İstikrarlaştırıcı güç Türkiye

Prof. Dr. Bengül Güngörmez / Bursa Uludağ Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü
26.11.2022

Fahrettin Altun, Batılılaşma ve modernleşme hikayemizi özetlerken, şu can alıcı sorunun önceden Türkiye lehine cevaplanamadığını, bugün ise cevaplanabileceğini ifade ediyor: "Türkiye, dışarıdan yönlendirilen, krizlerle uğraşmaya devam eden bir ülke mi olacak, yoksa biriken sorunlarına yapısal çözümler bularak uluslararası arenada varlık ve iddia sahibi bir aktör mü olacak?"


İstikrarlaştırıcı güç Türkiye

Machiavelli'den bu yana politika ahlak kavramını dışarda bırakan, dolayısıyla da metafizik alanla, yani aşkınlıkla ilişki kurmayan bir şey haline gelmiş, politik alan aşkın alandan bağımsızlaşarak otonomi kazanmıştır. Klasik dünyada ahlak en az politika kadar önem taşıyordu. Politikayı ahlaki olanla düşünmek olağandı. Modern dünyada ise ahlak bir tarafa bırakılarak "çıkarlar" ön plana geçmiştir. Ya da bu anlayışa uygun yeni bir politik etik doğmuştur. Bazıları tarafından politikanın karanlık yönünü temsil ettiği düşünüldüğü için "şeytanın ideologu" gibi kötücül bir unvanla adlandırılmış olan Machiavelli'nin dediği gibi, başka hiçbir şey değil ama yöneten prensin çıkarı önemlidir. Çünkü olması gerekenle olan arasında korkunç bir uçurum vardır. Bu yüzden tarihe bakan Machiavelli şöyle söylemiştir: "Nasıl yaşanması gerekenle, gerçekten yaşanan arasında öyle büyük bir ayrım vardır ki, var olan yerine olması gerekenin peşine düşen kişi, kurtuluşunu değil, yıkımını öğrenmiş olur: çünkü her zaman iyi olmak isteyen birinin bunca iyi olmayan arasında yıkıma uğraması kaçınılmazdır. Bu nedenle iktidarda kalmak isteyen bir prensin iyi olmamayı öğrenmesi, böyle davranması, gerektiğinde de böyle davranmaması gerekir" (Niccolo Machiavelli, Prens, Oğlak Yayıncılık, İstanbul, 2002, s.127-128) Machiavelli'nin çizdiği politik anlayış günümüz dünyasının da politik anlayışıdır ancak önemli bir farkla. Machiavelli en azından bize prensin tuttuğu yolun ahlaklı olduğunu söylemez. Siz ahlaklı olmak istiyorsanız dinin yolundan gidebilirsiniz, benim bahsettiğim yol ahlaki değildir der. Modern politikacılar ise çıkarları için hareket ederlerken bir de çıkarlarını ahlaki kodlarla süslerler. Söz gelimi Afganistan'ı, Irak'ı, Suriye'yi işgal eden Batı'nın güçlü devletleri, demokrasiyi ve insan haklarını bahane ederek bu ülkeleri işgal ve talan etmişlerdir. Nasyonal Sosyalistler, Marksist-Leninistler, kendi ideolojilerini ve cinayetlerini ulusun yüceltilmesi, ezilenlerin kurtuluşu gibi değer yüklü ifadelerin altında gizlemişlerdir.

