Kadına karşı şiddeti konuşamamak

Dr. Fatmanur Altun / TÜRGEV Yönetim Kurulu Başkanı, Marmara Üniversitesi
2.01.2021

Şiddet karşısında hissedilen ‘çaresizlik ve seçeneksizlik' kadının maruz kaldığı şiddeti, erkeğin maruz kaldığı şiddetten ayıran en önemli farktır. Kadına karşı şiddetin sistematik bir şiddet türü olarak görülmesinin gerekliliği en başta kurbanın bu seçeneksizlik halinden kaynaklanmaktadır.


Kadına karşı şiddeti konuşamamak

Ne zaman bir ‘kadın cinayeti’ haberi düşse önümüze içimiz burkuluyor, kahroluyoruz. Hayatı vicdansızca elinden alınan, dövülen, defalarca bıçaklanan, kurşunlanan, boğulan, yakılan, üzerlerine beton dökülen, kanları ile katillerini yazarak can veren kadınlar birçoğu. Kimimizin kardeşi, kimimizin annesi, eşi, kuzeni, arkadaşı... İçinde yaşadığımız toplumda birlikte nefes alıp verdiğimiz, ümitleri, hayalleri, hayal kırıklıkları, planları, projeleri, aileleri, sevdikleri, korktukları, iş arkadaşları, komşuları, öğrencileri olan kadınlar. Hepimiz gibi insanlar… Aynı zamanda şiddet karşısında bir erkeğe göre çok daha kırılgan, çok daha savunmasız ve çoğunlukla en yakınlarının, hiç değilse hayatlarının bir döneminde en sevgili bildiklerinin, en çok emek ettiklerinin hışmına uğrayan insanlar onlar. Bu yönüyle uğradıkları şiddetin dinamiklerini ve neden vahşice katledildiklerini rahatsız olmak pahasına konuşmamız gerekiyor. Hepimizin enerjisini, hepimizin merhametini talep eden aksi halde asla iyileşmeyecek yaralar bunlar.

Hal böyleyken bir tarafta kadın cinayetlerini politize eden ve bu acılardan kendilerine ekmek çıkarmaya çalışanlar yüzünden yaralarımıza hak ettiği özeni bir türlü gösteremeden, toplumca onların üzerinde tepinirken buluyoruz kendimizi. Dahası sorunun mahiyetini anlamaya dönük çabalar da çoğunlukla ‘şiddet genel bir sorun’ açıklamasına çarpıp akamete uğruyor. Bunun üzerine bir de “bazı yasaları arkalarına alarak haddi aşan kadınlar” tanımlaması eklenince bu yakıcı mesele ile kurulabilecek muhtemel bütün bağlar berhava oluyor. Kendimizi bir anda ya politik bir kavganın içinde ya genel manada şiddet konusunu konuşurken yahut “erkeğe karşı şiddet” olgusu ile cebelleşirken buluyoruz. Birbiri ardına hunharca katledilen kadınlar ve onları bu acı sona taşıyan toplumsal dinamikler ise o karmaşa içinde unutulup gidiyor.

Cinsler arası şiddet

Şiddetin genel bir mesele olduğu, tüm dünyada ve bütün toplumlarda istikrarlı biçimde yükselişte olduğu artık hepimizin malumu. Bu vakıayı ortaya çıkaran temel saik modernitenin yarattığı, toplulukla bağlantısı zayıf, bencil, sabırsız ve merhamet konusunda eksikleri fazla olan insan tipi. Bu insan tipini hangi ilişki biçiminin içine koyarsanız o ilişki içinde gücü nispetinde şiddet uygulayabildiğini görüyoruz. Burada ‘güç’ ve ‘seçim’in temel belirleyici olarak ortaya çıktığı görülüyor. Gücü olduğu ve karşısındaki kendisinden zayıf olduğu halde şiddet uygulamayan insanların sayısı giderek azaldığı için genel manada artan bir şiddet olgusundan bahsediyoruz.

Bu noktadan hareketle cinsler arasındaki şiddetin dinamiğini açıklamak istediğimizde iki temel biçimle karşılaşıyoruz: Erkeğin kadına uyguladığı şiddet ve kadının erkeğe uyguladığı şiddet. Bu iki şiddet türünü birbirinden ayırmadan, yukarıda bahsettiğimiz yakıcı sorunla ilgili bir arpa boyu bile yol almak maalesef mümkün görünmüyor.

Erkeğin tercih imkânı var

Saldırganın kadın, mağdurun erkek olduğu olaylarda esasen ‘şiddetin yaygınlaşması’ asıl mesele gibi görünmektedir. Zira kadınlar isteseler de erkekleri “sistematik şiddet mağduru” haline getiremezler. Çünkü erkeklerin bu tür şiddetten kendilerini koruyacak araçları vardır. İki cinsi silahsız olarak ve birbirini alt etme amacıyla karşı karşıya getirdiğinizde şiddete uğrayacak/öldürülecek olanın kim olduğuna bakarak bu çıkarımı rahatlıkla yapabiliriz. Bu nedenle “sistematik kadın şiddeti”nden bugünün toplumsal şartlarında söz etmek mümkün değildir.

