İstanbul'un kaybolan meslekleri

Doç. Dr. A. Teyfur Erdoğdu / Yazar
18.06.2021

Güllabiciler, sokak aralarında dolaşan akıl hastalarını zapt etmekle, taşkınlık yapanlarıysa sopayla veya kamçıyla yola getirmekle görevliydi. İtiraf edeyim bu mesleğin kaybolmasına hiç üzülmüyorum. Ece Ayhan ne diyor: Babamız dövüldü güllabici odunlarla tımarhanede...


İstanbul'un kaybolan meslekleri

Kaybolan ne varsa aslında çevresiyle birlikte yok oluyor. Bu da kültürde bazen bir değişmeye bazen de bir eksilmeye işaret ediyor. Nostalji veya solastalji bir hastalık mıdır bilmem ama kaybolan hemen hemen her şey sanki az ya da çok acı ve hüzün veriyor (alji eki algos'tan geliyor acı, sızı, hüzün demek). Bu hüznün arkasındaki sebepler içinde mutlaka emeğe saygı var. Diğer bir deyişle her kaybolan meslek ona verilmiş emekleri hatırlayınca hüzne sebep oluyor. Örneğin İstanbul'da semerciliğin kaybolması arkasındaki emekler düşünülünce insanı hüzne gark ediyor. Sonra da güzel bir semerin hele de mesela deriyse artık üretilmiyor olması üzüntü verici. Düşünüyorum ak sakallı bir dede, elinde kocaman bir çuvaldız, vitrinde semer dikiyor. Mevzubahis kaybolan bir yemek ise ne yalan söyleyeyim o yemeği hazırlarken verilen emeğin kaybolmasından çok onu tadamamak beni üzüyor, belki de pis boğazlığımdandır. Bir de kaybolmasından hiç üzülmediğimiz meslekler var: ayıcılar, güllabiciler gibi.

Evet, bu kadar felsefe yeter! Sizler için İstanbul'da kaybolan meslekleri içeren bir cetvel (liste) hazırladım. Herhangi bir kıstas gözetmeden sıralıyorum.

Kıyıda arayıcılar

1. Arayıcılar. Sandallarının altına yarım cam küre rabt etmiş şekilde Boğaziçi kıyılarında değerli eşya arayanlara verilen isimdi. Bunlar bulduklarını satarak geçimlerini sağlarlardı. Ne bulurlardı ki? Demir parçaları vesaire. Nadiren de olsa gümüş kaşık, çatal, ortası delikli para.

2. Muavinler. Eskiden İstanbul içinde minibüs ve otobüslerde bilet kesen, para toplayanlara muavin denirdi. Hatta bazılarının oturacak özel süslü, oryantal koltukları bile olurdu. Bazıları da minibüste kaptanın (sürücünün) yanına besleme gibi sıkışırdı. Eski Türk filmlerine bakarsanız göreceksiniz.

3. Kalemtıraşçılar. Hattatların kalemtıraş ihtiyacını karşılarlardı. İmal ettikleri ihtişamlı gümüş veya altından kalemtıraşlara genelde armut, kalp veya şişe biçimindeki kabartma damgalarını vururlardı. Damgada ustanın adı veya mahlası yazardı. Zamanında bir tane uygun fiyata bulmuştum, keş ki alaydım.

