İstikamet müzakere!

Prof. Dr. Mesut Yeğen / İstanbul Şehir Ünv. Öğr. Üyesi
9.03.2013

Müzakerenin son ve asıl safhasının sahadaki esas aktörü olacağından BDP’ye çok iş düşecek. Hem silahsızlanmayı mümkün kılacak, hem de PKK’de ve Kürtlerde kuvvetli bir “bunun için miydi” duygusu yaratmayacak bir anayasal reform formülünü Ak Parti’yle birlikte inşa etmek BDP’ye düşüyor.


İstikamet müzakere!

Devlet ve PKKyeniden müzakere masasında. Kürt meselesi siyasetinin taraflarını müzakere masasına döndüren esas sebep, ilk bakışta, bir zamandır içinde debelenip durduğumuz rutin gibi görünüyor. Malum, bir süredir, tarafların vaatlerini gerçekleştiremediği, devletin PKK’yi ‘yenemediği’, PKK’nin de Kürtleri ayaklandıramadığı bir rutinin içinde yuvarlanıp gidiyorduk. Sri Lanka modelinin işlemediği, Kürtlerin de “Devrimci Halk Savaşı”nın peşine düşmediği bu rutin, bu askeri-siyasi çıkmaz, müzakere masasına dönmek, yeni bir şeyler yapmak için yeterli bir sebep olmakla beraber, tarafları müzakere masasına geri döndüren, bu rutinden ziyade, bu rutin esnasında oluşan riskler oldu sanırım. Devlet ve PKK, sözünü ettiğim rutine doydukları için değil, mezkur rutin esnasında tarafları zorlu kararlar almaya sevk edebilecek yeni ihtimaller belirdiğinden müzakereye döndüler.

Mecburiyetler neler?

Bu yeni ihtimalleri besleyen kaynakların büyük kısmı ‘ülke-dışı’, lakin hepsi Kürtler ve Kürdistan’la ilgili. Malum, ülke-dışı durum şu: Suriye kökten bir istikrarsızlığa düşmüş durumda, Irak’ta istikrarsızlık an meselesi, İran ise istikrarsızlaşma sırasını bekliyor. Bütün bu istikrarsızlık hallerinin mekânsal zemini tümden olmasa da, büyük kısmıyla Kürdistan, bütün bu istikrarsızlık hallerinin önemli aktörlerinden biri Kürtler.

Bu durumun, Kürdistan’ın istikrarsızlık coğrafyasının kalbinde, Kürtlerin de istikrasızlık durumunun esas aktörlerinden biri oluşunun manası şu: Yakın bir zamanda, Kürdistan’ın her bir yerinde, Kürtler ve temsilcileri 1. Dünya Savaşı sonrası oluşan statükoyu zorlayacak majör bir kısım kararlar almak durumunda kalabilir. Fiili sonucu her ne olursa olsun, bu türden majör kararların Kürt meselesinin Türkiye’deki seyrine muhtemel etkisi Kürt meselesinin içinde cereyan ettiği, bizim de epey bir zamandır alıştığımız ana çerçeveyi ayakta tutan iki büyük parametrenin hızla değişmesi olur. Türkiye’de Kürt meselesinin içinde cereyan ettiği çerçevenin iki büyük parametresi derken de meseleyi sürükleyen aktörden ve programdan söz ediyorum. Malum, Türkiye’de Kürt meselesi aşağı yukarı yirmi senedir Abdullah Öcalan ve onun liderliğine tabi PKK ve BDP hattı tarafından taşınıyor ve bu aktörler Türkiye-içi bir çözüm programına sadık olageldi.

Şimdi, Kürtlerin ve Kürdistan’ın merkezinde bulunduğu mevcut ve müstakbel istikrarsızlık zemini bu iki parametrenin de sarsılması riskini üretmiş durumda. Kanaatim o ki, bugün devlet, Öcalan, PKK ve BDP, hepsi birden hevesle müzakere masasındaysa tam da bu risk yüzünden.

Söz konusu zeminin Abdullah Öcalan açısından yarattığı risk ortada: Zemin, Öcalan’ın, hem örgüte liderlik etmekteki, hem de Kürt siyasetine program üretmekteki rakipsizliğini sürdürmesini zorlaştıracak bir biçimde dönüşüyor. Örgütle ondört senedir süren fiziki irtibatsızlığın yarattığı sıkıntılara, PKK’nin bölgedeki gelişmelere bağlı olarak köklü kararlar alabilme ihtimali ekleniyor. Bu durum, ortada henüz bu yönde kuvvetli işaretler mevcut olmamakla birlikte, Öcalan’ın siyasi ve ideolojik önderlikteki rakipsizliğini sarsabilecek bir ortamın oluştuğuna işaret ediyor. Müzakere masasında olmak ve hele de devletin de uzlaştığı bir çözümü inşa edebilmek, bu ortamın oluşmasını durdurabileceğinden müzakere Öcalan için makul bir seçenek görünüyor.

