Itrî krizinden Leyla ile Mecnun’a kültür politikalarında yerlilik

Prof. Dr. Namık Açıkgöz / Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi
10.01.2020

1971’de Talat Sait Halman’ın Kültür Bakanı iken Itrî anısına bir konser düzenlemek istemesi devlet krizine yol açmıştı. 2020 yılının ikinci günü, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde bir başka klasik kültür eseri olan Leyla ile Mecnun sergilendi. Bu, Türkiye’nin kültür politikasındaki zihniyet değişimini ve “yerlilik” vurgusu gözler önüne seren önemli bir örnektir.


Itrî krizinden Leyla ile Mecnun’a kültür politikalarında yerlilik

Cumhurbaşkanlığı Beştepe Külliyesi, siyasî ve idarî bir merkez olma özelliğinin yanı sıra, bir kültür merkezi olma yolunda çok önemli bir adıma sahne oldu. Mimâri zenginliğiyle kültür ve medeniyet tarihinde nitelikli bir yer alan Külliye, abidevî kütüphane binasıyla göz doldururken, Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen ve gerçekleştirilecek olan sanat faaliyetleriyle de kültür tarihine mal olacak bir mekân hüviyetine kavuşuyor. Bu çerçevede, Külliye 2 Ocak 2020 Perşembe akşamı çok önemli bir kültürel faaliyete sahne oldu. İskender Pala’nın yazdığı Leyla ile Mecnun oyunu Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü tarafından Külliye’de sahnelendi ve oyunu Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve muhterem eşi Emine Erdoğan, 5 bin kişi ile beraber seyretti. 

Tiyatro eserleri sahnelendiği andan itibaren sadece edebiyat metni olmaktan çıkarlar, çok yönlü bir sanat eserine dönüşürler. Oyuncuların performans yeteneği, müzik, dans, ışık, efekt, kostüm, dekor ve oyun kurgulama gibi birbirinden farklı alanlarla işlenen metin, artık sadece bir “anlam ve mesaj” olmaktan çıkar, görsel bir sanata dönüşür. Bu açından, sahnelenmiş eserler ele alınırken bütün bu alanların hepsinin teker teker esere uygulanışına dikkat edilmelidir. 

Leyla’nın mumla konuşması 

Metin, klasik manzum gelenekten ayrılmamıştır ve ağırlıklı olarak manzum diyaloglar ve anlatımlar kullanılmıştır. “Anlatımlar” diyorum, çünkü hikâyeyi anlayan bir Meddah ve bir Pişekâr vardır. Gerek yerleşik bir kanaate dayandığı için ve gerekse konuyu ifadede daha etkili olduğu için manzum teknikle anlatılan hikâyede, klasik mesnevi tekniğinin şeklî özelliklerinden başarılı bir şekilde istifade edilmiştir. Zaman zaman mesnevi zaman zaman da mani tekniği ile süren diyaloglar şiir zevki de vermesi açısından çok başarılı olmuştur. 

Annesinin Leyla’ya öğüt verip bu aşktan vazgeçirme sahnesi, kız isteme sahnesi, Leyla’nın mumla konuşması sahnesi, İskender Pala’nın klasik gelenek metinlerine nazaran daha da ayrıntılı işlediği sahnelerdir. Bu sahnelerde Pala, geleneğin sınırlarını aşmış, modern anlatıların gereği olarak daha çok roman tekniğine yanaşarak, devrin edebiyat zihniyetini metne yansıtmıştır. Benzer işlenmişlik, Leylâ’nın ölüm sahnesinde daha da üst seviyeye çıkarılarak trajik etki daha da arttırılmıştır.  Keza Mecnun’un, Leyla’nın mezarına kapanma sahnesinde de olay, mesnevilerden çok daha etkili bir şekilde işlenmiştir. Leyla’nın öldüğünü Mecnun’un duyduğu sahne hem replik olarak, hem oyun performansı olarak ve tabii ki efekt olarak çok etkileyicidir. Bu sahnede ve benzer şekilde savaş sahnesinde metindeki başarı ile sahnelemedeki başarı oyunu doruğa çıkarmaktadır. 

Lirik çünkü tek konu aşk 

Metinde, Fuzulî veya herhangi bir Leyla ile Mecnun mesnevisindeki tavırlar, insan tipleri, yorumlar ve kavram değerlendirmeleri tekrar edilmemiştir. Böylece tarihî bir olaydaki insan tipleri ve ezber tiplere kurban edilmemiştir. Pala şayet eskiyi taklit yolunu tercih etmiş olsaydı, metninde bir özgünlük olmayacak; basit bir “tekrar” olacaktı. 

Metinde ve sahnelemede, duygu yoğunluğu artan kısımlarda devreye şarkıların girmesi, geleneksel metinlerdeki gazellerin yerine düşünülmüş ki bunda isabet edilmiş. Buna paralel olarak sahne trafiğinde genellikle dans adımlarının kullanılması, mesnevi tekniğindeki şiir anlatımına uygun düşmüştür. Çünkü o sahneler düz yürüyüşle sergilenseydi, şiirsel etki yaratmaz ve sahnelemenin bir boyutu eksik kalırdı. 

