İyi bir komşu ötekiyle yaşayabilendir

Süreyya SU / Sakarya Üniversitesi Mimarlık Bölümü
14.10.2017

Komşuluk hukuku korunduğu sürece mücadele müzakereye, rekabet gelişmeye, çatışma diyaloga zemin olur. İyi bir komşudan hısım olabilir; ama kötü bir komşudan hasım olmaz. Komşumuz yabancı olabilir, ama düşman olamaz. Düğünümüze çağırmadığımız bir komşu bir gün cenazemize taziye için gelebilir. Komşuluk her zaman bir dostluk ve dayanışma potansiyeli taşır.


İyi bir komşu ötekiyle yaşayabilendir

15. İstanbul Bienali bu sefer “İyi bir komşu” parolasıyla çağdaş sanat severlere sergi mekanlarının kapısını açtı. Türkiye’nin içinden geçtiği kritik evre, içinde bulunduğu kırılgan durum, aşmaya çalıştığı krizler bağlamında son derece isabetli ve anlamlı bir başlık konulmuş etkinliğe. Bienal vesilesiyle bir süre için pratik politikadan uzaklaşıp, teorik düşünceye yaklaşarak sanat aracılığıyla iyi bir komşunun kim olduğu, nitelikleri, tasvirleri, tanımları üzerine bir soruşturma yapmaya fırsat buluyoruz. Sergi, içinde yaşadığımız coğrafyadaki sınır komşuluklarından, sürekli değişen dengelere göre yeniden düzenlenen uluslararası ilişkilerdeki diplomatik komşuluklara, mahallelerimizde yeni görmeye başladığımız ve henüz alışamadığımız göçmen ve mültecilerle komşuluklardan, yaşadığımız binalardaki farklı yaşam tarzlarıyla komşuluklara, metrolarda ve diğer toplu taşıma araçlarındaki akışkan komşuluklardan, trafikte ve işyerlerindeki anlık ve geçici komşuluklara kadar başkasıyla birçok farklı ilişki biçimlerine bakışımızı odaklayarak olasılıkları ve sorunları görmeye davet ediyor.

Şu bir gerçek ki “iyi bir komşu”nun kesin ve açık bir tanımı yok. Komşuluğun doğası gereği olsa gerek bu. Çünkü her komşu sonuç itibariyle, ne kadar samimi ve yakın olsa da, kendi mahremi olan, dolayısıyla biraz yabancı, biraz gizemli, biraz tekinsiz, biraz müphem, biraz yapmacıktır. Her komşu, biraz meraklı olduğu ölçüde rahatsız edici, biraz umarsız olduğu ölçüde soğuk, fazla samimi olduğu ölçüde sıkıcı, fazla rahat olduğu ölçüde kaba olabilir. Dolayısıyla mesele “iyi bir komşu” olmaktan önce “komşu” olmakta düğümleniyor.

İnsan yerleşik bir hayata geçtiği andan itibaren topluluk içinde yaşamaya başlamıştır. Bunun sonucunda başkasıyla temas ve komşuluk ilişkileri ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda etik bir ilişkinin tecessüm etmiş hali olarak komşu olmayı ya da kalmayı başarabildiğimiz sürece ancak bir toplum olabiliriz. İyilik ve kötülük yargıları zaten görecelidir; zamana, mekana, koşullara ve tercihlere göre değişebilir. Nitekim açık bir toplumun gereği, farklı görüş ve çıkarlara sahip bireylerin kimliklerinden feragat etmeden kendilerini ifade edebilmeleri, politik bir varoluşu mümkün kılacak şekilde aralarında mücadele etmeleri, rekabet etmeleri, hatta çatışmalarıdır. Komşuluk hukuku korunduğu sürece mücadele müzakereye, rekabet gelişmeye, çatışma diyaloga zemin olur. İyi bir komşudan hısım olabilir; ama kötü bir komşudan hasım olmaz. Komşumuz yabancı olabilir, ama düşman olamaz. Düğünümüze çağırmadığımız bir komşu bir gün cenazemize taziye için gelebilir. Komşuluk her zaman bir dostluk ve dayanışma potansiyeli taşır.

