Kapitalist piyasa ekonomisini ıslah etmek

Doç. Dr. Tamer Çetin / [email protected]
22.12.2012

Genel çıkarım, sosyalizmin bir sefaletler, kapitalizmin de bir krizler tarihi olduğudur. Bir başarı örneği olarak Çin’in durumu da çokça tartışmalıdır. Çin’in ekonomik büyümesinin dinamosu Pekin’deki üretim süreçlerine, sosyalist planlama değil de kapitalizmin kurumları karar veriyor. Şu halde geleceğe ilişkin doğru bir çözümleme adına, kapitalist piyasa ekonomisinin ıslahı üzerinde durmak gerekir.


Kapitalist piyasa ekonomisini ıslah etmek

Geleceğin iktisadi sisteminin, anayasal düzenleyici devlet modeli olması gerektiği aşikar olmaktadır. Bunu başarabilen ülkeler, geleceklerini teminat altına alabileceklerdir. Türkiye, buna en yakın ülkelerden biridir. Diğer yandan anayasal düzenleyici devlet modelinin işlerliği, sürekli bir krize gebe dünya için sistem tartışmalarına da katkı sunabilecektir.

Amerika ve Avrupa Birliği’ndeki 2008 iktisadi krizinin etkileri, geçmek bir yana pek çok ülkede köklü değişiklikleri tetiklemeye ve radikal politik ekonomiyi körüklemeye devam ediyor. Bu kelebek etkisinin, öngörülebilir bir vadede sonlanması da beklenmiyor. Sorun, dönüp dolaşıp iktisadi sistem tartışmasına geliyor. Özellikle krizin Avrupa üzerindeki etkileri, sorunun boyutları hakkında önemli sinyaller veriyor. Amerika ise diğer güçlü alanları ile müstakbel sorunlarını örtme maharetini sürdürüyor. Karl Polayni, Büyük Dönüşüm’deki tarihsel incelemesinde özellikle Avrupa ülkeleri için savaş veya barışın, iktisadi ilişkilere göre şekilleneceğini tespit emekteydi. Krizin Güney Avrupa ülkelerindeki dizilişi ve Kuzey’in buna -şimdilik karikatürize edilen hakaretlerle- tepkisi göz önüne alındığında, Polayni’nin önermesinin içerik değiştirmiş şekilde ve düşük yoğunlukla da olsa işlediği görülüyor. Şüphesiz tansiyonun niteliği, bu modern sonrası zamanlarda oldukça farklıdır. Örneğin önceki dönemin sorunu olmayan göçmenler, şimdi çatışmanın önemli bir boyutunu temsil ediyor. Bu yeni çatışmada göçmelerin varlığı, bir yandan ilgili tarafların devletler düzeyinde birbirine hasım hale gelmelerini engellerken, diğer yanda faşizmin yeni bir versiyonunu tetikliyor. Ancak aynı zamanda özellikle az gelişmiş dünyadan göçmenlerin varlığı, Avrupa içindeki devletlerin birbirleriyle olan gerginliğinin de bir nevi balans ayarı görevini üstleniyor. Şimdilik böyle olan durumun, çok da uzun olmayan bir vadeye kadar Avrupalı devletler arasında bir gerginliği engelleyebilmesi muhtemel görünmüyor.

Çin komünizmle mi büyüyor?

