Kadın haklarının serencamı

Ali K. Metin / Şair, Yazar
25.03.2022

Kadın haklarının aileyi daha adil, eşitlikçi ama aynı zamanda daha üretken bir dönüşüme uğratması tarihin bulunduğumuz aşamasında kaçınılmaz görünüyor. Cinsiyet farklılıkları yok sayılmamakla beraber cinsiyetçi hiyerarşinin giderek minimize edildiği bir dünyaya doğru gidiyoruz. İnsanlık ailesi için bu, muhtemelen yeni ufuklar, yeni bir varoluş algoritması demektir.


Kadın haklarının serencamı

Kadın haklarını insan haklarından izole edemeyeceğimizi söylemek bugün artık bir malumu ilamdan ibaret. Lakin meseleye tarihsel arka plandan bakmadıkça kadın haklarının dünü, bugünü ve geleceği konusunda doğru bakış açısı, doğru politikalar geliştirebileceğimizi sanmıyorum. Kadın gerçeğini biyolojiden (cinsiyetten) olduğu kadar sosyo-ekonomik temellerinden ayrıştırarak ele almak, ideolojik saltçılıklardan kalma bir alışkanlık olarak devam ediyor. Kadın haklarının tarihsel ve hatta evrensel anlamından edilerek erkeklerle kadınları yarıştıran bir zemine taşınması, belki de trans-hümanizm, post-insan (dolayısıyla post-kadın) gibi günümüz literatürüne girmiş kavramsallaştırmalara ideolojik bir isim veriyor. Batılı değerleri haklar kavramı üzerinden merkeze alarak içselleştirmenin sonucu olan yabancılaşma ve çarpılmaları pek de farkında olmadan yaşıyoruz.

İdeolojik manipülasyon

Sorun kadın hakları değil elbette. Sorun haklarla kurduğumuz ilişkinin diyalektik veya evrimsel boyutlarını görmemekte yatıyor. Hakları sosyo-ekonomik bağlamından çıkararak sosyal, siyasal, ekonomik alanlara ilişkin muhtelif gelişme göstergeleriyle değerlendirme hatasına düştüğümüzde, cebri, dayatmacı bir dönüşüme vasat oluşturuyoruz. Fırsat eşitliği kadınlar için her alanda tartışmasız temel bir haktır. Buna şüphe yok. Bunun için her türlü tedbiri almak da hem siyasetin hem de toplumun bir görevi. Ancak bütün bu tedbirlere rağmen kadınların toplumsal rol ve statülerini erkeklerle çeşitli veri ve göstergeler üzerinden "mukayeseli üstünlük" çerçevesinde değerlendirmekte ısrar etmek son derece düşündürücü bir körlük olmalı. Dahası kadın haklarını ideolojikleştirmenin ve/veya bu tuzağa düşmenin bir sonucu diye düşünülebilir: Hakların sonuna kadar savunulması başka, haklara dayalı sosyo-ekonomik politikaların vizyon ve parametrelerini oluşturmak başka şeyler.

Bunun için insanlığın toplumsal, beraberinde zihinsel evrimini bilmek gerekiyor. Hak kavramının (eşitlik, özgürlük kavramlarıyla birlikte) bu evrim içerisindeki yerini ve anlamını kavramadan geliştirilecek ahlaki veya "ideolojik" söylemler bizi dediğimiz gibi yanlış yönlere savurur. Tarihte ne olup bittiğine baktığımızda hak kavramıyla ontolojik, toplumsal dünya arasındaki illiyet ilişkisinin hemen hemen modern zamanlara kadar belirleyici olduğunu görüyoruz. Modern zamanlarla birlikte hak fikriyatının bu ilişkiyi yeni bir yörüngeye koyduğu, ilişkiyi doğal mecrasından daha siyasi bir mecraya doğru taşıdığı temel sabitelerden biridir. Bununsa yukarıda altını çizdiğimiz sorunlu taraflarına rağmen pozitif bir gelişme olduğunu yadsımamız söz konusu olamaz. Burada sadece haklarla gerçeklik arasındaki diyalektiği göz ardı etmenin bizi aslında politik açıdan şaşılaştırdığını söylemeye çalışıyoruz. Evrensel değerlerle (haklarla) kuracağımız ilişkinin gerçekçi yaklaşımlar ve parametrelerle politik söyleme dönüştürülmesini ciddi bir vizyon meselesi olarak telakki etmekteyiz. Büyük ideolojilerin oluşturduğu cereyanın ardından içine girdiğimiz küreselleşme sürecinde, "küresel bürokrasi"nin dikte ettiği vizyon ve projeksiyonlara tabi bir zihin dünyasından kendimize ve dünyaya bakıyoruz. Kadın haklarıyla ilgili hassasiyet ve görme biçimlerimiz siyasal, zihinsel kolonileşmenin handiyse somut göstergelerini oluşturmaya başlıyor: Kadının gelişmesini istatistik oranlar üzerinden rekabetçi bir düzleme taşıyoruz. Sakatlık da zaten tam burada.