90’lı yıllarda küreselleşme süreci, sınırları aşındırıp komşuların birbirlerine daha rahat gidip gelmelerine, birbirleriyle kaynaşabilmelerine imkan verecek bir dünya vaat ediyordu. Oysa kapitalizmin yeni politik-ekonomik mantığı olarak küreselleşmenin sonucu ulus-devlet sınırlarının beton duvarlarla tahkim edilmesi oldu. Küreselleşme aslında sermayenin küreselleşmesine indirgenince ortaya iklimsel, çevresel, toplumsal birçok sorun çıktı ve risk hayatımızı esir aldı. Bir girdap gibi bizi içine çeken güvencesizlik geleceğe dair umutları söndürüyor. Böylece insanlık yeniden nihilizme yönelirken hınç, şiddet, terör birer kendini ifade araçları haline geliyor. Her türlü fobi toplumsallaşarak farklı olana, ötekine, yabancıya düşmanca tutumu gerekçelendiren ve ırkçılığı besleyen bir politik söyleme dönüşüyor. Eleştirel düşünmenin akılcı araçlarını kaybedenler, vicdanının sesini öfkesinin sesiyle bastıranlar, içlerindeki faşizmi vülger bir muhalif retorikle dışa vuruyorlar. Bunun en taze örneği Uluslararası Adana Film Festivali’nde Meltem Cumbul’un en iyi yönetmen ödülüne layık görülen Semih Kaplanoğlu’na karşı gösterdiği kaba tavırdır.

Türkiye toplumunun bir yandan provokatif eylemler, bir yandan özellikle sosyal medyadan dağıtılan manipülatif bilgiler, diğer yandan da bazı yanlış politik söylem ve uygulamalarla polarize edilmesiyle ikiye bölünmüş bir hali var. Bu hal, uzun uykusundan uyanıp gerinerek kalkınma hamlesiyle işe koyulmuş bir ülkenin ihtiyaç duyduğu enerjiyi üretecek olan toplumsal dayanışmanın kurulmasına elverişli bir zemin teşkil etmiyor. Halbuki ayaklarımızın altındaki zeminin bu kadar kaygan olduğu bir dönemde birbirimize daha sıkı tutunmamız, komşuluk ilişkilerimizi daha çok geliştirmemiz gerekiyor. 15. İstanbul Bienali “İyi bir komşu” başlığıyla bu konunun önemine vurgu yapıyor.

Bienal, iyi bir komşu başlığından yola çıkarak birbirine komşu altı mekanda gerçekleştiriliyor. Galata Özel Rum İlköğretim Okulu, İstanbul Modern, Pera Müzesi, ARK Kültür, Küçük Mustafa Paşa Hamamı ve Asmalımescit’te bir sanatçı stüdyosu, 56 sanatçının 30 yeni işinin sergilendiği mekanlar.

Sanatçı ve akademisyen Zeyno Pekünlü’nün bienal kapsamında koordine ettiği kamusal program, Seçilmiş Aileler ve Müşterek Kader başlıklı iki proje üzerine oturarak, aile ve mahalle kavramları etrafında çeşitli tartışmaları, izleyicilerin farklı biçimlerde bir araya gelip paylaştıkları etkinliklerle bienale taşıyor. Program, aile kurumunun ötesine geçen aidiyet arayışları ile kent ekolojisine odaklanıyor. Çağdaş sanat izleyicisine estetik bir deneyim yaşatmaktan daha çok, psikolojik ve sosyolojik bir deneyim yaşatmayı amaçlar. Nitekim çağdaş sanat yapanlar genellikle resim, heykel, enstalasyon, film, ses, asamblaj ve performans biçimlerinde hikayeler anlatırlar. Zira sanatçıların itici gücü, başlangıç noktası, kılavuzu ve malzemesi hep kişisel biyografileridir. Bu yüzden bir sanatçının yapıtı kendi geçmişi ışığında daha iyi anlaşılır. Bienaldeki birçok iş için bu durum geçerli. Bienal sergi katalogu hem temayı açıklayan yazılara hem de sergilenen işleri anlatan ve anlamlandıran yazılara yer veriyor.

