Jeopolitik kavganın tam ortasındayız

Dr. Bora Bayraktar Kültür Üniversitesi Öğr. Gör. Gazeteci
24.12.2016

Türkiye tarihinin en büyük krizlerinden birini yaşıyor. Bu süreçteki avantajı ise daha önce bu yollardan geçmiş olması, İstiklal Savaşı tecrübesi, her şeye rağmen ayakta kalan ordusu, koruyabildiği sürece milli birlik ve beraberliği. Türbülanstan çıkmanın yolu bu.


Jeopolitik kavganın tam ortasındayız

Türkiye, modern tarihinin en büyük güvenlik krizinin tam ortasında. Türkiye, 2016’ya Sultanahmet saldırısıyla başlayan, Ankara’daki Merasim Sokak ve Kızılay, İstanbul Atatürk Havalimanı katliamlarıyla devam eden terör saldırılarında büyük darbeler yedi. Diyarbakır, Gaziantep, Bursa, Şemdinli gibi kentler ölümcül terör saldırılarının hedefi oldu. Yılın son ayına gelindiğinde önce Beşiktaş hemen ardından Kayseri saldırıları ülkeyi bir kez daha sarstı. Yıl içinde Kilis’e düşen DEAŞ füzelerini saymadık bile. 15 Temmuz’daki darbe girişimi başlı başına bir ülkeyi sarsacak bir kanlı girişimdi. Uzun lafın kısası Türkiye adeta terörle sınanıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İstiklal Harbi’nden bu yana en büyük mücadeleyi veriyoruz” sözleri acı bir hakikate işaret ediyor. 

DEAŞ, PKK, FETÖ başta olmak üzere 10’dan fazla terör örgütü Türkiye’nin üzerine salınmış durumda. Sadece asker ve polis değil kadınlar, çocuklar, siviller can veriyor. Ancak tüm bunlara rağmen 24 Ağustos’ta Fırat Kalkanı Harekatı’yla Suriye’de mesafe alan, Güneydoğu’da hendekler kazılarak sözde halk ayaklanması başlatmayı umanlara darbe vurabilen bir Türkiye de var. Peki ama hedef ne? Türkiye bu girdaptan çıkabilecek mi?

Türkiye belirleyici

Türkiye’nin içinde bulunduğu krizin pek çok sebebi var. Ama bunların en başına, Rusya’nın NATO’ya ve ABD’ye karşı başlattığı karşı dengeleme çabalarını, küresel güç mücadelesini ve Türkiye’nin tam da bu kavganın merkezinde yer aldığını yazmak gerekiyor. Rusya son bir kaç yılda Finlandiya’nın kuzeyinden Doğu Avrupa’ya, Ukrayna’dan Kırım’a, oradan da Suriye inen bir çizgide hava savunma sistemleri, askeri üsler kurarak, belli noktaları istikrarsızlaştırıp müdahaleye açık hale getirerek NATO’ya karşı bir savunma hattı çizdi. Türkiye’nin yanı başındaki Lazkiye’deki Hımeymim Üssü ve Tartus Limanı bunun en güney ucunu teşkil ediyor. 

Ayrıca 26 Temmuz 2015’te Amiral Gorškov gemisinde Putin ve kurmaylarının kabul ettiği yeni donanma doktrini Rusya’yı yeniden bir “sıcak deniz donanma gücü” haline getirmeyi hedefliyor. Bu yeni doktrinin en önemli ayağı Doğu Akdeniz olacak. Bu da Suriye’deki limanları ve Kıbrıs’ı Rusya için çok daha önemli hale getiriyor.

