Kandil’den insinler mi Kandil’e çıksınlar mı?

Mehmet Metiner / Siyasetçi / [email protected]
10.09.2012

BDP’ye destek veren liberal aydınların paradoksu bu işte: AK Parti’ye silahlı vesayet rejimini demokrasi adına paramparça etmesi için telkinde bulunanlar, Kandil-BDP ilişkisinin tam tersi yönde seyretmesini anlaşılır buldular ve ne hikmetse BDP’li siyasetçilere bu yönde hiçbir telkinde bulunma yoluna gitmediler.


Kandil’den insinler mi  Kandil’e çıksınlar mı?

Başbakan Erdoğan’ın, Meclis çatısı altında çalıştıkları halde demokratik ve yasal siyasetin zeminini tahrip edercesine teröre arka çıkan ve kendisini terör örgütüyle aynılaştıran, başka bir deyişle, her seferinde Kandil’ı kıble olarak gösteren BDP’li milletvekilleri için “Kandil’e çıksınlar!” demesi, sözü bağlamından kopartmaya çokça meraklı olan malum kişi ve çevreler tarafından yanlış bir mecrada tartışılmaya başlandı bile. Güya Başbakan demokratik siyaset yerine Kandil’i adres olarak gösteriyormuş! Gerçekten öyle mi?

Şu Kandil meselesine esaslı bir şekilde girmenin, BDP-Kandil ilişkisini de teşrih masasına tüm boyutlarıyla yatırmanın tam vaktidir.

Can alıcı soru şu: Kandil niye boşaltılmıyor, Kandil’de hâlâ neden silahlar konuşturuluyor? O birileri malum cevabı yapıştıracaklardır hemen biliyorum: “Kürt sorunu çözülmediği ve dağdakilerin siyaset yapmasının önünde engel olduğu için” Sahi hangi Kürt sorunu ve sahiden PKK’nın önünde siyaset yapmasını engelleyen bir durum mu var? BDP varsa PKK niye var?

Kürt sorunu etnik kimliğin inkarıyla ortaya

çıkan bir sorun olarak tanımlandığına göre hâlâ bu sorunun var olduğunu eski ezberler eşliğinde iddia etmek artık inandırıcılığını çoktan yitirdi. Kürt sorunu, inkar ve asimilasyon politikalarını esas alan “eski Türkiye”nin bir sorunuydu. AK Parti’nin kademeli ve kararlı bir biçimde inşa ettiği “yeni Türkiye”nin artık bir Kürt sorunu yoktur. Çünkü AK Parti döneminde devlet aklının üzerine oturduğu inkar ve asimilasyon paradigması tarihe uğurlanmıştır. Kürt vatandaşların kendi dilleri ve kültürleri önündeki engeller de bir bir kaldırılmıştır. Bir tek geriye anadilde eğitim kalmıştır. O da “yeni Türkiye”nin yeni anayasasıyla birlikte aşılacaktır. AK Parti’nin seçmeli Kürtçe dersten sonra yeni anayasa için öngördüğü yaklaşımın, “Türkçe dışındaki dillerde de eğitim-öğretim yapılabilir” biçiminde olduğu herkesçe biliniyor. Şimdi PKK sempatizanlığını neredeyse teröre arka çıkmak noktasına kadar taşıyan o liberal-sol aydınlara sormak gerekmez mi: Hangi Kürt sorunu veya Kürtlerin hangi sorunu için silah kullanmak meşrudur? Daha doğrusu, demokratik siyaset yoluyla çözümlenmesi pekâlâ mümkün hale gelen sorunlar için silah kullanmak caiz midir? Hiç kimse terörü meşrulaştıran argümanların arkasına gizlenmesin artık. Demokratlık, koşulsuz bir biçimde silah siyasetini mahkum etmeyi gerektirir, ona anlayışla yaklaşmayı veya bir biçimde onu meşrulaştırmayı değil!

