İttihad-ı Vatan olgusuna tarihsel bakış

Av. Mir Sedrettin Karahan / Yazar
21.01.2023

Osmanlı'nın sahip olduğu sınırlar içerisinde yaşayan halkların içselleştirmiş olduğu İttihad-ı Vatan olgusunun iç politik etki ile çözülmesi için yüz yıldır büyük bir çaba veriliyor.


İttihad-ı Vatan olgusuna tarihsel bakış

Toplumsal yaşamda var olan değerler ve bu değerler çerçevesinde oluşan anonim sözler vardır. Her ne kadar kime ait olduğu bilinmese de, Anadolu insanı olarak yediden yetmişe herkesin bildiği ve sıkça kullandığı "Tarih tekerrürden ibarettir" sözü çoğu siyasi ve tarihi tartışmada kullanılır. İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy ise bu söze karşılık olarak "Tarihten ibret alınsaydı, hiç tekerrür eder miydi?" der. Bu veciz söz ise tarihsel olguları unuttuğumuzu, ders çıkarmadığımızı hatırlatmaktadır. İttihad-ı Vatan, Anadolu'da Büyük Selçuklular ile birlikte Mezopotamya kadim toplumu Kürtler ve İslam inancının ortak payda kıldığı Türkler tarafından 'ortak bir vatan' oluşturma arzusu ile meydana gelmiştir. Bu anlayış daha sonra Anadolu temelli Anadolu Selçuklu ve Devlet-i Ali Osman olarak devam etmiştir. İttihad-ı Vatan olgusu Devlet-i Ali Osman'ın yaptığı büyük fetihler ile daha da büyümüştür. Fethedilen bölgelerde can, inanç ve mal güvenliği çerçevesindeki uygulamalar, halkın 'ortak vatan' olgusunu, aidiyet duygusunu daha da içselleştirmesini sağlamıştır. Bu sahiplenme ile Devlet-i Ali Osman, fethedilen topraklarda yüzyıllar boyunca varlık göstermiştir.

Çözülme için başlatılan faaliyet

Osmanlı'nın sahip olduğu sınırlar ve imparatorluk sınırları içerisinde yaşayan halkların içselleştirmiş olduğu İttihad-ı Vatan olgusunun iç politik etki ile çözülmesi için, başta Fransa ve İngiltere olmak üzere sömürgeci devletler 18. Yüzyıldan sonra birtakım faaliyetler içine girmiştir. İttihat ve Terakki bu faaliyetler ile iltisakli diplomatlar ve Jön Türkler tarafından kurulmuştur.

İttihat ve Terakki'nin sloganları hürriyet, müsavat (eşitlik), uhuvvet (kardeşlik) ve adalet olarak atıldığı için başlangıçta bu kavramlara kapılan Bediüzzman Said-i Kürdi ( Nursi), Mehmet Akif Ersoy ve Diyarbakırlı Dr. Abdullah Cevdet bir dönem İttihatçı olarak çalışmalarda yer almıştır. Uzun yıllar gizli faaliyetlerinden sonra 1889 yılında resmi olarak kuruluşunu tamamlamıştır. Artık padişah devirecek, sürgün edecek ve esaret içerisinde ölümüne neden olacak güce kavuşan İttihat ve Terakki 1913 tarihli kongresi ile birlikte uzun yıllardır gizli ajanlarında yer alan asıl amaçlarını gerçekleştirmek için, sloganlarındaki aldatmacalarına kapılan tüm kadroları tasfiye etmiştir. Yapılan bu darbe sonucu 'Selanik kökenli Sebatayist kadrolar' yönetimi ele geçirmişlerdir. Tasfiye edilen bu kadrolar yerine Devlet-i Ali Osman'ın başta Kafkasya, Irak, Suriye, Filistin, Hicaz ve Yemen olmak üzere 'İtthad-ı Vatan' şiarı ile bir araya gelmiş toplulukların ayrışması için politikalar oluşturmuş ve uygulamıştır. Bu politikalar sonucunda yüzyıllarca üç kıtaya hakimiyet sağlayan imparatorluktan artık büyük kopuşlar başlamış; yüzyıllarca içselleştirilmiş aidiyet ile 'İttihad-ı Vatan' olgusu belleklerden silinmek istenmiştir. Kürt toplumu, tüm baskıcı politikalara rağmen imparatorluk çatısı altında unutturulmaya çalışılan İtthad-i Vatan'a sarılmaya devam etmiştir. Kürtlerin yaşadığı tüm coğrafyada sömürgeci devletlere sert direnişler gösterilmiş ve Irak Cephesinde Şeyh Mahmut Berzenci öncülüğündeki askerler İngiliz Hava İndirme operasyonunu akamete uğratmıştır. Irak Cephesinde savaş böylece kazanılmıştır.

