Kamu yönetimi reformu değil yönetici reformu

Doç. Dr. Mehmet Özkan / Polis Akademisi Öğr. Üy. - TİKA
2.01.2016

Eğer 2016 yılında yönetici reformu meselesi ciddi şekilde ele alınmazsa, Türkiye, enerjisinin çoğunu anlamsız ve vizyonsuz yöneticilerin kısır bir şekilde dünyayı ve değişim/dönüşümü okuyuşlarına bırakmış olarak yoluna devem edecek. Harcanan onca emeğe karşın Türkiye gücünün çok gerisinde bir yerde çırpınmaya devam edecektir. Dolayısıyla ülkenin asıl sorunu bir kamu reformu değil, yönetici reformudur.


Kamu yönetimi reformu değil yönetici reformu

2003 yılından beri Türkiye’nin birçok anlamda çağ atladığı ve birçok sistemsel hastalıkla başettiği bir gerçek. Fakat ortada on üç yıllık ciddi bir tecrübe olmasına rağmen, Türkiye en temel hastalıklarından birisi olan bürokrasi ile mücadeleyi kazanmış değil. Eski bakanlardan Prof. Dr. Ömer Dinçer’in yeni kitabı Türkiye’de Değişim Yapmak Neden Bu Kadar Zor? üzerinden bu konuda Türkiye’de yapılan tartışmalar anlamlı, fakat ne yeterli ne de gerçek soruna işaret ediyor.

Kısır bir tartışma

Türkiye’de kamu reformu genellikle devlette çalışan memur sayısı, bunların ekonomi maliyeti ve bunların verimli çalışıp çalışmaması üzerine odaklanmaktadır. Halbuki on üç yıllık AK Parti tecrübesi sonrasında da net ortaya çıktığı gibi Türkiye’nin en temel sorunu kamu reformu değil, yönetici reformudur. Türkiye bugün ciddi bir şekilde orta-düzey yönetici kriziyle karşı karşıyadır. Üst kademede siyasetçilerin vizyoner yaklaşımları Türkiye’nin önünü açarken, en alt kademedeki uzman yardımcıları ve uzmanlar yeni Türkiye’nin kendilerinin de katkılarıyla kurulacağını bilerek canla başka çalışmaktadır. Fakat orta düzeydeki yönetici kesim, aslında ne gerçek anlamda üst kademedeki siyasetçilerin vizyonunu paylaşmakta (veya ona inanmamakta) ne de alt kademedekilerin enerjisini yönetmeye kadirdir. Dolayısıyla alt kademedekiler iş ortamında yönetici kaprisi ve yöneticinin işi anlamaması gibi anlamsız psikolojik sorunlarla boğuşup, genç yaşta hayatlarını zindan edenlere karşı sesini çıkaramamaktadırlar. Bu sessizlik sağlıklı bir bürokatik nesil değil, aynı hastalığı devam ettiren bürokrasinin devamını sağlamaktadır.

Şu anda Türkiye’yi yöneten orta kademe yöneticilerin aslından çoğu siyasal anlamda şu anki siyasal iktidarın vizyonunu paylaşmamaktadır. Ya kendileri muhafazakar sağ kanatta hasbelkader bulunmuş fakat gerçek anlamda asla mücadele etmemiş olmalarından dolayı her dönemin adamı olmuşlar ya da çeşitli kişisel bağlantıları dolayısıyla bu konumlara gelmişlerdir.

Daha önce cemaat tarafından rehin alınan Türkiye bürokrasisi şimdilerde liberal-faşistlere ve klasik statükocu sağcılara emanet edilmiş durumdadır. Ve hatta öyle ki bazı yerlerde birçok kurumda en etkili kişiler ulusalcılardır. Siyasal iktidar bazen sırf paralel yapıyla mücadele etmek adına bu konuda hatalar da yapmıştır. Eğer Türkiye gerçekten 2019’a kadar siyasal, ekonomik ve sosyal anlamda bir sıçrama yapmak istiyorsa orta düzey yönetici kadrosunda çok ciddi bir yönetici reformu yapması gerekir. Eğer bu yapılmazsa aynen Türki siyasetinden nasıl 2011-2015 arası kaybedilmişse, 2015-2019 yılları arasının da kaybedilme ihtimali çok yüksektir.

Orta düzey yönetici krizi

Türkiye’de siyasal anlamda küresel ve yeni bir vizyona sahip bir siyasal iktidarın bürokrasisi stotükocu ve büyük oranda kişisel hırs ve gelecek planlarıyla beslenmiş bir bürokrasi tarafından yürütülemez. Son on üç yılda eğer Türkiye’nin harcadığı enerjiye göre kat ettiği mesafe hala çok az ise bunun en temel sebebi tartışmasız bir şekilde orta düzey yönetici krizidir.