Hem PKK anadilde eğitim veya yerel yönetimlerin güçlendirilmesi için mi dağa çıktı? Kürt gençleri bugün güçlü yerel yönetimler olsun diye mi kan döküyor? Eğer öyleyse BDP’nin varlığı, yani demokratik siyaset yöntemi ne işe yarar? O zaman Meclis’te olmanın anlamı ve gereği nedir? Şayet bu sorunlar kan dökerek ancak çözümlenebilir sorunlar ise o zaman BDP’nin siyaseten varlığı da anlamsızlaştırılmış olur. Hem de bizzat Kandil tarafından ve Kandil’e sempatiyle bakan o liberal-sol aydınlar tarafından. Sorunun çözüm yeri olarak bilerek veya bilmeyerek kimlerin Kandil’i gösterdikleri ortada.

PKK vesayeti altında siyaset

Doğru oturup doğru konuşalım: Yerel yönetimler reformunun Kürt meselesiyle ne alakası var? Hiçbir alakası yok. Pek tabii merkezde toplanan devasa yetkilerin yerel topluluklara bölüşülmesi gerekiyor. Merkeziyetçi-bürokratik rejiminin artık kendini yerel demokrasilere dönüştürülmesi gerekiyor. Peki, PKK/BDP canibinin “demokratik özerklik” adı altında istediği bu mu? Kesinlikle bu değil! PKK üzerinde silahlarıyla ve tüm baskı mekanizmalarıyla egemen olacağı Baasçı bir rejim olsun istiyor. O yüzden siyasi-idari bir birimin patronu olmak istiyor. Bunun gerçekleşmesi demek, demokrasinin tümden ortadan kalkması demektir. Bunun gerçekleşmesi demek, PKK’ya karşı olan ve BDP’ye zinhar oy vermeyen milyonlarca Kürt vatandaşımızın koyu bir baskı rejiminin altına yatırılması demektir. Hangi hükümet silah bırakmanın karşılığı olarak PKK’ya bu ödünü verebilir? PKK ile müzakere edilmesini dillerine pelesenk edenler, son tahlilde milyonlarca Kürdün esaretini mümkün kılacak böylesine bir despotik Baasçı rejimi Kürtler için uygun bir çözüm yolu olarak görüyorlarsa çıkıp söylesinler bilelim. Müzakerelere kimsenin karşı çıktığı yok, ama neyin müzakeresinin yapılmayacağının da bilinmesi gerekiyor. Kürtlerin kahir ekseriyetini PKK’nın silahlı vesayet rejimi altına sokacak bir sözüm ona “demokratik özerklik” projesi müzakere konusu edilemez. İki nedenle edilemez: Birincisi, bu ileri demokrasilerde gördüğümüz demokratik yerel yönetim modelleriyle zinhar alakalı değildir. İkincisi, silah zoruyla böyle bir şeye evet demek, PKK karşıtı milyonlarca vatandaşımızı Suriye’deki gibi bir Baas rejiminin insafına terk etmek anlamına gelir. Amaç, yerel yönetimlerin demokratikleştirilmesi için PKK’nın BDP adında bir partisi vardır ve bu parti çıkar halktan aldığı onayla iktidara gelir bütün bunları gerçekleştirir. Halk isterse etnik federasyon bile mümkün hale gelebilir. Halkın rızasını esas alan demokratik siyasetin yolları dururken halkın rızasını silah zoruyla ipotek altına alan terör siyasetine yönelmek çözümsüzlüğü derinleştirmekten öte bir anlam taşımaz. BDP ne yazık ki demokratik yasal bir parti olduğunu unutarak kendini Kandil’in yerine koyuyor, Kandil’in terör/şiddet üzerinden kendine iktidar alanı açmak

isteyen siyasetinin aracısı konumuna düşürüyor. Başbakan’ın bir tek cümleyle göstermek istediği resim, işte bütün bunları ihtiva etmektedir. Sadece ve yalnızca “Kandil’e çıksınlar!” sözüne bakarak yapılan değerlendirmelerin bu yüzden bir kıymet-i harbiyesi yok. Dahası, çözüme de hiçbir katkısı yok.