Eşitsizliğin temelleri

Oysa dünden bugüne doğru tarihe bütün olarak baktığımızda Marks'ın sözünü teyit eden bir gerçeği sabitlemek mümkün: "Koşullar insanı yarattığı gibi insanlar da koşulları yaratmaktadır." Ancak bu yaratış koşullara rağmen olmadığı gibi, koşulların insanı nasıl yarattığını anlamadan gerçekçi bir tınıya sahip olamıyor. Hak sorunu esasen baskı ve eşitsizliğin doğurduğu bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmaktadır. Bir tarafıyla bilinç meselesi iken, diğer tarafıyla sosyo-ekonomik bir nedenselliğe sahiptir. Tabiatıyla sosyo-ekonomik nedenler öncelik olma daha doğru ifadeyle bir önkoşul niteliği taşımaktadır. Kadın sorununun tarihsel süreçteki teşekkülünde ise gördüğümüz kadarıyla kadının genel anlamda "zayıflığı" temel faktör olarak gözükmüyor. Kadının cinsiyetini yani doğurganlık özelliğini bizatihi bir zayıflık göstergesi diye göstermek gibi bir akıl oyununa başvurmadığımız takdirde, erkek tahakkümünün (erkek-egemen yapıların) aslında sosyo-ekonomik evrimin bir hakkaniyetsizliği olduğunu anlayabiliyoruz. Erkek hiyerarşisine doğru giden evrimin "kendiliğindenliği" şüphesiz ki kadın ve erkeğin cinsiyetinden gücünü alıyor, ancak bu süreçte hiyerarşik hedefler değil doğal işbölümü rol oynuyor. Roller bizim bugün "birbirini tamamlama" dediğimiz bir ilişkiye tekabül eder gibidir. Ancak belli bir aşamadan sonra ilişkinin nitelik değiştirdiğini görüyoruz. Murray Bookchin, hiyerarşilerin ortaya çıkışı ve çözülüşüne dair önemli tezler içeren Özgürlüğün Ekolojisi kitabında, sürecin işleyişini ve dinamiklerini çok net biçimde serimler. "[E]n azından başlangıçta, (..) erkeğin kadından iktidar "gaspetmeye" ihtiyacı olmadığı[görülür]; daha doğrusu toplumsal, "iktidar" mevcut değildi, daha yaratılmamıştı. Toplumsal alan ve onun içinde erkeğin konumu doğal bir şekilde ortaya çıktı. Her iki cinse de eşitlik temelinde tamamlayıcı ekonomik işlevler veren temel denge yavaş yavaş erkeğe doğru meylederek onun toplumsal üstünlüğünü destekledi" (Ayrıntı y., 168). Cinsiyete dayalı işbölümü zamanla toplumsal dünyada erkeğin iktidarını "kendiliğinden" doğurmuştur. Fakat bu minval kendiliğe müdahale edecek bir hak ihtiyacı ve perspektifi süreç içinde oluşmamış, kendiliğinden olan bu şey bir tür "kültürel doğa"ya dönüşmüştür. Dahası cinsiyetçi zihniyetin ideolojisi evrimin bir parçası olarak teşekkül etmeye başlamıştır. "[T]oplumsal yaşamın kendisi hiyerarşik farklılaşmadan geçtiği ve kendi terimleriyle örgütlenecek ayrı bir alan ortaya çıktığında ev içi alan ile sivil alan arasında bir çatışmayla karşılaşırız: hiyerarşiyi ev içi yaşama genişleten ve kadının yalnızca boyun eğmesiyle değil, aynı zamanda aşağılanmasıyla da sonuçlanan bir çatışma... "kadınca" özellikler toplumsal boyun eğme düzeyine iner. Kadınların besleme yetenekleri feragate indirgenir; şefkati itaate dönüşür" (Age, 170). Toplumsal evrim kadını da erkeği de artık olduğundan başka bir hale getirmiş veya erkeğin lehine işleyen bir süreç izlemiştir.

