İzafiyet teorisi bağlamında neo-Spencerizm ve Türk sosyolojisi

Doç. Dr. Adem Palabıyık / Bitlis Eren Üniversitesi
10.12.2021

İzafiyet teorisinin oluşturduğu kuramsal ilişkilerin toplumsal ilişki biçimleri ile benzerlik göstermesi, bilimsel olan ile toplumsal olanı anlamak için yeni birşeyler denememizin vaktinin geldiğine işaret etmektedir.


İzafiyet teorisi bağlamında neo-Spencerizm ve Türk sosyolojisi

Doç. Dr. Adem Palabıyık / Bitlis Eren Üniversitesi

20. yüzyılın ilk yıllarına kadar fiziğin önemli isimlerinden Isaac Newton'ın teorisi olan yer çekimi kuramı egemenliğini korurken, 1905 yılında Einstein isimli bir dahi yüzyıllardır varolan fizik kuramını altüst edecek yeni bir teori üretti. Yaklaşık on yıl sonra da ortaya koyduğu kuramı geliştirerek Newton'un kalıntılarını ortadan kaldırdı; dünyayı, evreni ve hatta kâinatı daha iyi anlamamızı sağladı. İzafiyet ismini verdiği kuramını Kuantum fiziği ile güçlendiren Einstein, evrenin yasalarının daha iyi anlaşılmasını sağladı ve böylece uzay-zaman adıyla dördüncü boyutu tanımladı. Newton'a göre ise uzay ve zaman birbirinden ayrı ve mutlaktı. Zaman, uzayın her yerinde çekim gücü, hız ve diğer olgulardan tamamen bağımsız akardı ve bu durum uzayın her noktası için geçerliydi. Evrendeki gezegenlerin kütleleri ise zaman ve hızdan bağımsız olarak hareketlerine devam ediyordu. Fakat 1905 yılında Einstein, Newton'un kuramının hızlı hareket eden cisimleri açıklayamadığını ve bunun temel nedeninin uzay-zaman boyutunun eksikliğinden kaynaklandığını ileri sürdü. Uzay-zaman boyutu diğer üç boyut (en, boy ve derinlik) gibi nesnelerin kütlelerinin hesaplanmasında ve hızları konusunda etkiliydi. Bu sebepten Einstein, Newton'ın aksine uzay-zaman boyutunun sabit olmadığını, zamanın uzay içinde hareket halinde olduğunu ve her anla ilişkili olduğunu ileri sürdü. Einstein bunu bir çarşaf örneği ile açıkladı. Düz bir çarşafın ortasına kütlesi ağır bir madde koydu ve sonra çarşafın üstüne kütlesi ilk maddeden daha küçük maddeler ekledi. Bu olay sonrasında görüldü ki, kütlesi hafif olan maddeler kütlesi daha ağır olan madde etrafında doğrusal bir çizgide dönmeye başladı ve kütlesi ağır olan madde ise düz çarşafı çökertmiş, yani bükmüştü.

İşte uzay-zaman boyutu da bu çarşafın kendisiydi ve güneş, kütlesi diğer gezegenlere göre daha ağır olduğu için uzay-zamanı çökertiyor/büküyor ve de bükülen uzay-zaman boyutunda diğer gezegenleri çekim gücünden dolayı etrafında topluyordu. Böylece güneşin etrafındaki gezegenler, çekim gücünden dolayı güneş etrafında, yani bükülen uzay-zaman boyutunda doğrusal çizgilerle dönüyordu. Yani güçlü olan, güçsüz olanı etkileyerek yeni bir düzen oluşturmayı başarmıştı.