Herhangi bir bedensel engeli olmayan bir erkeğin, bir kadın tarafından saldırıya uğraması hemen hemen her zaman münferittir. Zira fiziksel şiddete maruz kalan erkek bu şiddete karşı koyma ve karşı şiddet üretme ihtimalini elinde bulundurur. Dini, ahlaki, yasal zorunluluklar yahut kişilik yapısı nedeniyle şiddete karşı koymasa bile, erkeğin elinde her zaman bir tercih imkanı vardır. Bir erkek çoğunlukla kadının şiddetine katlanmamaya karar verdiği anda karşı şiddetle süreci bitirebilir.

Öte yandan saldırganın erkek, mağdurun kadın olduğu durumlarda dinamik tam tersine işler. Kadın, erkek şiddetine maruz kaldığı anda, elinde hiçbir tercih imkanı olmadığını görür. En katlanılmayan şiddet hadiselerinde, şiddetten kaçmaya karar verse bile, kadının kendisini kurtarması yine de garanti değildir. Erkek saldırgan kadını takip edip öldürebilir/yaralayabilir/taciz edebilir/tecavüz edebilir. Kadının dini, ahlaki, yasal zorunluluklar yahut kişilik özellikleri nedeniyle bu şiddete karşı koymamayı yahut karşı şiddet üretmemeyi tercih etmesinin bir anlamı yoktur. Zira bu seçim, kadının akıbetini hiçbir şekilde değiştirmez. “Bak kadınsın, elimi kaldırmıyorum” sözü bir şiddet hadisesi yaşanırken ancak erkeklerin kurabileceği bir cümledir ve erkeğin elinde bulundurduğu TERCİH imkanının büyüklüğüne işaret eder. Bir erkek, artık sınırı aştığını düşündüğü anda şiddet üreten kadını rahatlıkla durdurabilir.

Diğer yandan bir kadının bir erkeği çıplak elleriyle öldürebilmesi neredeyse imkansızdır Bir kadın bir erkeği ancak onun farkına varmayacağı şekilde tuzağa düşürerek yahut edebiyatta ve sinemada işlenen ve kadınların sinsiliğini ispatlamak istercesine kullanılan zehirleme gibi yöntemlerle öldürebilir. Oysa bir erkeğin bir kadını döverek öldürmesi onun tercihine kalmış bir şeydir. Yeterince saldırgan, kötü ve psikopatsa kadını yüzüne karşı tehdit edip, onunla bir kedinin fareyle oynadığı gibi oynayıp sonra da döve döve öldürebilir. Kadının bu şiddeti durdurup, durdurmamak noktasında ne kişiliği ne yasalara saygısı ne de Allah korkusu işine yarar. Şiddet uygulayan erkeğe, “bak şimdi erkeksin diye elimi kaldırmıyorum, aldırma kendini ayağımın altına” diyen bir kadını hayal edebiliyor muyuz?

Kadına karşı şiddetten bahsedilmesinin sebebi yahut kadın cinayeti diye bir olgunun konuşuluyor olması hep bu nedenlerledir. Bir şiddet olayında ‘mağdur/kurban erkek olsaydı, dövülür müydü, tecavüze uğrar mıydı, öldürülür müydü’ sorusunu sorarak şiddetin sistematik mi yoksa münferit mi olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz. Eğer bu sorulara cevabımız hayır ise şiddeti “kadına karşı şiddet/cinayet” olarak adlandırabiliriz. Erkeğin saldırgan kadının kurban olduğu olayların çoğunda kadının yerinde bir erkek olsa suçun gerçekleşmeyeceği neredeyse kesindir. Bu nedenle kurbanın cinsiyeti suçun niteliğini belirleyen en önemli unsura dönüşmektedir. Erkeği zapturapt altına alan Allah korkusu gibi aşkın bir korku yoksa kadının bedensel olarak kendisinden daha zayıf olması erkeği şiddet kullanma noktasında her zaman cezbedecektir. İçinde yaşadığımız giderek sekülerleşen ve aşkın bir gücün varlığını giderek daha fazla dışlayan insanların her türlü zayıflığı bir sömürü aracı haline dönüştürdükleri ve sistematik olarak kötülük ürettikleri bir vakıadır. Cinsler arası ilişkilerde fiziksel güç olarak daha zayıf durumda olan kadına karşı sistematik bir şiddetin olması, içinde yaşadığımız sömürü çağının adeta bir çıktısıdır. Kapalı kapılar ardında bir kadınla baş başa kalan erkeğin bir kadını cezalandırmak istediğinde içinden geçen “seni benim elimden kim alacak şimdi?!” duygusu bir kadın için korkutucudur. Erkek karar verdiğinde gerçekten kadını onun elinden kim alacaktır?!