Bekleme süreci

Fakat kadın-oluş gerçeğinin insan-oluş gerçeğinden çok da ayrı süreçler olmadığı, toplumsal iktidarın ürettiği eşitsizliklerin kadın sorunuyla sınırlı kalmadığı bir gerçek. İktidarın olduğu her yerde hak talebi belki de ebedi bir sorun olmaya devam edecektir. Kapitalist iktisadın temel yasasından uyarlayarak söyleyecek olursak, iktidarlar sınırlı ancak haklar sınırsızdır. Hak sorunu iktidar olgusunun doğasında var olan bir şey. Bununla beraber kadın sorununun tarih boyunca belli marjlar içinde değişkenlikler gösterdiğini biliyoruz. Kadınların toplumsal rol ve statü sahibi olmalarına koşulların zaman zaman, yer yer elverişli hale geldiğini görüyoruz. Ancak bunların hiçbiri toplumsal alandaki erkek-egemen iktidarını ortadan kaldıracak örnekler değil. Daha çok kadın olmanın toplumsal, siyasal, ekonomik alanlarda rol sahibi olmaya bir engel teşkil etmediğine dair önemli göstergeler. İktidar olgusunun oluşturduğu dezavantajlara rağmen kadınların az miktarda ve daha düşük nitelik veya performansta bile olsa kamusal alanda gösterdikleri varlık, oluşturduğu etkilerden çok daha kıymetlidir elbet. Ne var ki, kadınların sergiledikleri başarılar "iktidar dünyası/ideolojisi" içinde tesadüfi veya arızi bir durum olarak görülmekten öteye gitmemiştir. Söz konusu münferit başarılar toplumsal alanı dönüştürmekle ilişkili belirleyici bir hak sorunu veya talebine ilham kaynağı olmayıp kadınların kamusal aktivitesi belli bir kendiliğindenlik ve uygunluk zemininde mümkün olmuştur.

İnsan haklarının rotasında

Buna bağlı olarak, kadın hakları ancak insan haklarının şemsiyesi altında bir filizlenme imkanını göstermiştir. Bilindiği gibi gerek Amerikan devrimi (1776) gerekse Fransız devrimi (1789) ile beraber kadınlar hak taleplerini ancak gündeme getirmeye başlamıştır. Dolayısıyla kadın haklarına doğru giden yol, düşünsel, siyasal ve toplumsal dinamiklerle insan hakları fikriyatının evrensel bir paradigmaya doğru evrimleşmesiyle açılır. Dayanağını anılan devrimlerden alarak asli rotasını oluşturur. Açıkçası bu rota, haklı olarak temel insan haklarının kadın haklarına uyarlanmasıyla belirlenmiştir. Olması gereken de budur. İnsan hakları, tarih boyunca ezilmeye veya arka planda kalmaya mahkum kadın cinsi için bir bakıma tarihin bir mucizesidir. Kadınlar için tarih böylece artık yeniden başlamıştır. Bugünden baktığımızda bize düşen, bunu sadece kadınlar değil bütün insanlık için bir büyük devrim olarak anmaktan çekinmemektir. Söz konusu olan hepimiz için daha iyi, daha ahlaki bir dünyadır.