Güçlü devletlerin büyük çıkarları

Ne yazık ki çağımızda çok az politikacı ahlaki olmayan edimlerinin ahlaki olmadığını söylemektedir. Sadece tek tek politikacılar, liderler değil, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği gibi oluşumlar da evrensellik, insan hakları, mazlumların hakları vb gibi sözde ahlaki değerlerin arkasına sığınıp tüm dünyanın değil, sadece güçlü devletlerin çıkarlarını korumuşlardır. "Küresel Belirsizlik Çağında İstikrarlaştırıcı Güç Türkiye" başlığıyla önemli bir eser kaleme alan Fahrettin Altun, kitabında bu durumu pek çok yönüyle fevkalade analiz ediyor. Altun, bir yandan Batılı toplumların pek fazla güvendiği uluslararası kurumların işe yaramazlığını, uluslararası norm ve prensiplerin sadece sözde değer ve kurallar ürettiğini güncel ve tarihsel örneklerle teferruatıyla değerlendirirken öte yandan Türkiye'nin böyle bir belirsizlik çağında Batılı devletlerin yaptığı gibi bir medeniyetler çatışmasını körüklemeyi değil, barışçı stratejileri hayata geçirmeye çalıştığını, istikrarlı ve huzurlu bir çevrenin oluşmasını hedeflediğini ifade ediyor. Dolayısıyla Türkiye, istikrarlaştırıcı bir güç olarak çevre ülkelerdeki kriz ve çatışmaların barışçı yollarla çözümü için bir yandan adım atarken, öte yandan kendi kadim çıkarlarını da koruma politikası gütmektedir.

Söz konusu kitabın başlangıç bölümündeki ülkemiz modernleşme ve Batılılaşma tecrübesinin kritiği oldukça dikkat çekici. Altun sade ama şık diliyle, Batılılaşma ve modernleşme hikayemizi özetlerken şu can alıcı sorunun önceden Türkiye lehine cevaplanamadığını bugün ise cevaplanabileceğini ifade ediyor: "Türkiye, dışarıdan yönlendirilen, krizlerle uğraşmaya devam eden bir ülke mi olacak, yoksa biriken sorunlarına yapısal çözümler bularak uluslararası arenada varlık ve iddia sahibi bir aktör mü olacak? (Altun Fahrettin, Küresel Belirsizlik Çağında İstikrarlaştırıcı Güç Türkiye, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2022, s. 11) 2002 Kasım seçimlerini bir milat olarak gören Altun, o günden itibaren günümüze kadar gelen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki siyasi hareketi bu çok önemli soruya bir cevap verme girişimi olarak görmektedir. Gerçekten de Türkiye, bugün sadece oyun bozan bir ülke olarak değil oyunu kuran bir ülke olarak da güç ve varlık göstermektedir. Altun'a göre bu rolüyle Türkiye Müslüman dünya için de, mazlum coğrafyalar için de bir umut ve rol kaynağıdır.

Çözüm siyasetten geçer

Altun ayrıca çok önemli bir meseleye daha işaret etmektedir. Ona göre, 2000'li yılların başındaki en önemli soru Batılılaşma ve modernleşme arasında bir ayrım yapılıp yapılamayacağı, Batılılaşma paradigması dışında bir modernleşme pratiğinin mümkün olup olamayacağı hususundaydı. Yani Batıcılaşma paradigmasına teslim olmadan özgün bir kalkınma ve modernleşme modeli üretilebilir mi? Altun'a göre bu sorunun çözümü siyasetten geçmektedir. Zira kendi çalışması da söz konusu dönüşümün son dönem dış politikasına nasıl yansıdığıyla ilgili.

Yine Altun eserinin, Türkiye'nin küresel düzeyde adaletin tesis edilmesi ve Suriye'den Libya'ya, Afrika'dan Ukrayna'ya kadar yayılan geniş coğrafyada istikrarın sağlanması adına yaptığı somut katkıların fark edilmesi ve hakkının teslim edilmesi için bir çağrı niteliğinde olduğunu ifade ediyor. Altun bu çalışmayı aynı zamanda Türkiye As a Stabilizing Power in an Age of Turmoil adıyla Washington D.C: ve Londra da yayınlamış ve Türkiye'nin kendisine karşı oluşturulan kara propagandaya da bir cevap olarak uluslar arası arenada kendisini açık bir şekilde ifade etmesine zemin hazırlamıştır. Bütün bu tespitlerin ışığında Altun, kitabında tarafsızlığın mümkün olmadığını, Büyük ve güçlü Türkiye'nin, "Türkiye Yüzyılı" ülküsünün tarafı olduğunu ifade ediyor. Evet taraf olmak zorundayız. Büyük şair Arif Nihat Asya memleketinin tarafındaydı ve şiirinde şöyle diyordu: "Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek, Dağlardan çektiriler, kalyonlar çekilecek, Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek. Yürü hala ne diye oyunda oynaştasın? Fatihin İstanbul'u fethettiği yaştasın. Sen de geçebilirsin yardan, anadan , serden... Senin de destanını okuyalım ezberden... Haberin yok gibidir taşıdığın değerden...Elde sensin, dilde sen, gönüldesin baştasın...Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!"

