İtiraf, ceza ve öteki şeyler

Murat Güzel / Açık Görüş Kitaplığı
4.06.2022

İtirafın ceza alanı içindeki gelişimini özne teknolojilerinin daha genel tarihçesi içinde ele alan Foucault, kendi hakikati ile bağlanmış ve başkalarıyla olan ilişkilerinde dile getirilen hakikat ile sınırlandırılan bireylerin Hıristiyan Batı toplumlarında yaygınlık kazanmasına yol açan dönemeçleri irdeliyor.


İtiraf, ceza ve öteki şeyler

Fransız düşünce sistemleri tarihçisi Michel Foucault; Gilles Deleuze ve Jacques Derrida ile birlikte yapısalcılık sonrası düşüncenin önemli isimleri arasında yer alır. Türkçeye de çevrilen Hapishanenin Doğuşu, Deliliğin Tarihi, Kelimeler ve Şeyler, Cinselliğin Tarihi gibi etkili sayılagelen eserler kaleme alan Foucault bilgi/iktidar topaklaşmasını irdelediği bu eserler sonrasında 1975'te gündeme getirdiği biyoiktidar kavramı ile birlikte genelde yönetimsellik olarak çevrilen yönetim mantığı ya da zihniyeti olarak karşılayabileceğimiz gouvermentality ve iktidar teknolojilerinin soykütüğünü çıkarmaya yönelik kapsamlı bir çaba içine girdi. Foucault'nun nu çabaları kapsamında 1981'de Louvain Katolik Üniversitesinde verdiği bir açılış semineri ve altı seminerden mürettep Kabahat İşlemek-Doğruyu Söylemek adlı metin ceza pratikleri çerçevesinde Foucault'nun sözleriyle "hakikat söylemi ile yargılama arasındaki bağın ve ilişkinin bir biçimi olarak itirafın tarihçesinin eskizini çizmek" amacını taşıyor.

Hakikat sorunu

İtirafın, hakikat sorunuyla tuhaf bir ilişkisi olduğunu belirten Foucault onun her zaman doğru olduğunu, eğer yanlışsa zaten itiraf olmadığını vurguluyor. İtirafın belli bir söyleyiş üslubu, hakikat söyleminin belli bir tarzını oluşturduğunu ifade eden Foucault, eleştirel felsefeyi de varlığın karşısında duyulan hayretten değil de hakikatin varoluşu karşısında duyulan şaşkınlıktan yola çıkan bir felsefe olarak tanımlayarak kendisinin benimsediği eleştirel felsefede "hakikatin genel bir ekonomisinin değil, daha ziyade hakikat söylemlerinin tarihsel siyasetini, daha iyi bir deyişle siyasi tarihini ortaya koymak " anlamına gelen çabaların söz konusu olduğunu işaret ediyor.

Analizini Comte'çu anlamıyla pozitivizmin karşıtı olmayan, fakat onunla birlikte tınlayacak bir kontrpuan, tezat ses olarak karşı-pozitivizm çerçevesine oturtmaya gayret eden Foucault, Doğruyu Söyleme'nin yargı pratiği içinde nasıl bir yeri ve rolünün olduğunu sorarak olağanüstü genişlikteki bir zaman diliminde gerçekleşen bir dönüşümü irdeliyor. Foucault'ya göre bu dönüşüm içinde hem itirafın oynadığı rol kayda değer biçimde artıyor hem de daha önemlisi eylemlere dayanan bir cezai yargılamadan, bireyin bütünüyle ortaya serilen hakikatini hedef alan, bu hakikati rasyonellik ilkesi ve ölçü kabul eden tuhaf bir yargı eylemine geçiliyor. Foucault, incelediği sorunu tam da bu noktada belirliyor: Ceza kurumunda "kimin yargılanmakta olduğu."

İtirafın ceza alanı içindeki gelişimini özne teknolojilerinin daha genel tarihçesi içinde, onun hakikat söylemi rejimleri ile özne teknolojilerini birleştirmesi bakımından ele alan Foucault, kendi hakikati ile bağlanmış ve başkalarıyla olan ilişkilerinde dile getirilen hakikat ile sınırlandırılan bireylerin Hıristiyan Batı toplumlarında yaygınlık kazanmasına yol açan dönemeçleri de bu arada irdeliyor.

Foucault'nun ilk eserlerinde bilgi/iktidar topaklaşmasının, yani siyasi boyutun ön plana çıktığı ancak son dönemlerindeki metinlerde ise etik düzlemin baskın olduğu söylemlerini bizzat Foucault'nun bu eserleri "özneye yer vermeyen birtakım yapılar içinde bilgiyi iktidara indirgeme, bilgiyi iktidarın maskesi olarak resmetme çabası olarak sunmak" onları karikatürize etmek anlamına gelir; hocası Canguilheim, bilgi-iktidardan bahseden Foucault ile etikten bahseden Foucault arasında bir kopuş olduğuna inanmaz. Seminerler dolayısıyla Foucault'nun doğru söylemenin veya doğru sözün siyasi ve kurumsal etnolojisini yapmaya çalıştığını vurgulamak yerinde olacaktır.

Kabahat İşlemek-Doğruyu Söylemek Michel Foucault çev. Ayşe Deniz Temiz Ketebe, 2022

Güney Afrika'da yüzyıl süren macera

Osmanlı döneminden günümüze dek, yani Ebubekir Efendi'den Mahmud Fakih Efendi'ye, Mahmud Haşim Paşa'dan Mehmet Remzi Bey'e, Türk aydınlarının Türkiye'ye epey uzak bir coğrafya olan Güney Afrika'da bıraktığı kültürel mirası tarihi bir perspektife ve karşılaştırmalı arşiv kaynaklarına dayanarak araştıran Halim Gençoğlu, bu araştırmalarını Güney Afrika'da yaşayan Osmanlı torunlarının şahsi arşivleri ile Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri'ndeki belgeleri karşılaştırmalı olarak kullanarak ve orada yaşayanlarla röportajlar yaparak zenginleştirmiş. Osmanlı devletinin Güney Afrika'da bıraktığı izleri titizlikle ortaya çıkaran Gençoğlu böylelikle günümüze dek süren stratejik ilişkilerin arka planını da aydınlatıyor.

Güney Afrika'da Osmanlı İzleri, Halim Gençoğlu, Kronik, 2022

Osmanlı sarayının Afrikalı sırdaşı

Osmanlı saray erkanı içinde darüssaade ağası veya diğer adıyla kızlar ağası, birçok çelişki ve ilginçlik taşıyan bir makamdır. Afrika'dan getirilerek hadım edilmiş bir köle olmasının yanında kendi ailesini kurması da mümkün değildi. Buna karşılık, Osmanlı hanedan ailesinin çok yakınında, hatta onların mahrem bilgilerine bile vakıf bir kişilikti. Bu konumu sebebiyle sarayda son derece etkili sayılırdı, yeri geldiğinde sadrazamlarla rekabete bile girebilen bir güç odağı haline dönüşmüştü. Jane Hathaway, kitabında bu makamı ve üç yüz yılı aşan bir zaman dilimi boyunca bu makamda bulunanları mercek altına alarak, 17. ve 18. yüzyılların krizlerinden 19. yüzyılın reformlarına uzanan süreçte meydana gelen dönüşümlerin Darüssaade ağalığı üzerindeki etkilerinin ve dolayısıyla Osmanlı sarayındaki dönüşümün izini sürüyor.

Darüssaade Ağası, Jane Hathaway, çev. Tansel Demirel, İş Bankası, 2022

@uzakkoku