‘Bir aslana kafa tutan kedi’

Şiddet konusunda şartlar kadın-erkek zaviyesinden bu kadar eşitsizken kadın saldırganlar üzerinden erkekler de şiddete maruz kalıyor söylemini yaygınlaştırmaya çalışmak retorikten başka bir şey değildir. Tabii ki erkekler de şiddete maruz kalmaktadır ve hatta erkeklerin maruz kaldıkları şiddeti üretenler kimi durumlarda da kadınlardır. Fakat bir erkek ancak, başına iş almak istemediği için, belaya çattığını düşündüğü için, dinden, imandan, insanlıktan çıkmak istemediği için, bir kadına vurmayı kendisine yakıştıramadığı için, aman ne hali varsa görsün, belasını benden bulmasın dediği için, çilemmiş çekeceğim bana da bu edepsiz düştü diye düşündüğü için ve kadının şiddeti erkekte çoğu zaman ‘bir aslana kafa tutan kedi’ hissiyatı uyandırdığı için, hasılı erkeğin kendisi ile yaptığı bir konuşmanın sonucunda bu durumu kabul ettiği için şiddete maruz bırakılabilir. Bir kadının bunları düşünmek gibi bir lüksü hiçbir zaman olmaz. Zira şiddet uygulayan bir erkeğin zaten güçlü olan bedensel yapısı, kadının bedeninde o kadar ağır tahribat yaratır ki aslanla kedi arasındaki güç ilişkisi dinamiği burada tam tersine işler. Kedinin, aslanı şiddet esnasında Allah’a havale etmesinin de belasını benden bulmasın diye düşünmesinin de bir faydası yoktur.

Sonuç olarak, şiddet karşısında hissedilen ‘çaresizlik ve seçeneksizlik’ kadının maruz kaldığı şiddeti, erkeğin maruz kaldığı şiddetten ayıran en önemli farktır. Kadına karşı şiddetin sistematik bir şiddet türü olarak görülmesinin gerekliliği en başta kurbanın bu seçeneksizlik halinden kaynaklanmaktadır. Bu seçeneksizlik hali nedeniyle dünyada yaşayan kadınların yüzde 20’si tecavüz kurbanıdır. Bu rakam erkeklerde yüzde 3’tür ve erkeklere tecavüz edenler de yine kendilerinden daha güçlü olan erkeklerdir. Yine bu seçeneksizlik hali yüzünden dünya çapında kadınların yüzde 35’i, eşi veya birlikte yaşadığı kişinin fiziksel ve/veya cinsel şiddetine ya da partneri olmayan bir kişinin cinsel şiddetine maruz kalır ve kimi ülkelerde kadınların yüzde 70’i yaşamları boyunca erkeklerden fiziksel ve/veya cinsel şiddet görürler. Yine insan haklarının sözde en gelişmiş olduğu Avrupa’da bile her üç kadından biri, 15 yaşından itibaren fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalır ve her 20 kadından 1’i tecavüze uğrar. Gelişmişliği ile tüm dünyaya örnek gösterilen İskandinav ülkelerinden Danimarka’da kadınların yüzde 52’si ve Finlandiya’da yüzde 47’si, Avrupa’nın dinamosu sayılan Almanya’da kadınların yüzde 35’i, medeniyetin beşiği! İngiltere ve Fransa’da yüzde 44’ü, Hollanda’da yüzde 45’i, Türkiye’de ise yüzde 36’sı yaşamlarının herhangi bir döneminde fiziksel şiddete maruz kalırlar. Bu istatistiklerin içine cinayetleri eklediğimizde manzara daha da korkunç bir hal alır.

Meseleleri nasıl konuşmalıyız?

Tüm bu veriler ortadayken otobüste bağırıp çağıran, trafikte polisin yüzüne edepsizce haykıran kadınları nazara vererek, “asıl erkekler eziliyor” diye serzenişte bulunurken yahut kadın cinayetlerini politik bir araç olarak kullanırken ya da ‘kadına karşı şiddet yok, şiddet genel bir sorun’ diyerek meseleye rengini veren dinamiklerini görmezden gelirken tekrar tekrar düşünmek gereklidir. Her meseleyi kendi siyakı ve sibakı içinde tartıştığımızda kadın sorunlarını siyasal alana çekmeden, sosyal alanda bırakarak ve tüm toplumun katıldığı ve katkı verdiği bir zeminde konuşabiliriz. Edep ve terbiye ile ilgili kötü örnekleri eğitim ve insan yetiştirme başlığı içinde konuşarak, genel şiddet konusunu modernite ile ilintili olarak ve kadına şiddeti üreten kültürü ve bunun çözümünün nasıl olması gerektiği gibi konuları da ‘kadına karşı şiddet’ şeklinde konuşabilir ve her birine ayrı ayrı çözümler üretebiliriz. Kafa karışıklığımızı bir an önce sona erdirip, birlikte çalışarak, toplumsal enerjimizi en acil olana, kanayan yarayı sarmaya hasretmek zorundayız. Harekete geçmek için daha fazla kanıt görmeye ihtiyacımız yok.

@fatmanuraltun