İstikrar sağlayıcı güç: Türkiye

Prof. Dr. Zakir Avşar / AHBV Üniveritesi İletişim Fakültesi Dekanı
16.04.2022

İletişim Başkanı Fahrettin Altun; Dünya Sağlık Örgütü, BM ve NATO gibi kuruluşların yapısının değişikliğe uğramasının bir gereklilik olduğunun altını çizmekte ve Türkiye'nin çeşitlilik, eşitlik ve erişilebilirliği temel alan reform önerilerinin dikkate alınması gerektiğini belirtmektedir.


İstikrar sağlayıcı güç: Türkiye

Ekonomik krizler, iç savaşlar, yoksulluk, kıtlık, göçmen krizleri, sağlık sorunları ve pek çok küresel sıkıntı geçtiğimiz 20 yıla damgasını vurdu. Özellikle Soğuk Savaş ile başlayan süreç dünyanın seyrini farklı bir noktaya taşıdı ve devamında gelen ekonomik durulmalar, iç savaşlar, etnik çatışmalar, insani yardım felaketleri uluslararası kuruluşlara duyulan ihtiyacı ortaya çıkardı. Ancak uluslararası sahada uzun yıllardır devam edegelen çatışmalar ve sıkıntıların herhangi bir çözüme ulaşmaması, aksine daha çetrefilli hale gelmesi dünya uluslarının küresel bir kaosa sürüklenmesine sebep oldu.

Özgürlüklerin zemini daraldı

Bu durumun tarihsel seyrine bakıldığında; 21. yüzyılın başında yaşanan "İkiz Kuleler Saldırısı"nın dünyanın farklı bir yere doğru yönelmesine sebep olduğunu, güvenlikçi politikaların öne çıktığını, özgürlüklerin zemininin daraldığını görmekteyiz. Özellikle ABD'nin gittikçe daha fazla militarize olarak, insanların günlük hayatlarını dahi kontrole başladığı, güvenlik kameralarını havaalanları, alışveriş merkezleri, hastaneler, okullar ve hatta üniversite kampüslerinde konuşlandırdığı, bununla da yetinmeyip ulusal güvenliği koruma kisvesi altında ırkçı fişlemelere başvurduğu görülmektedir. Bilhassa ABD'de yaşayan Müslümanlara yönelik bu tavırlar, zaman içerisinde yabancı düşmanlığı haline gelmiş ve sonuçta dünyadaki bütün Müslümanları hedef alan bir büyüklüğe ulamış; İslamofobi/ İslam korkusu olarak kavramsallaştırılmakla birlikte bir İslam karşıtlığına, hatta düşmanlığına dönüşmüştür.

Bu aşamadan sonra "yabancı" olarak görülenler sabitlenemeyen bir kategori haline gelmiştir. Şimdi Balibar'ın ifadeleriyle; "Bir Portekizli bir İspanyol'dan daha çok, bir Arap ya da Siyah'tan daha az 'göçmen' olmuştur". Uluslararası kuruluşların ve toplulukların kimlerin göçmen olduğuna dair farklı ve adil olmayan yaklaşımları sebebiyle Suriye'de yaşananlar bir göç krizine neden olmuştur. Göçmenliği ulus-devlet sınırları dışında kalan ve yurttaşlık üzerinden betimlenerek dışlayıcı bir tanımlamaya bağlı kalarak değil, çağdaş politikanın kurucu bir koşulu olarak ele almak gerekliliği ortaya çıkmıştır.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun'un ABD ve Birleşik Krallık'ta faaliyet gösteren Academica Press tarafından basılan 2021 tarihli Türkiye as a Stabilizing Power in an Age of Turmoil (Küresel Kaos Çağında İstikrar Sağlayıcı Bir Güç: Türkiye) isimli son kitabı küresel sistemde yaşanan bu karışıklıklara ışık tutmakta ve Türkiye'nin bu ortamdaki düzen sağlayıcı rolüne odaklanmaktadır.

'Önce ülke' sorunlu yaklaşımı

Mevcut uluslararası sistemin eksiklerinin örnek olaylar üzerinden anlatıldığı eser, uluslararası kurumların çözülmesinin nasıl gerçekleştiğini, uluslararası toplumun çatışmaları ve uluslararası insani yardım krizlerini çözmedeki başarısızlığını açıklayan bir anlatı yoluyla son yirmi yılın kısa bir özetini sunmaktadır. Ayrıca, küresel düzenin gidişatını tehdit eden popülizm ve "önce ülke" yaklaşımlarının tehlikelerine odaklanmaktadır.