Önceki biyo-düşünürler

Felsefi açıdan Thales ile başlayan doğa yasaları ve toplum ilişkisi sosyolojik açıdan yeni keşfedilen bir alan değildi, çünkü H. Spencer yaklaşık 150 yıl önce bu konuyu sosyolojik açıdan ele almış ve toplumları sosyal evrimcilik ile analiz etmeye çalışmıştı. Sadece Spencer değil Darwin ve bazı çağdaşları da benzer meselelere yoğunlaşmıştı. Karl Marx'ın devasa eseri Kapital'in ikinci cildini Darwin'e ithaf etmesi bu anlamda tesadüf değildi. Spencer'ın ana teorisi toplumların da diğer canlılar gibi evrimleşerek ilerlediği yönündeydi. Fakat Spencer sosyolojik teorisini fizikten değil biyoloji biliminden alıyordu, Comte ve Durkheim gibi, gelişmenin evrelerinden bahsederek toplumun farklılaştığını ve ancak bu farklılaşmanın bütünü ile anlamlı hale geldiğini ileri sürüyordu. Toplum bir beden gibiydi, her organın farklı işlevi söz konusuydu ve bu farklılıklar bütünü oluşturan yegâne öğelerdi. Spencer'a göre toplum da böyleydi ve farklılıkların bir araya gelişi bütünü oluşturarak anlamlı hale geliyordu. Spencer'den önce yaşamış olan İbn-i Haldun da toplumsal düzenin beş evresinden bahsediyordu ve ona göre toplumlar organizma gibi, doğar, büyük, gelişir, güçlenir ve yok olurdu. Beden de böyle bir yaşam döngüsü ile hareket ediyordu ve İbn-i Haldun'a göre toplumların döngüsü ile biyolojinin başlangıç ve ölüm döngüsü benzer kodlar taşıyordu. Kıta Avrupa'sında ise özellikle Carnap ve Popper'ın kuramları fizik ile içiçeydi, özellikle Popper'ın yanlışlanabilirlik ilkesi bilimin çürütme mantığı ile sıkı bir benzerlik gösteriyordu. T. Khun ve P. Feyerabend ise pozitivist bilimi sosyal bilimlere uygulamada geç kalmamış ve daha farklı bakış açıları geliştirmişlerdi.

İzafiyet'in sosyolojisi

Bizim üzerinde duracağımız nokta ise izafiyetin kendi iç işleyişinin aslında toplumsal modelleme açısından önemli bir içkinliğe sahip olmasıdır. Çünkü İzafiyet teorisi kütlesi ağır olanın merkezde olduğunu ve uzay-zamanı bükerek diğer gezegenleri etrafında topladığı mantığına dayanıyordu. Belki de neo-Spencerizm denilecek bu yaklaşımda, toplumlarda da en güçlü olan yapı kendini merkeze konumlandırırken az gelişmiş/gelişmemiş toplumlar onun etrafında gelişimlerini tamamlamaktadır. Yani toplumlar, izafiyet teorisinde güneşin uzay-zamanı bükmesi gibi güçlü olanın ekonomik, kültürel ve diğer formların/olguları belirlemesinden/bükmesinden dolayı, kendi gelişimlerini mevcut bükülmeye göre yeniden dizayn etmektedir. Uzay-zaman boyutunun canlı ve sürekli bir akış halinde olması ile birlikte ortaya çıkan belirleyiciliği, merkezde olan toplumların başka toplumları uzaktan etkileyerek kendi değerlerine bağlaması ile benzerlik göstermektedir. Günümüzdeki birçok toplum, etrafında yer alan ve kendilerine göre daha güçlü olan toplumlardan etkilenmiştir ve hala da etkilenmeye devam etmektedir. Bu devingen süreç bir benzeşiklik değil merkezde olanın etkisine karşı koyamamak anlamına gelmektedir. Gelişmiş toplumun ekonomik gücü gelişmekte veya gelişmemiş olan toplumların ekonomik güçlerinden fazla ve etkili ise bu toplumlar üzerinde yıkıcı veya yapıcı etkilere sahip olacaktır. Güneş'in kütlesinden dolayı sahip olduğu çekim gücü ve buna ek olarak uzay-zaman boyutunun etkisi ile diğer gezegenlerin Güneş'in etrafına mahkûm olması gibi; toplumlar da, kendilerinden güçlü olan toplumların yönlendirmelerine muhtaçtır. Güneş'in etrafındaki gezegenlerin kendilerine göre bir fiziksel işleyişi veya kendi etraflarında dönüşleri ile yörüngelerinde kalması mümkündür. Az gelişmiş toplumlar da kendi değerlerini üretirken gelişmiş toplumların değerlerinden elbette etkilenmekte ve kendi toplumsal işleyişi bu etkiye göre sağlayabilmektedir.

