımız bu sanatın hemen her çeşidinde sanatını büyük bir titizlikle ve ustalıkla icra ettiler. Ayrıca intizamın yazıda ifadesi olan mıstar kurallarını Osmanlı Türklerinin tespit ettiği hatırlanmalıdır. Böylece her harfin satır çizgisinde bulunması gereken yeri belirlenmiş, güzel yazının göze hoş görünmesi hedeflenmiştir. Hat sanatkârlarının mükemmel estetiğe sahip eserleri, mevcudiyetlerini sürdürdükleri müze, kütüphane gibi mekânların yanı sıra, yayımlanmış eserlerle de kültür ve sanat hayatımızın birer belgesi olarak yerlerini almıştır. Şeyh Hamdullah'tan Mustafa Rakım Efendi'ye oradan da günümüze hat sanatında çığır açan dehaların yazdıkları anlayanları hâlâ hayrete sevk eden bir mükemmeliyet kazandı. Sanat kaygısıyla hareket ederek hayatlarını yazıdan kazanan hat üstatları talebelerini de yetiştirirlerdi. Matbaanın bize gelmediği dönemlerde, ömrünü sadece mushaf yazıp çoğaltarak değerlendiren bir hattat zümresi de vardı. Onların yazı hızları dikkate alınırsa, âdeta birer canlı matbaa gibi çalıştıkları rahatlıkla söylenebilir. Tüm bunlar devrin yöneticilerinin sanata rağbet ve alakalarıyla anlam kazanmıştır. Bu sebeple Şeyh Hamdullah'ın İkinci Bayezid'le, Mustafa Rakım Efendi'nin İkinci Mahmud'la anılması oldukça anlamlıdır. Hat sanatıyla hayli uğraşan Sultan Üçüncü Ahmed de hattattı ve hat sanatını devrinin yazı ustası Hafız Osman'dan öğrenmişti.

Sanatla meşgul olanları himaye edip korumak ecdadımızın bize bıraktığı en büyük zenginliklerden birisidir. İslam medeniyetinin en dikkate değer dallarından biri hüviyetindeki hüsnühat sanatının ahengiyle nice yazı yazarak Türk yazı sanatına güzel örnekler kazandıran hattatların hünerli bahçesinin Mushaf-ı Şerif yazımıyla ayrı bir mana ve ehemmiyet kazandığını görmekteyiz. Hattat Hüseyin Kutlu'nun icazet aldığı merhum Hamit Aytaç'ın "Eserlerimin başında yazmaya muvaffak olduğum iki Kur'an gelir. Bilhassa bu iki eserim diğerlerine bedeldir." şeklindeki sözü bu çerçevede zikrolunabilir.

Bilindiği gibi mushaf yazma geleneğini şekillendiren hat aynı zamanda bir sanatlar kompozisyonudur. Hat sanatı kaidelerine uygun bir vasıfla yazılanları birer sanat şaheserine dönüştüren tezhip, cilt gibi sanatların katkısının olduğunu çok daha iyi anlıyoruz. İslam medeniyetinde ekol hâline gelmiş 10 dönemin yeniden yorumlanmasıyla hazırlanan İstanbul Mushafı, mushaf kitabeti etrafında gelişen sanat dallarının İslam milletlerinin sanat zevk ve geleneklerine göre farklı teknik, motif, renk ve kompozisyon anlayışı ile bağlantılı olduğunu gösteriyor. "Kem âlat ile tahsili kemalat olmaz" anlayışıyla mushafın yazımında kullanılan kamış kalemin ıslahı, mürekkep ve kâğıdın istenilen kıvamda hazırlanması yılların tecrübesinin ve bilginin ne kadar değerli olduğunu gösteriyor. Ayrıca İslam medeniyet tasavvurunun inceliklerini yansıtan sembolik detaylarla bezenmiştir. İstanbul Mushafı'nda ayetlerin manası da dikkate alınmış ve bütünlüklü bir tasarım ortaya konmuş. Asırların birikimi âdeta demlenerek ve bu birikim imbiğinden süzülerek karşımıza kolay okunan zevki selim bir eser çıkmıştır. İslam birliğinin vücut bulması ümidiyle mushaf kâğıdının hamuruna İslam coğrafyasının çeşitli yerlerinden getirilen malzemeler katılmıştır. Takdim ve tanıtım programının tertiplendiği yer ve zamanın da mushafın taşıdığı sembolik değere uygunluğu ayrıca değerlidir.

Mushaf yazılması, yazdırılması, tarih boyunca hükümdarların itibarı anlamına gelmiş mushafların sanatsal başarısı, ebadı, tezhibi, malzemesi tüm unsurlarıyla gücün nişanesi olmuştur. İşte burası Osmanlı'dan sonra Cumhuriyet tarihinde ilk olan İstanbul Mushafı'nın bütün hususiyetleriyle ortaya çıkmasının ilim ve sanat sahası bakımından başlı başına bir kültür hadisesi oluşunu değerlendirmek için çok önemli bir noktadır. Hüsnühat sanatıyla daima iç içe olan milletimizin estetik anlayışını yansıtan ve geçmişten alınan mirasla neler yapılabileceğini gösteren İstanbul Mushafı, kültür ve sanat camiamıza yeni ufuklar açacaktır. Hattın yanında diğer kitap sanatlarının yeni nesillere öğretilmesi, sevdirilmesi ve canlı tutulmasında müstesna bir mevkiinin olacağı söylenebilir.

[email protected]