15. İstanbul Bienali, son yirmi-otuz yıldır eve dair algımızın nasıl değiştiğini, ev ortamlarında kimliklerimizi nasıl koruduğumuzu, sakındığımızı ve ifade ettiğimizi araştırıyor. İstanbul Modern’de sergilenen Güney Koreli sanatçı Young-Jun Tak’ın The Silence and Eloquence of Objects (Nesnelerin Sessizliği ve Belagati) adlı enstalasyonu, ev ortamının, kişisel kimlikle, hareketlilik ve gezicilik durumlarıyla nasıl üst üste bindiği üzerine düşünceye çağırıyor. Tak eskiden Seul’de oturduğu dairenin orijinal ölçülerdeki bir kopyasını baş aşağı şekilde İstanbul Modern’in tavanına yerleştirmiş. 4x6 metre boyutlarındaki daireyi ters döndürerek tavana yerleştirmekle, Tak dairenin izleyicinin üzerine gelir gibi tepeden sarkarken izleyicinin de sanki bu mekandan kovuluyormuş gibi hissetmesini amaçlıyor. Güney Kore’de genç insanların çoğu mutfak, yatak odası ve oturma odasının tek mekana sıkıştırıldığı bu küçük stüdyo dairelerde yaşıyor. Hızla yükselen kiralar yüzünden bu daireler sürekli olarak bir doluyor bir boşalıyor. Önceden makul kiralarla oturulabilen mahallelerin kentsel dönüşüme uğraması ve konutların yenilenerek niteliğinin değişmesiyle lüks ve pahalı hale gelmesi şeklinde işleyen süreç Türkiye’de olduğu gibi Güney Kore ve dünyanın başka kentlerinde de yaygın.

Bir konaklama, kendini ifade etme, cinsellik, tek başına yaşama ve münzevi bir tefekkür alanı olarak işlevselleştirilen bu mekanda yatak, çalışma masası, birkaç kitap rafı, sehpa ve burayı bir ev haline getiren bazı şahsi eşyalar yer alıyor. Kırılgan bir hayatın gerçekliği üzerine olan bu yapıt, aynı zamanda bizi dünyanın farklı yerlerindeki insanların hayatları hakkında öyküler anlatıyor. Tak, İstanbul Modern’de sergilenen yapıtında mahremiyet ve güvencesizlik, zorla taşınma ve kalıcılıktan yoksunluk arasında kurulan bağıntıların son dönemde nasıl değişikliğe uğradığına işaret ediyor. Küreselleşmeyle birçok insan için sadece yaşanan mekan ve hayat değil, sanki bütün dünya tepetaklak olmuş gibidir.

Bienal için “İyi bir komşu” başlığı seçilirken, esas olarak izleyicilerin ilgisi barınak ve tasarım olarak ev fikrinden uzaklaştırılıp yan yana yaşayanlara çekilmek isteniyor. Sergilenen her bir yapıt farklı öyküler anlatsa da ana fikir olarak “nasıl iyi komşular olabiliriz?” sorusunu kendi kendimize düşünmeye davet ediyor. Yaşadığımız hızlı ve gerilimli hayatlarımızda kendi üzerimize düşünmenin imkanlarına her zaman sahip olamayabiliriz. Bienal, komşuların bizim kendimizle ilgilenmemizi sağlayabilecek birer imkan olduğunu söylüyor.

[email protected]