4. Tabakhaneciler. Debbağhanelere (dericilere) sokak köpeklerinin dışkılarını götürenlere denirdi. Köpek dışkılarının biran evvel deriyi tabaklamak için deri işliklerine yetiştirilmesi gerekirdi. Dışkıdaki asit deriyi tabaklamada kullanılırdı. Tabakhaneye b.k yetiştirmek tabiri işte buradan gelir. Eski İstanbul'da neden bu kadar çok başı boş köpek vardı, şimdi daha iyi anlıyoruz değil mi? Mahalleler hakikaten köpek sürüleri tarafından paylaşılarak sahiplenilmişti. Halide Edip Hanım'ın romanlarını ve İstanbul'a gelen seyyahların hayretle anlattıklarını hatırlayalım; çok sayıda başı boş köpek. Hatta bir ara bu köpeklerden ahali illallah demiş ve köpekleri İstanbul'un yakınlarındaki mesken tutulmamış adalarına atmışlardı. Aradan kısa bir süre geçince İstanbul'da büyük bir deprem olmuş, ahali köpeklere yaptıklarının cezası olarak başlarına deprem geldiğine hamlederek köpekleri bir an evvel geri getirmek için adalara adamlar göndermişlerdi. Adamlar adalara çıkınca feci manzaralarla karşılaşırlar: Açlıktan köpekler birbirlerini yemiş, etraf köpek iskeletiyle dolmuştur. Alelacele toplanan sağ kalmış köpekler İstanbul'a geri getirilir. Tabakhaneler İstanbul'da neredeydi hatırlayalım: Kazlıçeşme'de. Surun hemen dışı, su kaynağına dibi. Neden? Çünkü yapılan iş çok pistir. Yıkamak için bolca su lazım, çıkan koku ise cabası. Hatırlatırım deri artıklarıyla beslenen fareler Kazlıçeşme'deki deri işlikleri kaldırılınca komşu semtlerde başa bela olmuşlardı. Bu işliklerde kedilerden büyük koca koca sıçanlar işçiler tarafından eğlence olsun diye avlanır ve sobalara atılarak ısınma için kullanılırdı. Aynen Londra'da 19. yüzyılda kedi-köpek avına çıkan işçiler gibi.

5. Buharcılar. Bunlara 80'lerde şahit oldum. Salacak, Dolmabahçe gibi deniz kenarında veya Çengelköy Havuzbaşı, Ulus Kortel Korusu gibi deniz manzaralı İstanbul tepelerinde araba içinde eğlenenlere buharlarıyla hizmet verirlerdi. Bir lira karşılığında arabanın içine buhar sıkarlar ve arabanın içinin uzunca bir müddet görülmesini engellerlerdi.

6. Dilsiz ve sağır memurlar. Konaklar ve köşklerdeki mahrem toplantılarda hizmet etmek için tutulurlardı. Bunlar sağırdılar ama ağız okuyamazlar mıydı? Belki okurlardı. Ama dilleri yoktu ki anlatsınlar. E yazamazlar mıydı? Özellikle okuma-yazma bilmeyenlerden seçilirlerdi. Çizerek sanki anlatamazlar mıydı? Peki' pantomimle de mi konuşulanları tasvir edemezlerdi? İşte orası çok ilginç. Çünkü bunların kendilerine has işaretler kullandıklarını biliyoruz. Mesela Dahiliye Vekili demek için karın ovuştururlar, Bahriye Vekili demek için sağ el yelken gibi tutup üflerler, Hariciye Vekili demek için de parmaklarla haç yapıp alınlarına götürürlerdi. Ayrıca eski İstanbul halkı bu işaret dilini iyi bilirdi. Çünkü büyüklerin huzurunda konuşmak ayıptı, onun için işaretleşerek iş halledilirdi.

Bina eminleri

7. Koltuk Meyhaneci(si). Meyhane biliyorsunuz kelimesi kelimesine şarapevi demektir. Ama İstanbul'da tüm içkilerin tüketildiği yer anlamında kullanılır. Tabii ki eski meyhanelerimizde viski, rom gibi içkiler bulunmazdı. Koltuk meyhanecisi ise genellikle han yanlarında köşe kapar, gelenler koltuğa yanaşır ve ayakta birkaç tek atardı. Çemberlitaş Vezirhan'ın yanındakini bizzat hatırlıyorum.

8. Mürettipler. Matbaa dijitalleşmeden önce basılacak sayfadaki kurşundan harfleri tersten metne uygun olacak şekilde sıraya dizerler ve tertip ederlerdi. Müthiş dikkat ve sabır işi! Ne yalan söyleyeyim o zamanki kitaplara baktığımda bugünkünden daha az hata görüyorum. Tabii bunda musahhihlerin (düzeltmen) de büyük payı var.

9. Bina eminleri. Binalar yapılırken inşaat masraflarının hesabını tutan, yapı malzemelerini alan, usta ve amelelerin gündeliklerine bakan kişilerdi. Bunlara mimarlar kadar önem verilirdi. Şerefli bir meslekti. Şimdi bu da kalmadı.