Orta düzey yönetici krizinin en derin yaşandığı yerler doğrudan bakanlıklara ya da başbakanlığa bağlı kurum ve kuruluşlar, büyükelçilikler, üniversitelerdir. Bakanlık ve başbakanlığa bağlı birçok kurum ve kuruluş ciddi şekilde yüksek bir maddi kaynağı kontrol edip belki de hiç gerekli olmayan yerlere yüksek miktarlarda paralar harcarken; üniversiteler Türkiye’nin insan potansiyelini yetiştirmede usta-çırak ağının kurulduğu, şekillendiği ve ürün verdiği yerler olmanın gerisinde kalmıştır.

Büyükelçilikler Türkiye’nin 13 yıllık dış politika değişimine rağmen, en az değişen ve hatta dokunulmamış tek yerdir. Latin Amerika, Afrika ve Asya gibi Türkiye’den uzak coğrafyalarda görev yapan büyükelçilerin gerçekten Türkiye’nin yapmaya çalıştığı açılımlara ne kadar destek verdiği ciddi bir şekilde tartışılmalıdır. Türkiye’nin artık akıllı çözüm üretmeyen ve sadece sorun üretip, yönettiği yerlerdeki insanların psikolojisini bozan temsilcilerinden kurtulması gerekir. Yurtdışında birçok ülkede birçok insanın müşahade ettiği gibi sağlıklı düşünen bir siyasal iktidarın temsilcileri eğer sağlıklı düşünme konusunda yalpalıyorlarsa, Türkiye her ne yaparsa yapsın ne imajını düzeltebilir ne de gerçek anlamda yaptığı siyasal dönüşümü sistemleştirebilir.

Türkiye’de en az Türkiye gibi bir ülkeyi daha yönetecek şekilde yetişmiş insan potansiyeli var olup, sorun bu insanların nasıl olup da sistem içine çekileceği ve nasıl onlardan en etkili şekilde yaralanılacağıdır. 2016 yılıyla beraber Türkiye iç ve dış politikasında içerik ve kurumsal yapılanma açısından ölçek büyütmeli ve kendisini aynı idealler çerçevesinde yeniden dizayn eden bir yapıya kapı aralamalıdır. Bu durum Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olduğu dönemde uygulanan dış politikanın kalıcılığı için kilit öneme sahip olduğu gibi Türkiye’nin iç siyasetindeki dönüşümün kurumsallaşması için de şarttır.

Beleşçiler ülkesi

Eğer ileride bugünkü Türkiye’yi yöneten siyasal elit 2015-2019 yılları arasını kaçırılmış altın bir fırsat olarak yorumlamak istemiyorsa acilen bir ‘orta düzey yönetici reformu’ yapmalıdır. Bu reformla bürokrasiye yeni giren sağlıklı nesillerin sağlık ve psikolojisinin korunmasını sağlayabileceği gibi, yük almayan aksine yük getiren ve sadece siyasal iktidarı kendi çıkarları için kullanan bürokratik-statükocu tiplerden de kendisini kurtarabilir.

Bugün Türkiye’de birçok insan AK Parti zihniyetinin gerçekten aslında ilk defa iktidara geldiğine inanıyorsa, Davutoğlu hükümeti bunu ciddi bir şekilde okumalıdır. Türkiye son on üç yıldır ciddi şekilde bir tür ‘free rider’ lar (beleşçiler) ülkesine dönmüştü. Bunlar siyasal anlamda karşılığı ve anlamı olmayan, fakat sırf siyasal iktidardan nemalandığı için kendisine alan açan tiplerdi. 2002-2010 arasından bürokraside yüksek konuma gelmiş ve daha sonra nedense 2010 yılı sonrasından ya tasfiye edilmiş ya da kendisi gemiyi terk etmiş o kadar insan var ki, bu sayının çokluğu başlı başına ‘free rider’ ların etkinlik alanlarına işaret etmektedir. Eğer 2016 yılında yönetici reformu meselesi ciddi şekilde ele alınmazsa, Türkiye enerjisinin çoğunu anlamsız ve vizyonsuz yöneticilerin kısır bir şekilde dünyayı ve değişim/dönüşümü okuyuşlarına bırakmış olarak yoluna devem edecek olup, harcanan onca insani ve maddi emeğe karşın Türkiye gücünün çok gerisinde bir yerde çırpınmaya devam edecektir. Dolayısıyla Türkiye’nin asıl sorunu bir kamu reformu değil, yönetici reformudur. İçeriği, boyutu ve sonuçları itibariyle aslında teknik bir sistemsel yeniden yapılanmayı işaret eden kamu reformu tartışması; eğer yönetici reformu dikkate alınmadan yapılırsa Türkiye için asıl sorunu ötelemekten başka bir anlam taşımaz.

[email protected]