Bugün bazı insanlar ya da siyasi gruplar siyasi çıkarları için ABD ile Batılı güçler ile hatta PKK-PYD, FETÖ gibi terör örgütleriyle oynaşta olabilirler. Nitekim Türkiye'de Kıbrıs dahil olmak üzere Akdeniz ve çevresindeki, Karadeniz'deki sorunların ileride bir gün başımıza bela olabileceğini hiç düşünmeyen, ya da dert açabileceğine inanmayan bir insan topluluğu var ki evlere şenlik. Onlara göre Türkiye'nin dış sorunlarıyla ilgili attığı her adım neredeyse gereksiz ve keyfi. Politik ve askeri bakımdan kendi kabına sığmayan değil, kendi içine kapanan ya da Batılı devletler ne buyurursa onu yapan bir Türkiye'yi arzuluyorlar. Halbuki Altun'un da ifade ettiği gibi tarafımızı seçmek zorundayız. Bugün altılı masa halk adına hakiki bir siyasi pratiği gerçekleştirecekse isterse onlu, yüzlü masa olsun bir taraf olmak zorundadır. Gerçekten de bu masa hangi tarafta durmaktadır? Türkiye'nin tarafında mı? ABD'nin mi? PKK/PYD'nin mi? FETÖ'nün mü?, Avrupa Birliği'nin mi?.. Hiçbirinin tarafında değiliz diyorlarsa Türkiye'nin çevre ülkelerdeki ve Batı'daki çıkarlarını savunmasını niçin eleştirmektedirler?

Batılıların kurdukları uluslar arası kurumlarla sorunları çözmek yerine çıkarlarını koruduğu bir dünyada Allah'a şükür ki tarafımız bellidir. Devletler antagonizmalar üretirler. Genelde "uygarlar"ın, "medeniler"in ve "demokratlar"ın barışı gütmek yerine daha fazla savaş çıkardıklarını görürüz. Güçlü, uygar ve demokratik devletlerin tarihine bakarsak savaştan başka bir şey görmemiz zordur. Amerika'ya bir bakın; yeni Roma... Bu yüzden Walter Benjamin, "hiçbir kültür ürünü yoktur ki barbarlığın belgesi olmasın" demiştir. Savaşı sadece barbarlıkla, barışı da uygarlıkla özdeşleştirmek sığ kafaların düşünebileceği bir şeydir.

Troçki'nin, "siz savaşla ilgilenmeseniz de savaş sizinle ilgilenmektedir" deyişini siz Akdeniz'le, Karadeniz'le, çevre ülkelerinizle ilgilenmeseniz de onlar sizinle ilgilenirler diye yeniden formüle etmek mümkündür. Bir taraftan sadece Makyevelist bir politika gütmeyip Batı'ya karşı mazlumların sesi olmak diğer taraftan da tek kutuplu dünyadan çok kutuplu dünyaya geçme durumunda ABD'nin yerini almak üzere yükselen güçlerden biri olmak isteyen Türkiye bölgedeki politik ve askeri stratejisini nasıl belirlemeli? Oturup buna kafa yormak yerine ucuz siyaset yapanlar bu sorunun cevabını asla veremezler.

[email protected]