İsveç neyi hesap etmedi?

Prof. Dr. Hamit Emrah Beriş / Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi
3.02.2023

Türkiye'nin NATO'dan çıkarılması mümkün olmadığından, John Bolton'ın teşkilatı feshedip yeni bir oluşum kurulması yönündeki önerisi çok da gerçekçi değil. Burada, cevabı çok belli olan "NATO'nun Türkiye'ye mi yoksa İsveç'e mi daha fazla ihtiyaç duyduğu" sorusu bile Bolton'ın iddiasının ne kadar temelsiz olduğunu açıklıyor.


İsveç neyi hesap etmedi?

Geçen sene Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden sonra sıranın kendilerine gelebileceğini düşünen İsveç ve Finlandiya apar topar NATO'ya üyelik başvurusunda bulundular. NATO'nun statüsü gereği, her üyenin yeni başvurulara olumlu cevap vermesi gerekiyor.

Türkiye'nin itirazları

Türkiye, en baştan itibaren üyelik konusunda onay vermek için bazı şartlar ileri sürdü. Aslında Türkiye'nin her iki ülkeden istedikleri gayet anlaşılır ve makul talepler. Son yirmi yılda dünyada en önemli güvenlik sorunu terör oldu. Bu bakımdan, terörle mücadele devletlerin öncelik sıralamalarında ilk sıraya yerleşti. Türkiye, uzun yıllardır terörle mücadele konusunda aktif bir çaba harcıyor. PKK ve radikal sol örgütlerin Türkiye'nin güvenliğine yönelik tehditlerine FETÖ de katıldı. Dolayısıyla terör örgütlerine yönelik eşzamanlı ve kapsamlı bir çaba yürütülüyor. Bu süreçte, güvenlik birimlerinin terörle mücadele açısından önemli bir tecrübe kazandıkları ve başarılı sonuçlar elde ettikleri görülüyor. Ancak bu noktada başka bir gerçekle karşılaşılıyor.

Terörle küresel mücadele

Terör örgütleri, çoğu zaman belirli ülkelerin vesayet savaşlarının bir aparatı durumunda. Başka bir ifadeyle, örgütlerin başka devletlerden destek almadan başarılı olmaları mümkün değil. Bu bakımdan, terörle mücadele, küresel anlamda işbirliği mekanizmalarının hayata geçirilmesini zorunlu kılan bir nitelik gösteriyor.

Türkiye, terörle mücadelesinde Batı dünyasından neredeyse hiç destek alamadı. Geldiğimiz noktada, Türkiye açısından, devletlerin değil terörle mücadelesine destek vermeleri, uluslararası hukuktan kaynaklanan sorumluluklarını yerine getirmeleri bile yeterli. Ancak pek çok ülke bu konuda samimi bir çaba göstermiyor. Tam tersine terör örgütleri, Batı ülkelerinden doğrudan veya dolaylı şekilde yardım alıyor. İsveç de uzun dönemdir terör örgütünün hamilerinden biri.

PKK ve sol yapılar başta olmak farklı terör örgütlerinin militanları, Türkiye'den kaçtıkları İsveç'te himaye ediliyorlar. Son yıllarda bu örgütlere FETÖ de eklendi. 15 Temmuz darbe girişiminden önce İsveç'e kaçan FETÖ militanları bu ülkede faaliyetlerini sürdürüyorlar. Türkiye, hukuki yollardan iade taleplerinde bulunsa da bunlara olumlu cevap alamadı.

İsveç ve Finlandiya, NATO üyelikleri ilk gündeme geldiğinde muhtemelen kolayca İttifaka kabul edilebileceklerini düşünüyorlardı. Ancak Türkiye'nin diplomatik hamlesi tam bu noktada devreye girdi. Türkiye, her iki ülkeden de, zaten olması gereken bir mevzuyu, terör örgütlerine verdikleri desteği çekmelerini istedi. Normal koşullar altında yerine getirilmesi için istenmeyi bile gerekmeyen bu konu kısa süre içinde bir krize dönüştü. Finlandiya bu konuda bazı adımlar atsa da İsveç üzerine düşen sorumlukların gereğini yapmaktan ısrarla kaçındı. Daha doğrusu adeta yasak savma kabilinden küçük ve kısmî birkaç adım attı.

Somut adım beklentisi

Türkiye'nin İsveç'ten istediği somut adımlar aracılığıyla terörle mücadeleye aktif destek verdiğini göstermesi. Nitekim üç ülke bir araya gelerek belirli ortak ilkeler etrafında mutabakata vardılar. Ancak bir taraftan bu müzakereler devam ederken diğer taraftan İsveç kendi topraklarında izin verdiği eylemlerle Türkiye'yi provoke etmeye çalıştı.

