'Kanamalı Haydut' ne yazdı?

Suavi Kemal Yazgıç / Yazar
27.11.2020

Kanamalı Haydut'ta “Yazı Odası” başlıklı bir bölüm var. “Yazar kalemi eline alır, önündeki deftere şöyle yazar: “Hayat böyle bir şey.” Meğer dört kelimeden oluşan bir roman yazmış Ahmet Kekeç. İçinden çıkamıyorum.


'Kanamalı Haydut' ne yazdı?

Yıl 2000. Bilmem kaç kere daha yaşayacağım “işsizliklerimin” acemilik döneminde sayılırım. Mustafa Özel, “Seni bir yere götüreceğim” dedi. Yeni Şafak’a gittik. Rahmetli Ahmet Kekeç ile tanıştırdı beni. Ayrıntıları hatırlamıyorum ama “Eti senin kemiği benim” tadında bir konuşma geçti diyebilirim sadece. Ahmet Kekeç o günlerde gazetenin kültür sayfasını idare ediyordu. Mehmet Ertuğrul Yavuz müstearını kullanıyordu köşesinde. (Hatta köşesinde Ahmet Kekeç ismiyle yazmaya geri döndüğünde mealen “O köşede Mehmet Ertuğrul Yavuz yazıyordu, ona ne oldu?” diyen bir okur mesajı geldiğinden bahsetmişti.) Ben o günlerde Yeni Şafak kültür sayfasında kitap tanıtımları yazmaya başladım.

İki roman müjdesi

“Son İyi Şeyler” öykü semamızda parlamaya başladığında takvimler 1985’i gösteriyordu. Avangard diyebileceğim bir metindi “Son İyi Şeyler”. Bilinçli eksiklikler bırakmıştı Kekeç metinde, bilinçli savrulmalar yerleştirmişti öykülerine. Acemi bir yazarın “yol kazaları” olarak tanımlayabileceğim bazı kusurlarını o usta bir yazarın bilinciyle inşa etmiş ve anlattığı öykünün hakkını veren yeni bir dil üstünden kitaplaştırdığı üç öykü ile unutulmaz bir atmosfere sokmuştu okurunu. Hayat Ahmet Kekeç’e başka öncelikler dayattı. Uzun yıllar boyunca Kekeç’in tek edebi kitabı olarak kaldı “Son İyi Şeyler”. Ahmet Kekeç’in oğlu Hakan ile görüşmemden tamamlanmış iki romanı olduğu daha önce müstear isimle yayınlanmış bir romanının da kendi imzasıyla yeniden yayınlanacağı müjdesini aldım. Bu müjdeyi de bir not olarak buraya düşmekte fayda var. İyi bir arşiv ve editörlük çabasıyla dergilerden Ahmet Kekeç imzalı başka kitaplar da çıkabilir. Bence çıkmalı da.

Yazarlık manifestosu

Mavera dergisinin Mart 1986 sayısında Ahmet Kekeç’in “Ödeşme” başlıklı kısacık bir denemesi yayınlandı. Bir anlamda onun kişisel yazarlık manifestosu gibiydi bu kısacık metin. Nedense “Kanamalı Haydut”a dâhil edilebilecek o güzel paragrafında Kekeç, “Beni her zaman en çok şaşırtan şey, yazmakla bir şeyin çözümlenebileceğine değil inanmak, bu işin gerekliliğini bile düşünmezken, oturup, ipe-sapa gelmez şeyler yazmış olmaktır; üstelik, yaşadıklarımızı, duyduklarımızı kağıda geçirmekten öte, yalnızca yaşayıp duymak türünden sözcüklerin karşılayacak’ bir gerekçesi de yokken anlattıklarımızın. Çünkü, yalnızca yazarak değişmiyor hiçbir şey.” O yazmanın gerekliliklerini düşünen, gözeten bir yazar oldu. Ancak hep gazeteci olarak bilinmenin sancısını yaşadı. Belki biraz daha “niceliği” gözetseydi, birkaç öykü kitabı daha yayınlasaydı yazarlığı nispeten daha ön planda olabilirdi. Tam bu noktada Necip Tosun’dan uzunca bir alıntı yapmak isterim. “Ahmet Kekeç ilk kitabı Son İyi Şeyler’de öncü bir yazar çıkışı sergiler. Öncüdür çünkü daha sonra bir kuşağın yoğun bir şekilde kullanacağı hem biçimsel hem de tematik birçok imkânları ilk kez denemiş, bilinç akışının, biçimsel arayışın nitelikli örneklerini vermiştir. Ancak, Kekeç’in daha sonra öykü dışı uğraşıları, kitapla ilgili yaşanan dağıtım ve tanıtım sorunları nedeniyle kitap yeterince tartışılmamış, hak ettiği değer verilmemiştir. Ahmet Kekeç’in doksanlardan sonra iyiden iyiye bir akım hâline dönüşecek olan bu biçimsel yapıyı, daha 1980’lerin başında gerçekleştirmesi ilginçtir.”

