Kanserin ve yaşlanmanın düşmanı böğürtlen

Prof. Dr. Aysun Bay Karabulut / Malatya Turgut Özal Üniversitesi Rektörü
6.08.2021

Böğürtlen, ellajik asit sayesinde DNA moleküllerine zarar vererek kansere neden olan serbest radikalleri etkisiz hale getirir, kanserli hücrelerin gelişimini engeller. Antosiyanin kaynaklı antioksidan aktivitesi ile de yaşlanmayı geciktirme noktasında önemli bir rol üstlenir.


Kanserin ve yaşlanmanın düşmanı böğürtlen

Yaz aylarının gelmesiyle manavlarda, market reyonlarında ve yol kenarlarına açılan renkli tezgâhlarda görmeye başladığımız meyvelerden biri de böğürtlen. Gülgiller familyasına mensup olup bahçe çitlerinde ve yol kenarlarında kendiliğinden de yetişen ve ülkemizin hemen her köşesinde birçok çeşidine rastlanan böğürtlen, aslında hepimiz için biraz da çocukluğumuzun meyvesi değil midir? İçimizde, iyice olgunlaşmış lezzetli bir böğürtlen salkımına uzanmaya çalışırken minik parmağına böğürtlen dikeni batmamış ya da kolları dikenler arasında çizilmemiş olan kimse yoktur herhalde. Halen yazları fırsat buldukça gitmeye çalıştığımız köydeki kerpiç evimizin arka bahçesindeki çalıların arasında büyüyen kara böğürtlenlerin lezzetini en iyi biz biliriz.

Orta kuşakta yer alması dolayısıyla dört mevsimi yaşayan Türkiye'nin her yerinde görülen, Anadolu kültürünün bir parçası olup türkülere ve öykülere konu olan böğürtlenin kültürüne dönük çalışmalar ülkemizde son yıllarda artış kaydetse de, dünyada bu lezzetli meyvenin tarımı 18. yüzyılın ortalarından beri yapılmaktadır. Anavatanı Avrupa olan böğürtlenin kültür formları üzerine yapılan çalışmalarda Kuzey Amerika'nın belirleyici bir konumu vardır ve meyvenin kültür çeşitlerinin hemen hepsi buradan dünyaya yayılmıştır. 1930'lu yılların ortalarında bulunan dikensiz böğürtlenleri zaman içerisinde başka birçok kaliteli tür (örneğin boysenberry, logan, apache, navaho, kiowa, thedor reimers, marion) takip etmiş ve böğürtlen gıda endüstrisinin önemli bir bileşeni haline gelmiştir.

Hem lezzetli hem sağlıklı

Ülkemizde Orta Anadolu ve Karadeniz'de tarımı yapılan ve örneğin 2010'lu yılların ortalarında Malatya Meyvecilik Araştırma Enstitüsü'nün öncülüğünde yürütülen başarılı çalışmaların ardından Malatya'da da üretilmeye başlanan böğürtlenin adeta bir organik asit, mineral ve vitamin deposu olduğu söylenebilir. Kendine has mayhoş bir aroması ve lezzeti olup Mayıs-Ağustos ayları arasında meyve veren, bitkisi saçak köklü ve dikenli olan bu üzümsü meyvenin kullanım alanı oldukça geniştir. En başta taze meyve olarak günlük sofralarda tüketilmekle birlikte yüksek oranda su ihtiva etmesi, taşıma ve depolama imkânlarının sınırlı olması nedeniyle daha yoğun olarak gıda sanayiinde (reçel, konserve, marmelat, jöle ve şekerleme, likör, yoğurt, dondurma, meyve suyu, meyve çayı ve pasta yapımında) kullanılmaktadır.

Yapılan araştırmalar sonucunda işlendikten sonra bile kimyasal içeriğinde fazla bir kayıp olmadığı tespit edilen (işlenmiş haliyle de son derece sağlıklı olan) böğürtlen, insan sağlığı açısından son derece faydalı ve zengin bir içeriğe sahiptir. Özellikle bitkisel kökenli bazı pigmentler ile fenol, flavon ve flavonoid gibi önemli kimyasallar bakımından oldukça zengin olan böğürtlenin bu özelliği dolayısıyla antioksidan ve antikanserojen etkiler taşıdığı ortaya konulmuştur. Donmuş yağ, kolesterol ve kalori oranı çok düşük olup içeriğinde, iyi bir aminoasit kaynağı olmasını sağlayan demir, fosfor, çinko, potasyum, kalsiyum ve magnezyum da bulunan böğürtlende ayrıca A, B1, B2, B3, B6, folik asit, C, E ve K vitaminleri ile çözülen ve çözülmeyen değerli lifler de vardır. 100 gram böğürtlende 4 ila 6 gram arasında lif bulunmaktadır ki bu oran muz, armut ve elma gibi yüksek lif oranları ile bilinen meyvelerden çok daha fazladır. Yüksek miktarda lif tüketiminin akciğer, kolon ve özofagus kanserleri ve kalp hastalıklarına karşı koruyucu etkisi olduğu düşünüldüğünde, böğürtlenin insan sağlığı açısından önemi de daha iyi anlaşılabilir. Yine böğürtlenin içeriğinde bulunan çözülmeyen lif yükü ile suyun kalın bağırsakta daha kolay ve iyi bir şekilde emilimine yardımcı olduğu, bu şekilde sindirim mekanizmasını düzene soktuğu da not edilmelidir.

Tümör gelişimini engelliyor

Ahududu ve çilek türü üzümsü meyvelerin tamamında olduğu gibi böğürtlende de bulunan ve laboratuvar koşullarında yapılan araştırmalarda hayvanlarda tümör gelişimini engellediği belirlenen ellajik asit ile meyveyi antioksidan deposu haline getiren antosiyanin pigmentine özel olarak bir göndermede bulunmak gerekir.