İlk olarak 13 Ocak günü PKK yandaşlarının düzenlediği bir eylemde Cumhurbaşkanı Erdoğan'a benzetilmeye çalışılan cansız bir manken ayaklarından asıldı. Türkiye, bu eylemi ciddi şekilde kınamasına rağmen sorumluların cezalandırılması için ciddi bir adım atılmadı. Bir başka provokatif eylem, Türkiye'nin Stockholm Büyükelçiliği önünde Kuran-ı Kerim'in yakılmasıydı. Üstelik Rasmus Paludan isimli ırkçı siyasetçi, bu eylemi gerçekleştirmek için yetkili makamlardan izin almıştı. Paludan, eylemi sırasında güvenlik güçleri tarafından korundu ve etrafına kimsenin yaklaşmasına izin verilmedi.

Hedef Türkiye

Irkçı Paludan'ın bu eylem aracılığıyla İslam kadar Türkiye'yi hedef aldığı birkaç gün sonraki açıklamasından açıkça anlaşıldı. Zira Paludan, Türkiye, İsveç'in NATO'ya girmesine onay verinceye kadar her hafta aynı eylemi tekrarlayacağını açıkladı. Aynı günlerde İsveç, Türkiye'nin PKK ve FETÖ militanlarına yönelik iade taleplerini geri çevirmeye başladı. 21 Ocak'ta PKK yandaşları Stockholm'de başka bir eylem daha yaptılar. İsveç Başbakanı Ulf Kristersson, bu süreçte yaptığı çelişkili açıklamalarla dikkat çekti. Kristersson, önce Türkiye'nin taleplerine artık cevap vermeyeceklerini söyledi, sonra da yanlış anlaşıldığını savundu. İsveç'in bu tutumu, Türkiye'nin de her iki ülkenin üyelik talepleri konusundaki yaklaşımının değişmesini beraberinde getirdi. Türkiye, Finlandiya'nın üyelik taleplerine olumlu yaklaşıldığını, ancak aynı yaklaşımın mevcut koşullar altında İsveç için gösterilmesinin mümkün olmadığını açıkladı. Dolayısıyla kararlı duruşundan vazgeçmeyen Türkiye, üçlü mutabakattan da vazgeçildiğini açıkladı.

İsveç'in bu tavrı, Türkiye'nin değişen dış politika paradigmasını anlayamadığının en açık göstergesi durumunda. Üyelik tartışmaları ilk ortaya çıktığında, İsveç, muhtemelen Türkiye'nin belirli bir süre direneceğini, ardından NATO yönetimine olumlu cevap vereceğini düşündü. Ancak Türkiye'nin kararlı tavrının sürmesiyle birlikte bazı somut adımlar atmaya mecbur kaldı.

İsveç'in açmazı

İsveç'in açmazının, aslında teröre destek veren tüm ülkelerin eninde sonunda karşılaştıkları sorunun bu noktada belirdiği görüldü. Terör örgütleriyle bu devletlerin girdikleri çetrefilli ilişkiler bir noktadan sonra çözülemeyen denklemlerin oluşmasına sebebiyet veriyor. Diğer taraftan, Türkiye'nin Kuran yakma eylemi ve buna Türkiye'den yükselebilecek tepkiler ekseninde Batı ülkelerini kendi etrafında toplamaya yönelik bir strateji izledi. Muhtemelen Türkiye'den gerek PKK militanlarının gerekse Paludan'ın eylemine karşı yükselebilecek tepkileri kendi lehine tahvil etmeyi planladı.

Türkiye'yle birlikte her iki ülkenin üyeliğine çekinceli yaklaşan Macaristan'ın tavrını yumuşatmaya başlaması, İsveç'i bir strateji değişikliğine yöneltti. İsveç, ikna çabalarından vazgeçip Türkiye'yi provoke ederek diğer NATO ülkelerini kendi yanına çekmeye çalıştı. Kuran yakma hadisesine izin verilmesi aslında bu yaklaşımın somut tezahürlerinden biri şeklinde görülebilir. Ancak Türkiye, bu çirkin eylem karşısında duruşunu da itidalini de kaybetmedi. Bunun yanında, İsveç'in Türkiye'nin NATO açısından taşıdığı değeri doğru anlayıp anlayamadığı da şüpheli. Dolayısıyla İsveç'in şimdiye kadar yaptığı hamleler kendisi için doğru sonuçlar doğurmadı.