'Fikrimiz iktidar' söylemi

Kürtler Anadolu başta olmak üzere yaşadıkları coğrafyalarda planlarını akamete uğrattığı için I. Dünya Savaşı sonrasında sömürgeci devletler, amaçlarını gerçekleştirmek için farklı yollara başvurmuştur. Çünkü İttihatçı kadroların da büyük bölümü ülkeden kaçmıştır. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra önde gelen İttihatçıların "Partimiz şuan için var olmayabilir; ancak fikrimiz iktidar" söylemi ve inanç eksenli toplumdaki sert uygulamalar bu hususu apaçık olarak teyit etmektedir. Sömürgeci devletler, 'İttihad-ı Vatan' olgusunun ana eksenini oluşturan ve asli unsurlarından olan Kürt medreselerinin tahribatı ile İslam Ümmetçiliğinin zarar göreceğini ve akamete uğrayan Anadolu'nun parçalanması planlarının önünde bir engel ve direniş kalmayacağını düşünmüşlerdir. Nitekim İstiklal Marşımızda yer alan "Garbın afakını sarmışsa çelik duvar, Benim iman dolu göğsüm gibi Serhadim var" dizelerinde de belirttiği üzere I. Dünya Savaşı sonrası Aziz ve Kadim vatanın batısı ve hatta Payitahtımız işgal altında olmasına karşın; Serhad'tan (doğudan) direnişler başlamıştır.

Yeni cezalar

Anadolu'nun 'İttihad-ı Vatan' için mücadelesinin zafer ile taçlandırılması sömürgeci devletleri daha da hırslandırmıştır. İçerideki aktörlerini toplumu cezalandırması için harekete geçirmişlerdir. Başta 'Şark Islahat Planı' olmak üzere 'Takriri Sükun Kanunu, Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına İlişkin Kanun, Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Şapka Kanunu ve İskan Kanunu' çerçevesinde oluşturdukları yasal kılıflar ile olağanüstü mahkemeler olan İstiklal Mahkemelerinde yapılan gayri hukuki yargılamalar yapılarak vatanseverler cezalandırılmışlardır.

Hatta Tunceli Valiliği ve Kumandanlığı 1938 Dersim Harekatı için 'Tunceli Bölgesinde Yapılan Eşkıya Takibi Hareketleri, Köy Arama Ve silah Toplama İşleri Hakkında Kılavuz' adında bir kılavuz hazırlamış ve kılavuzun Köyde Eşkıya Araması bölümü 6. Maddesinde 'Silah atan köy yakılmalı' denilmiştir. 7. Madde şöyledir: "Damlar taş ve topraktan ibaret olup yalnız tavan ve direkleri ve ağaç dalları vardır. Bunları yakmak güçtür. Ancak dam üstünden bir kısım toprak atılarak ağaçlar meydana çıkarılır. Toplanacak odun ve çalılar burada yakılmak suretiyle bina ateşe verilir. Oda kapısından içeriye odun yığarak ateşleme sureti ile genişletilebilir". Bu, bahsettiğimiz insanlık dışı uygulamalarla cezalandırma yöntemlerinden sadece bir tanesidir. Dersim Olayları da kim olduğu belirsiz bir veya birkaç kişinin bir köprüyü ateşe vermesiyle başlamıştır. Netice koca bir şehrin cezalandırılması olmuştur... Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundaki bu uygulamalar 'Milli Şeflik' döneminde daha da sertleşerek devam etmiştir. Kaybedilen iktidar sonrasında askeri darbeler ile tekrar iktidar ele geçirilmiştir. 27 Mayıs 1960 askeri darbesi bunun ilk ve en acı örneğidir.

Yasaklar ve etiketler

Özellikle 1970'lerden sonra ülkenin batısında laikliğe aykırılık gerekçesi ile; doğu bölgesinde çeşitli fraksiyonlar ve örgütler çerçevesinde oluşturulan marjinal ideolojiler ile toplumsal inanç ve değerlere saldırılar yapılmıştır. Ülke gündeminde uzun yıllar yasaklar kapsamında adeta 'cadı avı' gerçekleştirilmiştir. Başörtülü öğrenciler uzun yıllar yasak nedeniyle üniversiteye alınmamıştır. Doğu'da ise çatışmalar ve örgüt ideolojisi nedeni ile Kürt toplumu metropollere göç etmek zorunda kalmıştır. Değer yargılarına sahip kişiler feodal, inanç hassasiyetine sahip kişiler şeriatçı, köylerinde kalan geçici köy korucular hain, metropollere göç eden ve yardım alan kişiler makarnacı denilerek aşağılanmıştır ve etiketlenmiştir. Bu söylem, gücünü hala korumaktadır. Lakin kolektif hafızaya işlemiş olan 'İttihad-ı Vatan' olgusunu bu topraklardan silmek hiç kolay olmayacaktır.

[email protected]