Sözünü ettiğim ortam PKK için yeni imkanlar üretiyor görünmekle birlikte PKK’nin de kısıtları çok. En başta şu sıkıntı var: Mezkur ortam PKK’yi şimdiye kadar sadık kaldığı Türkiye-içi çözüm programından uzaklaştırabilecek ve hatta Öcalan’ın önderliğinden ‘özgürleştirebilecek’ kararlar almaya sevk edebilir. Ancak Öcalan’ın önderliğinden mahrum bir PKK’nin örgütsel bütünlüğünü devam ettirmesi neredeyse imkansıza yakın. Keza, hem Öcalan’ın önderliğinden ‘özgürleşmek’ hem de şimdiye kadar sadık kalınan Türkiye-içi çözüm programından uzaklaşmak, PKK’nin ardındaki cömert kitlesel desteğin zayıflamasına sebep olabilir. Az biraz değişiyor görünmekle birlikte, işaretler Türkiye Kürtlerinin halen büyük kısmıyla Türkiye-içi bir çözüm programın ardında durduğunu ve yakın gelecekte de durmaya devam edeceğini gösteriyor. Bu durumda, Türkiye Kürtlerini İran, (Şii) Irak ve Suriye hattıyla boğuşan bir Türkiye’nin karşısına dikilmeye razı etmek epey zor görünüyor. Şartların zorlamasıyla rota ve program değiştirecek bir PKK, şimdiye kadar arkasında bulduğu kitlesel, lojistik ve manevi desteği aynı biçimde arkasında bulamayabilir. Üstelik, Suriye ve İran Kürdistan’ında PKK için oluşabilecek imkanların Irak Kürdistan’ında tekrarlanmayacağı da ortada. Bu durumda, PKK açısından da müzakere etmenin rasyonel bir tarafı var. Ancak, ‘şartların çekiciliği’ müzakere çizgisinden uzaklaşmak riskini en rahatlıkla alabilecek aktörün PKK olabileceğini gösteriyor.

Müzakere oryantalizmi

Devlet açısından da riskler hiç de hafife alınabilir gibi değil. Öcalan’ın liderliğinden ‘özgürleşmiş’ ve Türkiye-içi bir çözüm programından uzaklaşmış bir Kürt hareketinin, işi zor görünse de, Türkiye Kürtlerinin ne kadarını bu türden bir yeni programın ardından sürükleyebileceği muamma. Suriye’de ve İran’da kitlesel bir destek bulabilen PKK Türkiye Kürtlerinin de kayda değer bir kısmını mevcuttan farklı bir programın peşine düşürebilirse, bu hem Türkiye’nin hem de Türkiye’nin ardında duran uluslararası güçlerin başını ağrıtır. Bu durumda, Öcalan’ın önderliği henüz sabitken ve henüz Kürtler Türkiye-içi bir programa sadıkken bir çözüm olanağı yaratmak, Türkiye için de akılcı görünüyor.

Devlet, Öcalan ve PKK müzakereye mecbur kalmış olmakla birlikte müzakereler (kimi kalem erbabının iddia ettiği gibi) bitmiş, tamamlanmış, silahsızlanma garanti edilmiş değil. Öcalan’ın devletle bir yol haritası üzerine uzlaştığı kesin olmakla beraber, bu uzlaşmanın PKK tarafından mevcut biçimiyle kabul edilip edilmeyeceği, edilmediği takdirde PKK tarafından önerilecek değişiklik taleplerinin devlet tarafından kabul edilip edilmeyeceği belirsiz. Durum bu olmakla beraber, kimi kalem erbabı, devletle Öcalan arasından varılan uzlaşmanın “bu iş burada biter, herkes evine” şeklinde anlaşılmasını istiyor. Burada, bir dönem Kemalistlerin gark olduğu oryantalizmin başka bir biçimiyle karşı karşıyayız belli ki. Kürt meselesinin hacmini, Kürt siyasetinin derinliğini hesaba katmadan, Kürt siyasetinin ve Kürt kitlelerinin ‘sindiremeyeceklerinin’ olduğunu görmezden gelip, “önderiniz, (Kemalistler ağanız, şeyhiniz derdi) kabul etti ya, size ne söz düşer” demeye getiriyor yeni-oryantalistlerimiz.

Müzakere oryantalistleri “bu iş bitti, Kürtler evine” derken, siyasi alemde kendine bir gıdım dahi yer açamamış bir kısım solcu da ufuktaki cehennem ihtimalini görüp önlerine çıkan imkanı kullanmaya niyetlenen Kürtlere akıl veriyor: “Ak Parti’ye, devlete güvenmeyin sakın”. Bu neviden solun artık idrak etmesi gerekiyor: Kürt siyaseti Ak Parti’yi, devleti manasız bir hıncın hazzına bölünerek algılamıyor; Ak Parti’yi, devleti müzakere edilemez bir düşman olarak değil, mücadele ve müzakere edilebilir meşru bir muarız olarak görüyor. Kendisi gerçek bir siyasi aktör olduğu gibi Ak Parti’yi, devleti de gerçek bir siyasi aktör olarak değerlendiriyor.