Oyun Meddah ve Pişekâr tarafından anlatılıp sonunda gölge oyunu ile bitirilerek klasik Türk anlatımıyla hemhâl edilmiştir. 

Eserin sahne sanatı açısından değerlendirmesi konusunda da tespitlerde bulunmak lazım. Baştan belirteyim, bazı sahnelerde, ışığıyla, efektiyle, müziğiyle ve sahne kullanımıyla performans metnin önüne geçti. Mesela savaş sahnesinde sahne kullanımı ve oyuncuların sahneye yerleştirilmesi, Mecnun’un biraz yüksekten savaşı seyretmesi, savaşın kılıç sesleriyle mükemmel bir şekilde yansıtılması çok etkileyiciydi. Işık ve dumanında kullanılmasıyla üçgen kompozisyonlu bir tablo gibi yansıyan bu sahneyi tablo diye duvara as!... O kadar mükemmel bir kompozisyondu yani… 

Leyla’nın ölüm sahnesinde sahne kompozisyonu harikaydı.  Zaten metinde yoğun bir şekilde işlenen bu sahnede ayakta iki kişinin önünde oturan beş kişi, üçgen kompozisyonla mükemmel bir görünüm oluşturdu. Bunu mavi ağırlıklı zemin renginin ortasında kalan üçgen beyazlık tamamladı.   

Annesinin Mecnun’a öğüt vermeye geldiği sahnede de ayaktaki iki kişinin arasında oturan annenin oluşturduğu bakışık iki üçgenin arkasındaki dörtgen kompozisyonda yer alan insanların oluşturduğu görüntü, metnin âdeta görsel geometri olarak işlenmesi gibiydi. 

Metin, tabiati gereği lirik bir metin. Çünkü tek konu olarak aşk işlenmiş. Metnin ağırlıklı olarak manzum olmasının da etkisiyle, sanırım rejisör, bu aşkı ve lirik hikâyeyi destansı bir veçheye büründürerek lirik-epik bir görsellik iddiasıyla çıkmış seyircinin karşısına. Çünkü sahnede “duygu-yoğun” bir görselliğe paralel bir şekilde gelişen “eylem-yoğun” sergileme de hâkimdi. 

Mecnun’un dostu olan hayvanların sahnede yer alması zorluğu da çok güzel bir tasarlama ve uygulama ile aşılmış. Maskelerle aşılan bu engel ile sahne zenginliği sağlanmış ama keşke hayvan sayısı on kadar olsa ve sahne daha da doldurulsaymış.   

Her müellif kendi zamanının zihniyetini yansıtacaktı ve İskender Pala da 21. yüzyıl edebiyat zihniyeti çerçevesinde bir Leyla ile Mecnun metni oluşturacaktı. Ona “Okul ve Zeyd’li sahneler niye yok?” diye soramazdık; çünkü bu metin Fuzûlî’nin veya Ali Şir Nevayî’nin değil, İskender Pala’nın metniydi.  Fakat olayın trajik etkisini arttırmak için Mecnun’un Leyla’nın çadırına birkaç defa gelmesini; birinde dilenci kâsesinin Leyla tarafından kırılmasını, diğerinde dilenci kadının Mecnun’u boynunda zincirle gezdirmesini işlerdim. Ayrıca Mecnun’un yabani hayvanları avcının elinden kurtarmasını biraz daha yoğun işleyerek verirdim. Özellikle avcı sahnesindeki insan-hayvan ilişkisini felsefî bir derinlikle ele alırdım ki etkisi daha çok olsun. Bu, sahne sanatı için de son derece gösterişli bir performans sergilenmesine vesile olabilirdi. 

Bir devir kapandı 

Talat Sait Halman Kültür Bakanı iken 1971’de Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Salonu (CSSOS)’nda Itrî anısına bir konser düzenlemek ister. Konseri ve yapılacağı yeri duyan laikçi-Kemalistler, ortalığı ayağa kaldırır. Başta Suna Kan olmak üzere, bir grup sözde aydın, böyle bir “gerici” (!) konserin bu salonda gerçekleşmesini, cumhuriyeti tehdit olarak görür ve kamuoyunu etkiler. Bakanın konserden vazgeçmesini isterler ama Halman kararından vazgeçmez. Birkaç hafta sonra Kültür Bakanlığı lağvedilir konser gerçekleştirilemez. 

1971’de bakanlık kapattıran bir klasik kültür sergilemesinden sonra 2020 yılının ikinci günü, Cumhurbaşkanlığı Külliyesinin Beştepe Millet Kongre ve Kültür Salonu’nda bir başka klasik kültür eseri olan Leyla ile Mecnun sergilendi. Oyunu, Sayın Cumhurbaşkanımız ve muhterem eşi de seyretti. Abdülhamid’in Yıldız Sarayı’nda tiyatro seyretmesinden sonra, devletin yönetim merkezindeki bir sahnede cumhurbaşkanı ile halkın beraberce bir oyun seyretmesi ve bu oyunun da Leyla ile Mecnun gibi İslam dünyasının ve özellikle Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biri olması, tarihî bir olaydır ve bu an, kültür tarihimizin ayak değiştirdiği bir andır. Bu oyunun sahnelenmesiyle Türkiye, kültür politikasının “yerlilik” olduğunun altını çizmiştir. 

namikacikgö[email protected]