Ancak her şey bundan ibaretmiş gibi görünmüyor. "Eşitlik" ilkesinin bir anlamda yerinden edilerek kadın hakları altında üçüncü cinsiyet konusu dahil fıtratla mücadele zeminine doğru çekilmesi, insanlık açısından handiyse bir kırılma noktası olabilecek temayüllerdir. Kadın ve erkeğin toplumsal rollerini aynılaştırmaya kadar varan bir eşitlik tahayyülü cinsiyet ve kadın gerçeğini silip atmak gibi marazi bir noktaya doğru bizi götürüyor. Halbuki eşitlik, dayatma veya homojenleştirme değil özgürleştirme olanaklarıyla gerçek anlamına ve hedefine kavuşur. Temel sorun toplumsal-siyasal iktidar alanları içinde var olan tahakkümcü ve hiyerarşik yapıları ortadan kaldırmaktır. Dolayısıyla projeksiyonumuzun, eşitlikten öteye hiyerarşik örüntülere odaklanması kadın sorununa gerçekçi, ahlaki ve adil bir yaklaşım açısından belirleyici önemdedir. Bu da vulgar bir eşitlikçilik yerine kadının fıtratıyla mütenasip bir toplumsal varoluşun önünü açmayı gerektiriyor. Erkek-egemen zihniyetin ve yapıların kadın haklarıyla bertaraf edilmesi asli meselemiz sayılır. Kadının dezavantajını kadına karşı bir tahakküm aracı olarak kullanmama bilincini/terbiyesini geliştirmek gerekiyor. Buysa aslında her türlü toplumsal ilişkide hayata geçirilmesini arzu ettiğimiz bir ahlak yasasıdır.

Kadının geleceği

Diğer taraftan, toplumsal alanın özgürlükler kadar sorumluluklarla anlam kazandığını göz ardı edemeyiz. Bu anlamda kadın ve erkeğin aile kurumunun yaşatılmasına matuf toplumsal rollerini tahfif ve/veya tahrip edecek mahiyetteki teşebbüslerin tuzağına düşmeyecek bir basireti göstermek durumundayız. Kadın sorunları ve hakları üzerinden aileyi hedef haline getirmek çok büyük bir aymazlık olur. Ancak ailenin kendisine değil fakat "aile tipi"ne ve değerlerine dair bir eleştiriyi her halükarda yapmalı, yapabilmeliyiz. Toplumsal, ekonomik dönüşümler dolayımında aile kurumu değişmekten beri duramaz. Tam bu noktada belki de Alvin Toffler'in Üçüncü Dalga diye tabir ettiği yeni dönemin yeni aile modelini oluşturma ihtiyacıyla giderek daha fazla cebelleşeceğiz. Kadın haklarının aileyi daha adil, eşitlikçi ama aynı zamanda daha üretken bir dönüşüme uğratması tarihin bulunduğumuz aşamasında kaçınılmaz görünüyor. Cinsiyet farklılıkları yok sayılmamakla beraber cinsiyetçi hiyerarşinin giderek minimize edildiği bir dünyaya doğru gidiyoruz. İnsanlık ailesi için bu, muhtemelen yeni ufuklar, yeni bir varoluş algoritması demektir.

Belli ki karşı karşıya olduğumuz kadın gerçeğiyle artık daha fazla yüzleşmemiz gereken bir sürecin içindeyiz. Erkek-egemen dünyanın bir tezahürü olan "erkek çocuk" ayrımcılığı; kadının "sokaktaki" kısıtlanmış varlığı; dul olmak gibi medeni durumundan kaynaklanan sosyo-kültürel eşitsizlikler; namus kavramının kadın aleyhine kullanılması; çalışma hayatındaki muhtelif dezavantajlar; kız çocuklarının eğitimini hafife alan anlayış biçimi; erken yaşta evlilikler, "gelinlikle çıkıp kefenle dönme" diskuru; şiddetin evde, sokakta, işyerinde zayıf nesnesi haline getiren kültürel alışkanlıklar vs... Kadın sorunu bizden radikal ama insanlığın hayrına olacak güçlü bir projeksiyonu bekliyor.

[email protected]