Toplum ve güç

İzafiyet teorisinin merkezinde yer alan uzay-zaman boyutunu kütlesi ile büken güneş diğer gezegenleri kendisine neredeyse birer uydu haline getirmişken, gelişmiş toplumlar da az gelişmiş/gelişmemiş toplumları neredeyse kendi arka bahçeleri haline getirmişlerdir. Tabii bu süreç iki boyutludur; bunların ilki modernizm bağlamında güçlü olan toplumların diğer toplumlar tarafından fake değerler üretilerek taklit edilmesiyken; ikinci boyut sömürü düzeninin isimlendirmesine yönelik bir çabadır. Modernizm ile birlikte bazı toplumlar, gelişim endeksi kendilerinden daha güçlü toplumların belirli olgularını kendi toplumsal düzenine entegre etme çabasına girişebilir. Örneğin ülkemizin eğitim sisteminin Dewey merkezli ilerlemesi veya Ankara'nın şehir planlamasında bir Alman mühendisten (Herman Jansen) yararlanılması, gelişmiş ülkelerin merkezde konumlanması ve oluşturdukları çekim güçleri ile yakından ilişkilidir. İşin diğer boyutu olan sömürü düzenine ise Güneş-Merkür ve Güneş-Neptün diyalektik örnekleri verilebilir. Uzay-zamanı büken ve güneşe en yakın olan Merkür'de hiçbir canlı yaşayamamaktadır, çünkü güneşin sıcaklığı Merkür'ü dezenformasyona uğratmıştır. Neptün gezegeni ise güneşten uzak kalarak "buz devi" olarak sınıflandırılmıştır ve yaşama elverişli değildir. Merkezde olan güçlü toplumlar güneşin uzay-zaman boyutunu büktüğü gibi toplumsal değişmeyi bükerek, yani toplumsal değişmenin formunu revize ederek gelişmekte olan/az gelişmiş toplumları neredeyse yok edecek aşamalara getirmişlerdir. Özellikle tarihteki hatta günümüz Afrika'sındaki birçok topluluk sömürü düzeni sebebiyle oldukları gibi kalmış, ilerlememiş hatta daha da kötüye gitmiştir.

Fizik ve sosyolojinin yakınlığı üzerine elbette çok fazla söz söylenebilir fakat en inandırıcı olan, "toplumun fiziksel yasalarla da açıklanabildiği" ifadesidir. Bu ifade fizik ve sosyolojinin genlerinde akrabalık ilişkisinin olduğunun da kanıtıdır. Sosyolojideki göç kuramına dahi uygulanabilecek olan İzafiyet teorisi belki de neo-Spencerizmin başlangıcı olacaktır. İzafiyet teorisinin oluşturduğu kuramsal ilişkilerin toplumsal ilişki biçimleri ile benzerlik göstermesi, bizlerin bilimsel olan ile toplumsal olanı anlamak için yeni birşeyler denememizin vaktinin geldiğine de işaret etmektedir. Kıta Avrupa sosyolojisinin evrendeki güneş gibi kütle çekim kuvveti yüksek olduğundan güneşin büktüğü uzay-zaman boyutuna benzer biçimde Kıta Avrupa sosyolojisi de diğer toplumsal ilişkilerin içerik analizlerinde sebep olduğu form değişikliği de "öteki" sosyolojilerin analiz alanını bükmektedir. Bu sebeptendir ki, Türk sosyolojisinin önemli isimleri Türk sosyolojisi için yerel değerlerin önemsenmesi gerektiğinden, yani kütle ağırlığımızı arttırmamız gerektiğinden bahsetmiştir. Ancak bu şekilde Türk sosyolojisinin kütle ağırlığı oluşturularak kendisine yakın sosyolojilerin toplumsal ilişki biçimlerinin-örneğin İslam ülkelerinin toplumsal düzeninin-bükülmesine sebep olacak yeni bir formu inşa edebilir. Aslında bir dönem Türk sosyolojisi bunu yapmış ve çevre ülkelerin toplumsal formlarımızdan etkilendiğine bizzat şahit olmuştuk. Her ne kadar güneşin etrafında topladığı ve onları sabit bir yörüngeye entegre ettiği gezegenler kadar fazla sayıda başka sosyolojiler üzerinde etkili olamasak da bir nebze olsun bunu başarabilmiştik. Ama kısa süre sonra yeniden merkezi başka sosyolojilere bıraktık ve adeta onların uydusu haline geldik. Güneş, evren içinde uzay-zamanı büküp dünyayı da kendi etrafına sabitlemesi sonrasında Ay'ın, dünya etrafında döndüğü gibi bizim sosyolojimiz de başka sosyolojilerin etrafında dönmeye başladı. Merkezdeki sosyolojiler tarafından toplumsal ilişki modellerimiz/formlarımız eğilip-bükülmeye başlandı ve kendimize ait olduğunu iddia ettiğimiz sosyolojik analizler bizi tasvir etmemeye kadar gitti. Biz, biz değildik; merkez sosyolojilerin eğip-büktüğü formlardan heterodoks bir bağlam çıkardık ve o bağlamın bizim olduğuna maalesef kendimiz de inandık. Belki de neo-Spencerizm bizlere yeni bağlamı gösterecek farklı bir model sunacak ve kendi değerlerimiz üzerinden "yerli sosyolojiyi "üretme imkânı bulmamızı sağlayacaktır.

[email protected]