Alkışa talip olmadı

“Yağmurdan Sonra” ve “Ulufer” uzun zaman aralıklarıyla yayınlanmış iki roman. Yalnızlıklar, sıkıntılar, açmazlar. Ancak ikisi de bütün bu anlattıklarını “yalnızım”, “kimse beni anlamıyor” gibi klişe ve kolay cümlelerle metni doldurmadan anlatan metinler. Ahmet Kekeç, romanlarında öykülerinden farklı olarak “tahkiye” merkezli bir dil kursa da bir atmosfer inşa etmeyi ustalıkla başarıyor. Kahramanı “yalnızım” diye hayıflanmıyor ama biz onun yalnızlığını görüp hayıflanıyoruz. Altı çizilecek bir cümle, aforizma kurmuyor metin boyunca. Edebiyattan uzaklaşıp yarı felsefi yarı popüler ve sosyal medya paylaşımlarında fazla “like” getirecek atraksiyonlara yeltenmiyor.

28 Şubat döneminde geçse de pür bir siyasi dönem romanı diyemeyiz “Yağmurdan Sonra” için. Kekeç, pür bir siyasi roman yazsa idi kitap çok daha fazla yankı alır, tiraj yapardı. Bunun elbette farkındaydı. “Yağmurdan Sonra”yı pekâlâ öyle bir roman olarak da tasarlayabilirdi. Ancak “yapmamayı” tercih etti Kekeç. Romanın kahramanı için bir 28 Şubat mağduru demek çok zor. Romanının olası algılanma biçiminin metnin çok ötesine geçmesine izin vermedi. Fazla alkışa talip olmak yerine edebiyattan yana kullandı reyini. 28 Şubat’ın o kadar güncel olduğu bir dönemde “rüzgâra” göre yazsaydı o gün beğenilen şimdi ise tamamen geride kalmış bir romana imza atmış olacaktı.

Kurtulamayanların öyküsü

“Ulufer”i de unutmuş değilim elbette. 1970’li yılların taşrasını anlatan bu roman, bilhassa diyaloglarıyla dikkat çekiyor. Bir aşk hikâyesi var metinde ve dönem romanıyım ben diye malumat kasan romanlardan biri değil “Ulufer”. Bir atmosfer kurmayı ve o atmosferi korumayı başarması Kekeç’in edebi mesaisinin en güzel özellikleri arasında yer aldı. Romanın ortasında kuralları kafasına göre değiştirip okuru eli böğründe bırakan bir yazar olmadı Ahmet Kekeç. “Yağmurdan Sonra”da kendisi şehirli olmasa da metropolde yaşayan bir karakterin yalnızlığını anlatan Kekeç, “Ulufer”de de taşradaki yalnızlığı romanlaştırdı. Muhit’in ilk sayısına verdiği röportajda Ahmet Kekeç’in “Ulufer kurtulamayanların öyküsüdür” demesini hatırlamakta fayda var.

Rahmetlinin romanı “Ulufer” ile adaş olan ama bambaşka bir metin olan öyküsü Mavera’da, “Tuhaf Bir Levanten” adlı öyküsü Kayıtlar’da yayınlanmıştı. (Nedense bu öykü bazı kaynaklarda şiir olarak geçiyor.)Aylık dergide de bazı öyküleri olduğunu biliyoruz. Acaba dergi sayfalarında başka hangi öyküleri kaldı? Dergi sayfalarına ulaşmayan öyküleri var mı?

Cemal Şakar, Ahmet Kekeç’in vefatıyla ilgili olarak “İnşallah aldığı yaralar şimdi ona şahitlik edecektir.” demişti. “Kanamalı Haydut”u okuyanlar o şahitlerin bir kısmına aşinadırlar.

“Kanamalı Haydut”ta “Yazı Odası” başlıklı bir bölüm var. “Yazar kalemi eline alır, önündeki deftere şöyle yazar: “Hayat böyle bir şey.”

Meğer dört kelimeden oluşan bir roman yazmış rahmetli. İçinden çıkamıyorum.

[email protected]