Amerikan yönetimi ve Avrupa da gözlerini Doğu Akdeniz’e dikmiş durumda. Onların en büyük endişesi ise Avrupa Birliği’nin enerji krizini çözmek, Basra Körfezi’nin büyük kaynaklarını Batı’ya yönlendirmek ve kontrolü için Doğu Akdeniz’i elde tutmak. Tabii Rusya’yı buraya sokmamak. Türkiye tam da bu kavganın orta yerinde duruyor. Türkiye’yi yanına çeken güçlü hale gelecek. Ama özellikle Batı, Türkiye’yi bu haliyle değil edilgen, iradesi kırılmış bir şekilde yanında tutmak istiyor. Bağımsız, kendi ulusal çıkarları yönünde hareket eden bir Türkiye ile pazarlık etme zorunluluğu Avrupa’nın, ABD’nin tercih ettiği bir yöntem gibi görünmüyor. O nedenle Türkiye iyice köşeye sıkıştırılarak pes ettirilmek isteniyor. Terör örgütlerine gösterilen müsamaha, kendi halkına bile zorbalık eden PKK/PYD yapılanmasına verilen destek, Türkiye’nin bu terör örgütüyle mücadelesinde yalnız bırakılması bununla açıklanabilir.

İkinci bir jeopolitik eksen İran ile Suudi Arabistan’ın başını çektiği Körfez ülkeleri arasında. İran’ın “Şii Hilali” şeklinde özetlenen Irak’ın üzerinden Doğu Akdeniz’e çıkış arayışı, bir yönüyle Suudi Arabistan’ı kuşatma hedefinin son aşaması. Basra’nın en önemli çıkışı olan Hürmüz Boğazı’nı elinde tutan İran, ikinci önemli su yolu olan Aden Körfezi’ni Yemen iç savaşıyla zorluyor.

Suudi Arabistan ve Körfez krallıklarını boğmaya, buradaki deniz ticaretini, petrol akışını kontrol etmeye, hegemonya kurmaya çalışıyor. Körfez’in buna yanıtı, Kızıldeniz ve Mısır üzerinden Doğu Akdeniz’e çıkmak ve İran’ı by-pass etmek. Suudi Arabistan’ın Mısır’da darbeci yönetime verdiği destek, Suriye muhalefetine yaptığı yardımlar bununla açıklanabilir. İran ise Esad rejimini ayakta tutarak bu yolu da tıkamak istiyor. Yine bu kavgada Türkiye’nin alacağı tutum büyük ölçüde kazananı belirleyecek. Bu nedenle Türkiye’ye karşı atılan adımlarda gözlerin zaman zaman Tahran’a çevrilmesinin nedeni bu.

Mücadelenin ağırlık merkezi

Bu kavgada hemen hemen tüm aktörler Türkiye’yi yanlarına almak, alamıyorlarsa oyunun dışında tutmak istiyor. Türkiye’yi kendi içinde terörle meşgul etmek, güvenlik güçlerini bu işe ayırmaya zorlamak, mümkünse yönetimi değiştirmek, bunun için kamuoyunu motive etmek. Bazen PKK bazen DEAŞ bazen FETÖ, dönüşümlü olarak bu görevi yerine getiriyor, kan döküyor. Bugün Türkiye’nin terörle mücadelesinin ağırlık merkezi Suriye ve Fırat Kalkanı Operasyonu olmuştur. Türkiye, El Bab’ı kontrol altına alırsa Halep-Menbiç yolunu kontrol edecek, PYD koridorunu kırmış olacak, belki Afrin’e belki Menbiç’e yönelebilecek, bir bölümde de olsa sınır güvenliğini sağlamış olacak, DEAŞ’in lojistik hattını kesecek, güney kentlerini füze saldırılarından korumuş olacak, burayı bir merkez edinerek PYD ve PKK ile mücadelesini ileri hatta yürütmüş olacak. Terör örgütleri bu nedenle, Fırat Kalkanı Operasyonuna fren yaptırabilmek, Türk güvenlik güçlerini ülke içindeki terör saldırılarını önlemeye odaklayarak üzerindeki baskıyı hafifletebilmek, Türkiye’deki Batı karşıtı öfkeyi alevlendirerek müttefikleriyle arasını iyice açmak ve yalnızlaştırmak, saldırılarla hala tükenmediklerini göstermek için yeni bir saldırı dalgası başlattı. Beşiktaş, Kayseri saldırıları bununla açıklanabilir.