Çözümsüzlüğü besleyen tutumlar

PKK’nın siyaset yapmasının önünde engel olduğunu söyleyenler kocaman bir yalanı dillendiriyorlar sadece. PKK bugün ülkenin parlamentosunda grubu bulunan bir partiyle sistemin tam içinde bulunuyor. BDP’nin varlığının PKK’nın varlığı anlamına geldiğini artık BDP’liler de saklama gereği duymuyor. Peki BDP niye siyaset yapmıyor, demokratik çözümünün bir aktörü olarak kendini konumlandırmıyor da, Kandil’in terör siyasetinin taşıyıcı bir unsuru olarak çözümsüzlüğü derinleştiren bir yerde duruyor? Başbakanın sorduğu soru bu. Madem parlamentoya geldiniz, bu yolu tercih ettiniz, o zaman demokratik ve yasal siyasetin gereklerine uymak mecburiyetindesiniz diyor Başbakan. Haksız mı? Bir elinde silah, bir elinde siyaset kartı taşıyan, Kandil’i hep bir tehdit unsuru veya abanın altında sopa gibi gösteren demokratik ve yasal bir parti olabilir mi? Başbakanın sözleri bir tehdit değil, demokratik siyaset zemininin tahrip edilmemesini sağlamaya dönük son bir uyarıdır.

BDP-Kandil ilişkisi her bakımdan sorunludur. Hangi birisini sayalım ki... BDP, Kandil’in partisi olmasına rağmen Kandil tarafından iradesi boşa çıkartılmış bir partidir. “Siyasetle müzakere”yi önemseyen Başbakan’ın karşısında iradesi olan bir BDP bulamaması, soruyorum size, demokratik çözüm sürecinde ciddi bir handikap değil midir? Ne hikmetse BDP her seferinde ya İmralı’daki Öcalan’ı, ya da Kandil’deki savaş baronlarını muhatap olarak göstermektedir. Kandil’deki savaş baronları nasıl ki Öcalan’ı İmralı’ya gömdülerse BDP’yi de siyaseten hiçleştirip Meclis morguna postaladılar. BDP’ye biçtikleri tek rol, siyasi gerillacılık rolüdür.

‘İçimizdeki hainler’ jargonu

BDP kendi halkının gücüne inanmadı. Hep Kandil’deki silahlı güçlerin kendi önlerini açmalarını bekledi. Kandil’deki silahları kendi sigortası olarak gördü. “İçimizdeki hainler” jargonu üzerinden kaskatı bir baskı rejiminden ve terör siyasetinden yana olduklarını göstermekten kaçınmadılar. Paradoksa bakınız ki, Türk siyasetinin silahlı güçler tarafından vesayet altına alındığını eleştiri konusu eden BDP’nin sözde demokratları, kendilerini silahlı güçlerin tam vesayeti altına soktular ve Kandil’in silahlarının gölgesinde kendilerine iktidar alanları açmaya yöneldiler. BDP’ye destek veren liberal aydınların paradoksu da burada işte: AK Parti’ye silahlı vesayet rejimini demokrasi adına paramparça etmesi için telkinde bulunanlar, Kandil-BDP ilişkisinin tam tersi yönde seyretmesini anlaşılır buldular ve ne hikmetse BDP’li siyasetçilere bu yönde hiçbir telkinde bulunma yoluna gitmediler. AK Parti’yi silahlı vesayet rejimi karşısında gerekli cesareti göstermemekle suçlayanlar nedense BDP’ye Kandil karşısında cesaret göstermeleri konusunda hiçbir telkinde bulunmadılar.

BDP’nin vücudu parlamentoda, ama gönlü ve gözü Kandil’de. O yüzden demokratik siyasetin bir türlü aktörü olamıyor. BDP’nin “Siyaset Akademileri”nde verilen dersler, gençleri Kandil’i özendirecek nitelikte. BDP’nin çoğu yerdeki binalarının Kandil için askere alma büroları gibi çalıştığı biliniyor.

BDP Kandil’i hep bir tehdit unsuru olarak kullandı. Öngördükleri adımların atılmaması halinde şiddetin/savaşın tırmandırılacağını söyleyip durdular. Bunu asla temenni etmediklerini söyleyerek yaptıkları bu tehdit, BDP’nin sorunlu Kandil ilişkisine dair en çarpıcı örneklerden biridir.

