Kant’ın tanrısı filozofların tanrısı...

MURAT GÜZEL
10.01.2015

Kant’ın Tanrısı dinin Tanrısı olmaktan uzaktır. O, en iyi haliyle filozofların Tanrısı olabilir, din ve dindarlığın değil. Tan, Kant’ın bilgi ve iman kavramlarına ilişkin bakışını ele alıyor.


Kant’ın tanrısı filozofların tanrısı...
Aydınlanma’yı “bilmeye cüret etmek”le niteleyen Immanuel Kant, yazdığı üç eleştiri (Salt aklın Eleştirisi, Pratik Aklın Eleştirisi ve Yargı Gücünün Eleştirisi) ile zaman zaman Akıl Çağı olarak nitelendirilen Aydınlanma döneminin en önemli filozoflarından biridir. “Salt Aklın Eleştirisi”nin önsözünde söylediği ve onunla ilgili yapılan çalışmalarda sık sık vurgulanan “İmana yer bulmak için bilgiyi inkâr etmek zorunda kaldım” sözleri onun Tanrı’nın varlığı, hürriyet ve ölümsüzlük problemlerinin bir bilgi meselesi olarak görmediğini de ifşa eder. 
 
Kant’a göre bütün bilgilerimiz deney ile başlar ancak bunlar hakkında deney mümkün değildir; bu yüzden pratik akla dayalı bir iman söz konusudur. Teorik akıl tarafından aklın ideaları (Tanrı, hürriyet ve ölümsüzlük) olarak ortaya konulan fakat objektif gerçeklikleri ispat edilemeyen bu idealar, pratik akla dayalı iman sayesinde objektif gerçeklik kazanırlar. Kant’a göre bizi imana yönlendiren teorik akıl değil, pratik akıldan kaynaklanan ihtiyaçlardır. Ona göre bu ihtiyaç ya da zorunluluk “rasyonel bir imanın tek mümkün temelidir.” Kant felsefesi içinde bilginin sona erdiği yerde seçime ve iradeye dayalı ahlaki bir akıl inancı ortaya çıkar. Kant’a göre; tabiatı zaman ve mekân formları içinde, bir kanunlar sistemi halinde teorik olarak kavrayan akılla; pratik alanda “yapmalısın” emrini veren, kendisine ahlak kanunları koyarak insan iradesini bağımsız yapan akıl bir ve aynı akıldır. Aklın teorik kullanımında veriler dışarıdan gelirken, Kant’a göre pratik aklın nesnelerinin kaynağı da aklın kendisidir. Bu açıdan Kant teorik aklı pratik akla bağlar ve ona teorik akla karşı bir üstünlük ve öncelik atfeder. Nihai kertede Kant din ve dindarlığı ahlaki yaşantının içine hapseder. Bu anlamda Tanrı’ya karşı yapılan ve yapılması gereken hiçbir şey yoktur. 
 
Ahlak yasasına saygı
 
Bir anlamda Kant’ın Tanrısı klasik anlamda dinin Tanrısı olmaktan uzaktır. O, en iyi haliyle filozofların Tanrısı olabilir, din ve dindarlığın Tanrısı değil. Aydınlanmanın bir düşünürü olarak Kant, her türlü kurumsal ve tarihsel dine ve yaygın tarihsel uygulamalara şüpheyle yaklaşır. Bunları bâtıl inançların, dinsel fanatizmin ve ahlâkî sapmaların kaynağı olarak görür. Bunlar aynı zamanda Kant için aklı ve insan saygınlığını da zedeleyen şeylerdir. Zaman zaman yaygın kurumsal dinin uygulama ve sembollerini kullansa da bunların kendinde bir değeri olduğunu düşünmez. O, bu sembollerin insanları ahlâka ve ahlâk yasasına saygıya götürmek noktasında tümüyle başarısız olmadığını düşündüğünden, kendi tabiriyle, bir araç olarak onlara müracaat eder. Necmettin Tan, bu eserinde Kant’ın bilgi ve iman kavramlarına ilişkin bakışını masaya yatırıyor.
İmana Yer Açmak: Immanuel Kant’ın Bilgi ve İman Felsefesi, Necmettin Tan, İz, 2014
 
Dünyanın tüm inançları
 
Ebü’l-Feth Muhammed b. Abdülkerim b. Ahmed Şehristânî, İslam dünyasının önemli düşünürlerinden biridir. En önemli eseri el-Milel ve’n-Nihal’dir, Şehristânî eserin girişinde, insanların din ve millet (mezhep) sahibi olduklarını belirtir. Din sahiplerinden maksat, Mecûsiler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlardır. Re’y ve heva sahipleri ise dehrî filozoflar, Sâbiîler, yıldızlara ve putlara tapanlar, Brahmanlar gibi gruplardır. Kitabi dinlere mensup olanları Müslümanlar, Ehli Kitap ve kitap benzerine sahip olanlar şeklinde üç gruba ayırmıştır. İslam mezheplerini incelerken Mutezile, Cebriyye, Sıfatiyye, Hariciler, Mürcie, Şia ve Galiyye’yi ele alıp bu zümreleri alt kollarıyla beraber ortaya koymuştur.
Dinler Ve Mezhepler Tarihi, Şehristânî, Kabalcı, 2014
 
Metodolojik bireyciliği eleştir
 
Bilhassa 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren mikro iktisat ekolleri içerisinde formüle edilen genel bir teorik konumlanma olarak metodolojik bireyciliğin, kimi yazarların “neo-klasik iktisadın kolonyalizmi” olarak adlandırdığı bir süreçte, başta sosyoloji olmak üzere, sosyal bilim alanında temel bir yer edinmiştir. Max Weber, Karl Popper ve Jon Elster’in metodolojik bireycilik müdafaalarının ayrıntılı bir analizini yapan Vefa Saygın Öğütle, bu analizin neticesinde metodolojik bireycilikten sosyolojiye giden yolun kapalı olduğu onucuna varıyor. Yazar, metodolojik bireyci konumlanmanın sadece metodolojik değil sosyal olanın neliğine dair ontolojik içerimler barındırdığını sergiliyor. 
Metodolojik Bireyciliğin Eleştirisi, Vefa Saygın Öğütle, Ayrıntı, 2013