Bu neviden solculara kötü bir haberim var: Kürtler müzakere edecek.

Müzakerenin istikameti

Müzakereye dair “Kürtler evine” ya da “Kürtler cepheye” demekten öteye geçmeyen bu harcıalem pozisyonları bir tarafa bırakacak olursak görünen şu: Kürtler, Kürt siyaseti müzakereye başladı ve müzakereyi sürdürecek.

Müzakere sürecinin görünür geleceğinde ise şunlar var. Kandil, Avrupa ve BDP, Öcalan’la devlet arasında varılan mutabakata dair önerilerini Öcalan’a iletecek; Öcalan, gelen önerileri devletle müzakere ederek yeni bir mutabakat metni oluşturacak. Newroz civarında duyurulması planlanan yeni metin muhtemelen hep söylendiği gibi ateşkes, çekilme ve silahsızlanma kademelerini esas alan, ancak reformlar alanında şu ana kadar telaffuz edilen talepleri belki biraz daha kuvvetlice ama muhakkak ki daha muğlak bir dille ifade eden bir metin olacaktır. Sürecin devam edebilmesi için devletin de kabul etmesi gereken bu yeni metnin PKK’de rahatsızlık yaratma ihtimali kuvvetli olmakla birlikte, hem Öcalan metninde reformlar meselesine hakim olacak muğlak dil, hem de PKK’nin müzakereyi, gerçek müzakereler (anayasa değişikliği görüşmeleri) başlamadan bitiren taraf olarak görünmekten kaçınmak isteyecek olması, PKK’nin ateşkes ilanını kabul etmesini ve müzakerenin devam etmesini sağlayacaktır.

Ateşkesin ardından sürece dönük kamuoyu desteğinin artacak olması ve devletin atacağı iyileştirme adımları PKK’nin Türkiye dışına çekilmeye itiraz etmesini de güçleştirecektir. Hem ateşkes, hem de çekilme safhalarında olması gerektiğini düşündüğünden daha azına rıza gösterecek gibi görünen PKK’nin muhtemel itiraz zamanı son safhada, “silahsızlanmaya karşılık anayasal reform” safhasında gelecektir. Bu son safha 2013’ün sonuna yetişmesi gerektiğinden, oluşacak zaman baskısı, PKK’nin muhtemelen talep edeceği anayasal değişikliklerin ardında güçlü bir Kürt kamuoyunun oluşu ve tabii ki aslında silahsızlanmayı sağlayacak olanın bu safha olması, PKK’nin sesinin en güçlü bu safhada çıkmasının önünü açacaktır. Başta sözünü ettiğim ve herkes için risk içeren yeni bölgesel vasatın içine düşmekten, Kürt kamuoyu nazarında çözümsüzlüğün müsebbibi damgasını yemekten, Öcalan’ın önderliğinden özgürleşmek ihtimalinden sakınmak isteyecekse de, tasavvur ettiklerinden çok azına rıza göstermeye zorlanırsa, PKK bu aşamada her şeye boş verip müzakereyi bitirebilir.

Adil ve kanaatkar olmak

Bu son safhanın bu türden bir sonla neticelenmemesi için herkesin, hepimizin bir şeyler yapması, hem PKK’yi hem de Ak Parti’yi ‘serbest’ bırakmaması gerekiyor. Bu son safhanın belki PKK kadar önemli bir aktörünün BDP olacağı belli. Müzakerenin son ve asıl safhasının sahadaki esas aktörü olacağından BDP’ye çok iş düşecek. Hem silahsızlanmayı mümkün kılacak, hem de PKK’de ve Kürtlerde kuvvetli bir “bunun için miydi” duygusu yaratmayacak bir anayasal reform formülünü Ak Parti’yle birlikte inşa etmek BDP’ye düşüyor. Ancak, BDP’nin önünde şimdiden büyük bir risk duruyor: Kürtlerin kendini yönetmesini sağlayacak türden reformların başkanlığı sağlayacak reformlara teyellenmiş oluşu. Oluşumuna Kürt siyasetinin de katkıda bulunduğu bu durum, Ak Parti başkanlık talebinden vazgeçerse Kürtler de özyönetim talebinden vazgeçmelidir psikolojisinin yerleşmesine vesile oluyor. Hem bu psikolojinin kalıcılaşmasının önüne geçmek, hem de PKK’nin, Kürtlerin ve Türkiye’nin hazmedebileceği sihirli anayasal çözüm formülünü adım adım inşa etmek sorumluluğu BDP’nin. Öte yandan, bu son safhanın edebince, uyarınca bitmesini sağlamak sorumluluğunu tümden BDP’ye yıkmak elbette insafsızlık olur. Herkesin, hepimizin yapabilecekleri var.
İşe, Ak Parti’ye “olabildiğince adil”, PKK’ye “olabildiğinden kanaatkar ol” diyerek başlayabiliriz.

[email protected]