‘Kandil’e çıksınlar’ ne demek?

Kandil’i siyasi kıble olarak göstermek, Kandil’in silahlarını bir tehdit unsuru olarak kullanmak, Kandil’in silah siyasetine arka çıkmak, terör örgütüyle Türkiye toplumunu kışkırtır bir biçimde aynîleştirme görüntüleri vermek, terörü meşrulaştırma argümanlarının arkasına sığınmak BDP’nin son zamanlarda siyasi varlık nedenine dönüştü. Bunun demokrasilerde kabul edilebilir bir yanının olmadığını söylemek bile gereksiz. Batı’da “terörü kınamamak” bile yeterli suç kabul edilirken BDP’nin bu şekilde bir görüntü vermesi haklı olarak Türkiye toplumunu rahatsız ediyor. Ülkeyi yönetmek makamında olan ve toplumda oluşan haklı öfkeyi/rahatsızlığı dikkate almak mecburiyetinde olan iktidar partisi liderinin, “Meclis’te bulunmanın gerektirdiği kurallara uymayacaklarsa o zaman Kandil’e çıksınlar!” demesini doğru okumak lazım. Suriye olaylarıyla eş zamanlı olarak ortaya çıkan ve giderek derinleşen PKK terörünün Türkiye halkında yarattığı öfkenin başka çevrelerce yanlış mecralara taşınması halinde nelerin olabileceğini o aklıevvellerin çok iyi düşünmesi

gerekiyor. Son zamanlarda Başbakanın her sözünü bağlamından ve asıl niyetinden kopartarak suçlama konusu yapmayı kendilerine iş edinen o liberal-son tandanslı kimi köşe yazarları da umarım artık pozisyonlarını gözden geçirme gereği duyarlar.

Geçmişten ders alalım

“Dokunulmazlıklar” meselesine de kısaca değinip bitireyim. Milletvekilleri dokunulmazlıklarının “kürsü”yle sınırlandırılması teklifini AK Parti’ye dayatanlar, bugün tam tersi bir görüntü vermeye başladılar. Terörle iltisaklı suçlarda dokunulmazlıkların kaldırılmasını istemek, “kürsü dokunulmazlığı”nı ortadan kaldıran bir durum değildir. Kürsüde söylenenlerden dolayı elbette hiç bir milletvekilinin dokunulmazlığına hiçbir makamın ilişmemesi gerekir. Nasıl ki hakaret ve sövgü kabul edilebilir bir şey değilse, terörü teşvik ve terör örgütüyle apaçık iltisaklı görüntüler de demokratik siyaset adına kabul edilebilir değildir. BDP’den istenen PKK ile arasına mesafe koyması veya PKK’yı karşısına alması değildir. Bunu yapamayacağını herkes bilir. BDP’den istenen, PKK’nın terör/şiddet yöntemine hiçbir şekilde arka çıkmaması ve PKK’yı da bu yöntemden uzaklaşmaya çağırmasıdır. Bunu yapmayacak/yapamayacak bir partinin demokratik siyaset adına sorunlu bir yerde durduğunu söylemeye bilmem gerek var mıdır?

“Dokunulmazlıklar meselesi”, konjonktüre kurban edilmeden demokrasiye ve hukuka uygun bir biçimde yeniden tanzim edilmelidir. Hukuken uygun olanın siyaseten doğurabileceği sorunlar ve komplikasyonlar düşünülerek yapılacak bir düzenlemenin BDP için yapıldığı algısına dönüşmemesi elbette önemlidir. Ama BDP’lilerin de, “Geçmişte yaptınız da ne oldu, geçmişten ders alın!” diye efelenmeleri, ayrıca bir tahrik siyasetidir. Geçmişten en başta BDP’lilerin de ders alması gerekmez mi? Ama görünen o ki asıl BDP’liler geçmişten hiç ders almışa benzemiyorlar!

Başbakan’ın demokratik siyasetin zemininin tahrip edilmemesi için Kandil metaforundan hareketle yaptığı uyarı umarım doğru okunur. Geçmişten herkes gerekli dersi çıkartarak demokrasiye ve hukuka saygılı bir çizgide yol yürümelidir.