Kitap, uluslararası kurumları, insani yardım sıkıntılarını, çatışma çözümlerini ve aşırı sağ grupların yükselişini ve "önce ülke" yaklaşımlarını ele alan dört bölümü içermektedir. Bu bölümler, ele alınan konuyla ilgili mevcut durumu sunmanın yanı sıra Türkiye'nin her bir konudaki konumunu, tutumunu ve yaklaşımını da incelemeye almaktadır. Uluslararası toplulukların insani destek bağlamındaki başarısızlıklarının anlatıldığı kitapta, Birleşmiş Milletler, NATO gibi kurumların yanısıra Covid-19 pandemisiyle bağlantılı küresel sağlık krizi ve Türkiye'nin bu konulardaki reform önerileri ele alınmaktadır. Kitapta ayrıca Kıbrıs meselesi, Türkiye'nin Orta Doğu üzerinden Suriye'ye yaklaşımı, Irak ile topluluklararası diyaloglara Türkiye'nin taahhütü, İran'ın nükleer sorununa yönelik Türkiye'nin çabaları, Libya'da bölgesel istikrarı sağlama açısından Türkiye'nin girişimleri ve Suriye'deki iç savaşın Türkiye'nin kapısına dayanması sonucu yaşananlar gibi Türkiye'nin stratejik konumunu ön plana çıkaran önemli ve bir hayli kritik meseleler tartışılmaktadır.

Dışlayıcı ve yereli temel alan yaklaşımlardan uzak durulması ihtiyacının temel ilkelerden biri olarak ele alındığı kitapta, Altun; "günümüz siyasi liderlerinin dünyamızı tehdit eden küresel sorunlarla mücadele ederken güçlerini kullanma şekillerinin insanlığın kolektif geleceğini belirleyeceğini" vurgulamaktadır. Çalışmada, çağımızın en önemli sıkıntılarını temel alarak yapıcı bir diyalog çerçevesinde, özellikle az gelişmiş ulusları yıkan ve yok eden uluslararası sistemin sorunlarının çözümüne öneride bulunmak amaçlanmaktadır.

Orantısız yoksulluk dağılımı

Kitabın ilk bölümünde uluslararası kuruluşların insani yardım ulaştırması hususundaki bugünkü başarısızlıklarının tarihsel kökenlerine odaklanılmaktadır. Yazar, son 10 yılda iç savaşlar ve çatışmalarla beraber dünyadaki göçmen ve yerinden edilmiş insan sayısının hızla arttığını vurgulamakta ve bu krizler esnasında dünyadaki hükümetlerin bu yükü paylaşmaya yönelik adım atma konusunda isteksiz olduklarından, göçmen yardım örgütlerinin insanların en temel ihtiyaçlarını karşılamada başarısız olduklarından ve uluslararası toplulukların acilen yardım göndermek için ağ altyapısını oluşturmada eksik kaldığından bahsetmektedir. Bu bağlamda Altun'a göre; Suriye sorunu, savunmasız topraklara insani yardımla ilgili daha büyük meselelerin bir mikrokozmosu olarak hizmet etmektedir. Eserde, Avrupa'nın sınırlarını kapatarak çitlerle ülkelere girişleri durdurmaya çalıştığı bir dönemde, Türkiye'nin Suriye konusundaki insani yardım desteğinin "açık kapı" politikası ile kurulduğu belirtilmekte, uluslararası toplulukların ve kuruluşların ise yeterli desteği sağlamaktan uzak olduğu anlatılmaktadır. Kitap aynı zamanda bölgeler arasında orantısız bir şekilde dağılmış yoksulluğu da konu edinmektedir. Özelikle sağlık ve eğitime ulaşmadaki eşitsizlikleri çözme konusunda gelişmiş ülkelerin çözümlerinin yetersiz olmasına rağmen, Türkiye'nin insani yardım ve desteğinin rekor seviyelerde olmasına dikkat çekilmektedir.

İkinci bölümde uluslararası kuruluşların bu başarısızlıklarının küresel sisteme yansımaları incelenmektedir. Uluslararası kuruluşların, uluslararası sistemin var olan ve devam eden sorunlarını çözmede daha fazla etkili ve işlevsel olması gerektiği yönündeki fikir birliğine rağmen, bir değişiklik yapılması açısından çok fazla çaba olmadığını vurgulayan Altun; bu durumun uluslararası sistemin itibarı ve güvenilirliği için maliyetli olduğu ve bölgesel istikrarsızlık ve ihlal vakalarını arttırdığını belirtmektedir. Covid-19'dan, yerinden edilmiş milyonlarca göçmene kadar bu uluslararası krizlerin etkili bir şekilde çözüme ulaştırılması için topluca hareket etmenin bir gereklilik olduğu konusunda kuşkuya yer kalmadığını belirten Altun, şu an var olan sistemin uluslararası ilişkilere herhangi bir istikrar sağlayamayacağını ve Batılı ülkelerdeki hükümet değişiklikleri ve küresel olarak daha ilgili cumhurbaşkanları ya da başkanların gelmesinin tek başına uzun vadede anlamlı değişiklikler getiremeyeceğini vurgulamaktadır. Yapısal ve fikirsel değişikliklere ihtiyaç olduğunu söyleyen yazar, önümüzdeki yıllarda özellikle savaş, kıtlık ya da iklim değişikliğinin sebep olduğu insani yardım felaketlerinde bu ihtiyacın belirginleşeceği görüşündedir. Altun, son yirmi yılda gerçekleşen olaylarda Türkiye'nin tutumunun her daim çözüm odaklı olduğu ve uluslararası kuruluşların üzerine düşeni artık yapamadığının kabul edilmesi gerektiğine dair uyarılarda bulunduğunu kayıt düşmektedir. Ancak yine de ülkeler ve uluslararası kuruluşlar kolektif bir şekilde ilerlemek yerine kendi çıkarlarını her şeyin üstünde tutarak hem birbirlerini kısıtlama yolunu seçmiş hem de küresel krizlerin büyümesine katkıda bulunmuşlardır. Altun; bu bağlamda Dünya Sağlık Örgütü, Birleşmiş Milletler ve NATO gibi kuruluşların yapısının değişikliğe uğramasının bir gereklilik olduğunun altını çizmekte ve Türkiye'nin çeşitlilik, eşitlik ve erişilebilirliği temel alan reform önerilerinin dikkate alınması gerektiğini belirtmektedir.