10. Küfeciler. Hem pazardan alınan malları hem de evinin yolunu bulamayacak kadar zil zurna sarhoş olanları evlere sevk etmek için küfe kullanırlardı. Küfelik olmak da buradan geliyor. Küfeciler sarhoşu küfesinin içine koyar sırtlayıp yola düşerlerdi. Bugün modern şekli şu olmuş: Siz alkollü iseniz arabanızı otopark görevlisi sürüyor, sizi eve bırakıyor, kendisi de bir şekilde otoparka dönüyor.

11. Güllabiciler. Sokak aralarında dolaşan akıl hastalarını zapt etmekle, taşkınlık yapanlarıysa sopayla veya kamçıyla yola getirmekle görevliydiler. İtiraf edeyim bu mesleğin kaybolmasına hiç üzülmüyorum. Ece Ayhan ne diyor: Babamız dövüldü güllabici odunlarla tımarhanede...

12. Tahtırevancılar. İstanbul'da taşıma için bir zamanlar tahtırevan kullanılırdı. Taht-ı revan malum fil, deve veya atların üzerine yerleştirilmiş süslü kabindir. Bunu önemli kişiler, zengin ve süslü kadınlar kullanırlardı. Bence hiç rahat değil. Arap yarımadasında denemiştim. Sağa sola yalpalayarak gidiyor, insanın içi dışına çıkarıyor.

Üzengi ağaları

13. Rikaptarlar. Üzengi ağasıdır. Yani önemli kişiler ata binerken yanlarında bulunur üzengilerini tutarlardı. Ama işleri sadece bu değildi. Ayrıca eğer takımı ve çizmelerin temizliğinden de sorumluydular.

14. Yedekçiler. İstanbul'da vapur yokken veya konulduğu zamanların başında bir müddet varlığını korudular. Boğazda seyr eden kayıklar mümkün mertebe kıyıya yakın ilerlerlerdi; müşterileri yanaştırmak veya müşteri kapmak için. Ancak sandalcılar yer yer çok güçlü akıntılara direnemediklerinde kıyıya halat atar ve yardım alırlardı. İşte kıyıda, sandalcılara yardım edenlere yedekçi denirdi. Bunlar çok güçlü adamlardı, tam anlamıyla izbanduttular.

15. Ayıcılar. Eskiden mahalle aralarında ayılarıyla gösteri yapanlara denirdi. Bunlar yavru ayıları tutar, kızgın saç üzerinde def çalarak aylarca şartlarlardı (şartlı refleks). Eğitimleri bittikten sonra da bu ayıları sokak sokak dolaştırarak para kazanırlardı. Bazen anne ayı yavrusuyla birlikte def eşliğinde oynatılırdı. Şimdi fark ettim ki bu mesleğin kaybolması ayılar adına iyi olmuş ama ben yine de o gösterilerde küçükken yaşadığım heyecanı unutamıyorum. Demirler arkasında değil mahallede dibimizde koskoca ayı ayağa kalkmış sağa sola yalpalayarak "oynuyor"!

Parandeci Yahudiler

16. Parandebazlar. Bakmayın siz TDK'nın perende yazdığına, doğrusu parandedir. TDK bir türlü, imla meselesini çözemedi. Bir ara film için filim yazdılar, sonra da flim. Daha ne diyeyim! Parandeciler sokak aralarında veya Cinci meydanı (Kadırga) gibi boş arsalarda takla atarak gösteri yaparlardı. Genellikle bu işi Yahudiler sahiplenmişti

İşte böyle. Kaybolan mesleklerle şehrin çehresi de değişti. Değiştikçe nostalji veya solastalji hastalarını derinden yaraladı. Bugün var olup da yarın olmayacak meslekleri tahmin işini ise fütüristlere bırakıyorum. Sizlere ilginç bir karikatürü hatırlatmak istiyorum. İnsan bilim-kurgu yaparken bile bazı şeyleri hayal etmesi mümkün olmuyor; pilotun kıyafetine dikkat ediniz!

[email protected]