Böğürtlen, ellajik asit sayesinde DNA moleküllerine zarar vererek kansere neden olan serbest radikalleri etkisiz hale getirme ve kanserli hücrelerin gelişimini engelleme, yine antosiyanin kaynaklı antioksidan aktivitesi ile de yaşlanmayı geciktirme noktasında önemli bir rol üstlenmektedir. Bu bakımdan, özellikle yaygın sağlıksız beslenme ve çevresel faktörler nedeniyle güçlü kanserojen etkilere maruz kaldığımız gündelik yaşamımızda düzenli olarak böğürtlen tüketmenin bize çok güçlü bir koruma sağlayacağı aşikârdır.

Eşsiz bir şifa kaynağı

Eski zamanlardan beri şifa kaynağı olarak görülüp kullanılan böğürtlenin, bu açıdan geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarının önemli bir parçası olduğu da belirtilmelidir. Vücuttaki toksinleri atmada etkili olup kanı temizleyen ve yüzlerce yıl bir çeşit doğal ilaç olarak tıbbi reçetelerin yaygın bileşeni olduğu bilinen bu meyve, halk arasında halen ishal hastalıkları, yüksek tansiyon, eklem iltihaplanması ve ödem gibi rahatsızlıkların tedavisi için derman kabul edilmektedir. Yine diyabet hastalığına karşı koruma sağladığı ve hafızayı güçlendirdiği de düşünülmektedir. Antioksidanların beyin iltihabını azaltmaya ilave olarak nöronların iletişim şeklini değiştirmeye katkı sağladıklarının biliniyor olması, özellikle de yaşa bağlı hafıza kaybını önleme, motor eşgüdümünü muhafaza etme ve bilişsel zayıflamayı engelleme noktasında böğürtlenin etkili olabileceği fikrini desteklemektedir.

Yapılan araştırmalar sonucunda insan vücuduna herhangi bir zararının olmadığı tespit edilmiş olan böğürtlen yalnızca meyvesi ile değil, aynı zamanda bitkisinin yaprağı ve dalı (hatta zaman zaman ilaç yapımında da kullanılan kökü) ile de eşsiz bir şifa kaynağıdır. Yaprağının kurutulması ile elde edilen çay, güçlü bir idrar söktürücü olmasının yanında etkili bir ağrı kesicidir. Ayrıca sindirim sisteminin düzenli bir şekilde işlemesine de katkı sağlamakta, vücuttaki asit oranını düşürmekte, kum ve taşların kolay bir şekilde atılmasını sağlamaktadır. Stres ile mücadele etmekte ve sinirleri yatıştırmakta, ilave olarak da bronşitleri temizleyerek rahat nefes alınmasını sağlamaktadır. Yaprakları ile birlikte kaynatıldıktan sonra ezilip krem kıvamına getirilerek hemoroid ve yanık merhemi olarak da kullanılabilen böğürtlenin, yine hücrelerin yenilenmesinde ve yüzeyindeki gözenekleri temizlediği cildin sıkılaşmasında da olumlu etkileri vardır.

Modern gündelik yaşamdaki sağlıksız beslenme rejimlerine bağlı olarak yoğun toksin ve bakteri alan vücuttaki bağışıklık mekanizmasını (ihtiva ettiği antioksidan nitelikli likopen sayesinde) güçlendiren böğürtlen, içerdiği asitler, yüksek lif ve düşük şeker miktarı aracığıyla kalp ritmini düzene sokup düzensiz kasılmayı önleyen, kan basıncını ve insülin seviyesini dengede tutan bir meyvedir. İçeriğindeki kalsiyum dolayısıyla kemik sağlığına katkıda bulunmakta, magnezyum ve lif gibi maddeler sayesinde arterlerin tıkanmasına engel olmakta, kan dolaşımını desteklemektedir. Bu bağlamda kadınların şiddetli adet kanamalarını engelleyerek regl döngüsünü düzene sokmada etkili olduğu da belirtilmelidir.

Daha fazla yatırımı hak ediyor

Yukarıda özelliklerini ve insan sağlığına etkilerini kısaca özetlemeye çalıştığımız böğürtlenin ülkemizde son yıllarda daha fazla ilgi görmeye başladığını söylemek mümkün olmakla birlikte, Türkiye şartları göz önünde bulundurulduğunda bunun yeterli olmadığını belirtmek gerekir. Gündelik yaşamın dönüşümüne bağlı olarak son yıllarda yoğunluk kazanan kalp ve damar hastalıkları, kanserler ya da sindirim problemleri gibi yaygın sağlık sorunlarının giderilmesinde güçlü bir etkisi olabilecek olan böğürtlenden daha fazla istifade etmenin yolları aranmalıdır.

Ülkemizin ekolojik koşullarının yüksek seviyedeki uygunluğu böğürtlen kültürünün yaygınlaştırılması için önemli bir fırsattır ve kullanılmalıdır. Yetiştiriciliği birçok meyveye nazaran daha kolay ve daha az masraflı olan böğürtlen, kısa sürede meyve vermesi, birim alandan üst düzeyde verim üretmesi, fiyatının yüksek olması ve oldukça geniş bir kullanım alanına sahip bulunması dolayısıyla yalnızca sağlık veya eczacılık alanına değil, aynı zamanda ülke ekonomisine de hatırı sayılır bir katkı sağlama potansiyelini taşımaktadır. Üniversitelerimizin ilgili birimlerinde yapılacak araştırmalarla söz konusu potansiyel her yönüyle ele alınmalı ve uygulama alanına taşınmalıdır.

[email protected]