Çözülmemiş çatışmalar

Üçüncü bölüm dünyaya güvensizliği yayan ve bölgelerin istikrarını bozan çözülmemiş çatışmalara odaklanmaktadır. Bu bağlamda bu bölümde Kıbrıs sorunu, Suriye çatışması, savaş sonrası Irak, İran'ın nükleer sorunu ve Libya gibi uluslararası örnek vakalar ele alınarak BM ve NATO gibi uluslararası kuruluşların bu vakalardaki fonksiyonları analiz edilmektedir. Bölümde ayrıca Türkiye'nin bu örnek vakalardaki yapıcı rolü ve bölgesel istikrar ve huzurun sağlanması yönündeki dış politika hedeflerine vurgu yapılmaktadır. Türkiye'nin bölüme konu olan bölgelerde barış ve istikrar sağlama çabalarının aksine pek çok güçlü ulusun "Önce ulusal çıkarlar" yaklaşımını benimsemesini Altun; insani krizlerin artması, savaşların sürmesi ve çatışmaların kötüye gitmesinin sebebi olarak yorumlamaktadır. Ancak altı çizilen nokta; Türkiye'nin çabalarının bu çatışmaları çözüme ulaştırmada tek başına yeterli olamayacağı ve uluslararası topluluklar ve onların uluslarının diplomatik, politik ve ekonomik olarak bu yükü paylaşmak zorunda olduklarıdır.

Politik popülizm

Dördüncü ve son bölüm ise uluslararası sistemdeki politik popülizm, sağ kanat aşırılık ve ulusal çıkarları korumak için uluslararası kuruluşlardan rehberlik veya destek aramaya gerek kalmadan tek taraflılığa dayanan "önce ulus" yaklaşımlarına odaklanmaktadır.

Dünyada son on yılda yükselen aşırı sağ hareketler, ayrımcılık ve yabancı düşmanlığına varan yaklaşımların ele alındığı bölümde, özellikle 11 Eylül'ün ardından başlayan ve göçmen karşıtı politikalara ve insanlık krizlerine dönüşerek hem bölgesel hem küresel ticareti etkileyen İslamofobi üzerinde durulmuştur. Barış ve toplumların bir arada yaşamasını tehdit eder hale gelen İslamofobi konusunda Türkiye'nin uluslararası topluluklara, özellikle Batılı toplumlara yönelik uyarılarının da konu edildiği bölüm, İslamofobik ve göçmen karşıtı hareketlerin engellenmediği takdirde dünyanın anti-Semitizm ve ırkçılık gibi olumsuz durumlarla karşılaşacağı gerçeğini dile getirerek son bulmaktadır.

Altun'un Rusya- Ukrayna savaşının hemen öncesinde yayınlanan eserinde işaret ettiği ırkçılık, yabancı düşmanlığı, İslam karşıtlığı pratikleri, aslında bu savaş ile birlikte ABD'nin ve Batı'nın olayları ele alırken gösterdiği tavır nedeniyle, yazarın ne kadar isabetli bir yerden baktığını da göstermektedir. Suriye'den ve dünyanın doğusundan mazlum, mağdur, yerinden yurdundan edilmiş insanlara ten, saç ve göz renkleri ile ifade edilen yaklaşımlar ile "sarı saçlı, mavi gözlü" Ukraynalı mazlum ve mağdurlara yaklaşımlar arasındaki fark, tam da Altun'un anlattığı zihniyeti ortaya koymaktadır. Kaldı ki, gerek ABD, gerek Avrupa Birliği ülkeleri sarı saçlı, mavi gözlü mağdurlara bile bir yere kadar, belli bir sayıda ancak kapılarını açacağının işaretini vermiştir.

Kaynaklar

Altun, F. (2021). Türkiye as a Stabilizing Power in an Age of Turmoil. Academica Press.

Balibar, E. (2000). Irkçılık ve Kriz. (Der.). Etienne Balibar ve Immanuel Wallerstein. Irk, Ulus, Sınıf içinde. Metis Yayınları.

Denzin, N. K. (2009). On Understanding Emotion. Transaction Publishers.

Nail, T. (2015). The Figure of the Migrant. Stanford University Press.