Karlov suikastı

Ankara’da 19 Aralık’taki Rus Büyükelçi Karlov’a yönelik suikast da bu kavga içinde anlam kazanıyor. Türkiye Fırat Kalkanı operasyonunu Rusya ile “Suriye’nin toprak bütünlüğü, müzakere ile çözüm ve terörle mücadele” ortak zemininde kurduğu mutabakatla yürütüyor.

Batılı müttefiklerinden alamadığı desteği Rusya’dan gören, kendi öncelikleri için Esed rejiminin devrilmesi şartını bir kenara bırakan Türkiye, attığı bu diplomatik adımla ABD ve Avrupa’yı, Suriye sahasının dışına itmiş oldu. 20 Aralık’taki Moskova Deklarasyonu’nun 5. maddesinde “İran, Rusya ve Türkiye Suriye Hükümeti ile muhalefet arasındaki muhtemel anlaşmanın müzakerelerinde garantör olmaya ve kolaylaştırmaya hazır olduklarını ifade ederler” denmesi, Suriye’de çözüm sonrası ana aktörlerin bu üç ülke olacağı gösteriyor. Karlov suikastı belki de Türk-Rus mutabakatını bozarak Türkiye’nin tamamen yalnızlaştırılması ve Suriye sahasının tekrar açılmasını hedefliyordu. Ama Putin’in soğukkanlı ve akılcı yaklaşımı 20 Aralık Deklarasyonu’nun ortaya çıkmasını sağladı. ABD’nin Suriye’de tutunmasını sağlayan ise PYD ile yürüttüğü sözde Rakka operasyonu. 6 Kasım’da Fırat’ın Gazabı adıyla başlatılan operasyon 22 Aralık’ta bahar aylarına ertelendi. Ancak operasyon bahanesiyle terör örgütü PYD’ye ve YPG’ye ciddi bir silah aktarımı yapıldı. Örgüt güneye inerek Rakka’nın batısını ve Fırat nehrinin doğu kıyısını ele geçirmiş oldu. Bir anlamda Menbiç’in desteklenmesi sağlandı. Operasyon ertelenerek Rakka için toplanan YPG gücünün Menbiç’e kaydırılmasına olanak tanındı. Ayrıca Rakka operasyonu beklentisiyle kentte savunmada kalan DEAŞ’ın da El Bab’a geçmesinin önü açıldı. Görünüşe göre kavga bitmedi ve Obama yönetimi ayrılmadan önce Ankara’ya son bir kazık daha atmış oldu. 

Türkiye tüm bunlara rağmen El Bab’ı düşürecek güçte. Muhtemelen 20 Ocak’ta yeni Amerikan Başkanı işbaşına gelene dek bu hedef gerçekleşecek. Bu kaos da devam edecek. Sonraki değerlendirmeler için Trump yönetiminin Suriye için nasıl bir projeyle öne çıkacağını görmek gerek.   Türkiye gerçekten de tarihinin en büyük krizlerinden birini yaşıyor. Türkiye bu büyük kavgada yediği yumruklara karşı ayakta kalmaya gayret eden ağır sıklet bir boksör gibi. Karşısındakiler ise kaçak dövüşen, sağlam bir yumruk alırsa sersemleyecek, devrilecek hafif sıklet boksörler gibi. Vur-kaçlarla Türkiye’yi yıkmaya çalışıyorlar. Türkiye’nin burada en büyük avantajı daha önce bu yollardan geçmiş olması, İstiklal Savaşı tecrübesi, her şeye rağmen ayakta kalan ordusu, koruyabildiği sürece milli birlik ve beraberliği. Türbülanstan çıkmanın yolu bu. Ancak çıkışa daha zaman var.

[email protected]