Jeopolitik çıkarlar, iflas eden barış ve güvenlik söylemi

Dr. Necati Anaz / UTGAM Koordinatörü
12.12.2015

İnsanileştirilmeyen ve jeopolitik çıkarlar üzerinden hesaplanan güvenlik meselesi hem Ortadoğu için hem de dünya için tehdit olmaya devam edecektir. Koordinatlar üzerinden yürütülen kanlı savaş milyonların hayatını karartmaya devam ederken modern dünyanın “hümanist” söylemleriyle inşa edilen yenidünya düzeni her gün yeniden sorgulanacaktır.


Jeopolitik çıkarlar, iflas eden barış ve güvenlik söylemi

13 Mart 1996 da Mısır’ın Sina yarımadası ve Kızıldeniz’e komşu bir tatil kenti olan Şarm el-Şeyh’de 29 devlet ve hükümet başkanlarının katıldığı, Clinton ve Mübarek’in ortak başkanlığını yaptığı bir ‘Barış Zirvesi’ yapılmıştı. Bu zirveden çıkan ve altı çizilen mesaj; ‘Peace Will Prevail’ (Barış Galip Gelecek) mesajıydı. Bu mesaj 90’ların başında oluşturulan liberal barış havasının tescili yani bir nevi serbest piyasaya dayalı ekonomik düzenin ve onun öncelediği uluslararası siyasal sistemin getirdiği bir özgüvenin tezahürüydü. Bu özgüven ve barış havası 11 Eylül sürecinin oluşturduğu siyasal atmosferle beraber ontolojik bir krize sürüklendi ve modern dünya ilerlemeci geleceğini yine güvenlik ekseninde şekillendirmeye başladı. Bu durum sert güç unsurlarının yani ekonomik ve askeri yaptırımların bir ülkenin uluslararası ilişkilerine yön veren ana etken olarak en az yumuşak güç unsurları (kültür, medya, diplomasi vb.) kadar önemli hale gelmesine yol açtı.

Bahsi gecen ontolojik çıkmaz, belli başlı devletleri ardı ardına vekâlet savaşları sürecine iterken özellikle Soğuk Savaş’ın iki sembolik gücü olan ABD ve Rusya kendi güvenliği için tehdit olarak gördüğü coğrafyalara askeri çıkarmalar yapmaya başladı. Böylece geleneksel jeopolitik yaklaşımların altını çizdiği “yeni dünya” düzeni yine jeo-stratejik bölgelerin kontrolü üzerinden tasarlandığı bir döneme girerken ‘güvenlik’ bir kez daha ulus-devletlerin ve onların bölgesel/küresel çıkarları üzerinden hesaplanmaya başlandı. Bu süreçte Kırım Rusya tarafından ilhak edildi. Suriye global aktörlerin bölgesel çekişmeleri yüzünden tam bir savaş coğrafyasına dönüştü. Akdeniz kıyıları ise savaş bölgelerinden Avrupa’ya sığınmak için yola çıkan göçmen çocukların ölü bedenleriyle doldu.

Operasyonel terör örgütleri

Tüm bunların yanında, 90’lardan bugüne devam eden bu güvenlik krizi sürecinde güçlü devletlerin Ortadoğu’daki jeopolitik şehvetleri yüzünden peyda olan yeni nesil terör örgütleri Avrupa’nın kalbine kadar eylem coğrafyalarını genişletti. DAEŞ adında bir örgüt ortaya çıktı. Bu örgüt; petrol işleten, vergi alan, asker eğiten ve eylem coğrafyasını Avrupa’nın merkezine kadar genişleten jeopolitik bir aktör olarak kısa surede, diğer terör ve kriminal odakların operasyonlarına lojistik ve ideolojik destek veren şemsiye örgüt haline geldi. Ortadoğu’da devam eden bölgesel krizden teritoryal pay çıkarmak isteyen PYD gibi terör örgütleri ise Rusya ve diğer devletlerle birlikte stratejik mutabakatlar yaparak bölgeye dair olası bir yeniden dizayn sürecinde kendine en uygun payı çıkarmak için Suriye’nin kuzeyinde etnik temizlik de dahil her türlü kirli eyleme girişerek varlık alanı yaratmaya çalışmakta. Tüm bu gelişmeler ‘güvenlik’ meselesine dair birkaç hususu öne çıkartıyor. Birincisi, ‘güvenlik’ tüm küreselliğiyle beraber bölgesel ve yerel jeopolitik gelişmelerden ayırt edilmeden yeniden kapsamlı bir değerlendirmenin parçası olmak durumundadır. 

Kaos jeopolitiği

İkinci bir husus, artık yaratılan bu yeni jeopolitik/güvenlik algısıyla dünya barışının sağlanmasının uzun zaman alacak olmasıdır. Güçlü devletlerin kendi jeopolitik çıkarlarına hizmet eden terör organizasyonları üzerinden yürüttüğü vekâlet savaşları ve barışa ve demokrasiye dair inşa etmeye çalıştığı tezleri, bugün Akdeniz’de kıyıya vuran çocuk cesetleriyle birlikte iflas etme noktasına gelmiştir.

Bahsedilmesi gereken üçüncü mesele ise artık Ortadoğu yönü tahmin edilemez belki de çok uzun yıllar sürecek ‘kaos jeopolitiğinin’ hakim olduğu bir coğrafya olmaya doğru itilmektedir. Bölgesel ve küresel aktörlerin düzensizliğin devamı yönündeki ‘kaos jeopolitiği’ hamleleri bölgeyi sürdürülemez bir çıkmaza sürüklemektedir. Bir taraftan Rus kuvvetlerinin öncülüğünde Türkiye sınırında Türkmenlere karşı etnik temizlik yapılırken, diğer taraftan da Cezire, Kobani ve Afrin üzerinden Akdeniz’e açılan bir Kürt koridoru oluşturma projesi adım adım hayata geçirilmektedir. Suriye’ye müdahil güçler DAEŞ üzerinden yürüttükleri yeni Sykes-Picot müzakereleri için kendilerine alan açarken bölgeyi insansızlaştırılmış siyasi haritalar üzerinden dizayn etmeye çalışmaktadırlar. Küresel ve bölgesel aktörler ‘güvenlik’ meselesini jeopolitik çıkarları temelinde değerlendirirken stratejik çıkarlarına uygun gelen her hamleyi meşru sayarak bölge insanının yaşadığı dramları hesaba katmadan planlarını operasyonalize etmektedirler.

Ülkelerin ancak komşuları kadar güvende olabileceği hükmü, ‘güvenliğini’ fiziki coğrafyanın getirdiği avantajlarla sağlayacağını hesap edenleri bir kez daha yanılgıya düşürmektedir. Suriye’de devam ettirilen vekâlet savaşları ve bölgenin yeniden dizayn edilme planları, dünyayı daha güvenli kılmadığı gibi aksine mobilitesi yüksek DAEŞ gibi terör örgütlerinin tehdidine daha fazla mahkûm edecektir. 

[email protected]