Türkiye, NATO'nun en önemli ülkelerinden biri. İlk olarak Türkiye, ABD'nin sonra NATO'nun ikinci büyük kara ordusuna sahip. Ordunun savaş yetenekleri de açıkça biliniyor. Son yıllarda yürütülen sınır ötesi operasyonlar, ordunun savaşma becerisi ile tecrübesinin iyice artmasını sağladı. Terörle mücadele açısından Türkiye'nin tecrübesi zaten herkesin bildiği bir gerçek. Türkiye, jeopolitik konumu açısından da NATO açısından hayatî bir yere sahip. Soğuk Savaş yıllarında Türkiye, Sovyetler Birliği'ne karşı adeta bir ileri karakol durumundaydı. Günümüzde NATO için en büyük tehdit olarak Rusya görüldüğüne göre Türkiye'nin bu noktadaki önemini koruduğu açıkça görülüyor. Ayrıca Türkiye, Avrupa ile Orta Doğu coğrafyasının kesişim noktasında. Coğrafî açıdan sahip olduğu önem, tarihten gelen bağlarıyla birleşince Türkiye'nin NATO açısından sahip olduğu kritik pozisyon daha açık şekilde anlaşılıyor. Bu etmenlere son dönemde yaşanan göç hareketleri açısından da Türkiye'nin oynadığı hayatî rol de eklenebilir. Türkiye, ülkede barındırdığı 3 milyon 500 binden fazla insanla dünyada en çok sığınmacıyla ev sahipliği yapan ülke. Avrupa'da yükselen göçmen karşıtlığı ve yabancı düşmanlığı hatırlandığında Batı dünyası için Türkiye'nin işlevi ortaya çıkıyor. Buradan hareketle, NATO'nun Türkiye'den vazgeçmesi çok kolay olacak bir durum değil.

ABD'nin eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton'ın Türkiye'nin NATO'dan çıkarılması mümkün olmadığından, teşkilatı feshedip yeni bir oluşum kurulması yönündeki önerisi hiç de gerçekçi değil. Burada, cevabı çok belli olan "NATO'nun Türkiye'ye mi yoksa İsveç'e mi daha fazla ihtiyaç duyduğu" sorusu bile Bolton'ın iddiasının ne kadar temelsiz olduğunu açıklıyor. Kuşkusuz NATO, üyesi ülkelerin güvenliklerini sağlamak için önemli bir mekanizma. Ancak Türkiye'nin en önemli güvenlik meselesi olan terörle mücadele söz konusu olduğunda yok gibi davranan NATO'nun mevcut durumunun sorgulanması gerekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, uzunca süredir "Dünya beşten büyüktür!" ifadesiyle Birleşmiş Milletler teşkilatının Batı dünyası dışındaki ülkeler için anlamını sorguluyor. Aslında uluslararası kuruluşların çoğu açısından aynı durumun geçerli olduğunu söylemek mümkün. Dünyanın geldiği yerde, bu tür teşkilatların yapısını daha demokratik şekilde düzenlemek ve bunların belirli devletlerin güdümünden mümkün olduğunca çıkarmak önem taşıyor.

Anlaşılacağı gibi, İsveç, NATO üyeliği sürecinde yaptığı blöflerden istediği sonuçları alamadı. İsveç, belirli koşullar ileri süren Türkiye'nin belirli bir aşamadan sonra geri adım atacağını ve üyeliğine onay vereceğini düşünüyordu. Buna karşılık, Türkiye, en baştan itibaren sergilediği kararlı duruşu korudu. Bu durum, Türkiye'nin son dönemde diplomasi alanındaki tavrıyla da yakından ilişkili. Türkiye, diplomatik hamlelerle uluslararası düzlemdeki etki alanını genişletmeye devam ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ilkeli tavrı Türkiye'nin dış politika alanındaki hamle imkânlarını artırıyor. Daha önce S-400 füze savunma sistemi alımında yaşandığı üzere Türkiye, tehditlere rağmen bu alımdan vazgeçmedi. Bu durum, ABD ve diğer NATO üyelerinin silah ambargosu başta olmak üzere çok sayıda konuya yaklaşımlarını değiştirmelerini sağladı. Aynı zamanda, bu kararlı tutum, Rusya başta olmak üzere NATO dışındaki ülkeler açısından da Türkiye'nin inanırlığını artırdı. Başka bir ifadeyle, Türkiye, gündelik çıkar algısıyla değil, daha uzun vadeli olarak ve belirli bir büyük stratejinin parçası olarak adımlar atmaya başladı. İlerleyen dönemde İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya üye olmaları da bu tabloyu değiştirmeyecek. "Türkiye'ye rağmen" hareket etmenin zaman kaybından başka bir işe yaramadığı daha iyi anlaşılacak.

@heberis