Sorunun çözümü, göçmen politikaları, banka kurtarma operasyonları, kemer sıkma politikaları veya bu türden palyatif önerilerde değil, yeni bir iktisadi sistemde yatıyor. 19. ve 20. yüzyılın neredeyse tamamı, sosyalist ve kapitalist ekonomi tartışmalarıyla geçti. Arada tüllenen bazı iktisat teorik yaklaşımlar, politik arenada kalıcı bir karşılık bulmadı. Ancak bu yaklaşımlardan özellikle birisinin, önümüzdeki yüzyılların iktisadi sistemine yön verme kabiliyeti ve dolayısıyla dünyanın bu yeni sorununa merhem olma özelliği bulunmakta. Bütün iktisadi ve diğer sosyal sistemleri, kurallar ve kurumlar üzerinden okuyan bu yaklaşım, aynı zamanda devlet ve ekonomi arasında gittikçe bulanıklaşan ve bulanıklaştıkça karmaşıklaşan ayrıma, açıklayıcı bir perspektif sunmaktadır. Ayrıca krizin çözümü noktasında kadim sistemlerin kullanılabilir araçlarını gelecek dünyamız için kullanabilmeyi mümkün kılmaktadır. Bugüne kadar yapılan tartışmaların neredeyse tamamında sorunun çözümü, liberal piyasa ekonomisi veya sosyalizme yakın planlamacı modellerde arandı. Genel geçer çıkarım, sosyalizmin bir yok oluşlar ve sefaletler tarihi, kapitalizmin de sürgit devam eden bir krizler tarihi olduğudur. Bu çıkarım, planlamacı modelleri analiz dışı bırakmayı da mümkün kılmaktadır. Bu cephe adına en ciddi başarı örneği olarak Çin’in durumu, en azından çokça tartışmalıdır. Açıkça Çin’in ekonomik büyüme performansının dinamosu konumundaki Pekin’in, merkezi planlamacı Çin hükümetinin kontrolünde olduğunu kabul etmek pek mümkün görünmüyor. Pekin’deki üretim süreçlerine sosyalist planlama değil de kapitalizmin kurumları karar veriyor. Bu nedenle Çin örneğinin, velev ki bir başarı olarak kabul edilmesi halinde bile sosyalist sistem hanesine artı olarak yazılması tartışmalıdır. Şu halde geleceğe ilişkin doğru bir çözümleme adına, kapitalist piyasa ekonomisinin ıslahı üzerinde durmak gerek.

Düzenleyici devlet modeli

Yukarıda sözü edilen kurumsalcı yaklaşım, kapitalizmin teorik temellerini oluşturan neo-klasik iktisat paradigmasının bazı ütopik varsayımlarının ayaklarını yere basar hale getirerek, aslında uygulamada iktisadi krizlerin çözümüne ilişkin bir yaklaşım sunmaktadır. Diğer yandan bunun için ilgili ekonomilerdeki iktisadi kurumsal yapı, pratikte, özellikle Batı ekonomilerinde zaten mevcuttur. Mevcut iktisadi kriz, bu yapının doğru işletilememesi ile ilgilidir. Batı’daki gelişmiş ve Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilerin çoğundaki iktisadi sistemin tam adı, aslında ne serbest piyasa ekonomisi, ne de planlı veya refah devleti ekonomisi değil, düzenleyici devlet modelidir. Bu modelde devlet, üretim, planlama ve aktif olarak rol alma işlevlerinden arındırılmıştır. Piyasa aksaklığı adı verilen iktisadi sorunlar dışında tüm iktisadi faaliyetin özel kesim aktörlerince gerçekleştirilmesi, fakat bu işlevlerin, devletin düzenleyici kurumları tarafından düzenlenip, denetlenmesi esasına dayanmaktadır. Bu yapı, Batı’da uzun yıllar boyunca ve Türkiye’de 2001 sonrasında uygulanmakta olmasına rağmen, kapitalist sistemin krizden korunamaması, düzenleyici devlet modelinin başarısızlığını değil, başarısızca uygulandığını göstermektedir.

Bu başarısızlığın giderilmesi için düzenleyici devlet modelinin kuralına uygun olarak uygulanması gerekliliğine ilave olarak, anayasal kurumsal bir taahhüt getirilmesi yeterli olacaktır. Zira düzenleyici devlet modelinde, devlet ve piyasa arasındaki çizginin yeri pek çok durumda iktisat teorik olarak belirgindir. Tek sorun, bu sınırın bazen devlet, bazen de piyasa tarafından ihlal edilmesidir. Güvenilir bir anayasal taahhüt, bu sınır ihlalinin, hangi taraftan gelirse gelsin engellenmesini getirdiği sürece, iktisadi sistem düşük işlem maliyetli ve yüksek bir güvenilir taahhüt altında faaliyet göstererek, hem ülkenin yapısına göre iktisadi büyüme veya kalkınmayı tetikleyecek, hem de kriz unsurlarının ex-ante (dönem başı) önü kesilebilecektir. Böylece göçmen politikaları ve banka kurtarmalar gibi genellikle krizi derinleştiren ex-post (dönem sonu) politikalarla sisteme yama yapma zorunluluğu da ortadan kalkacaktır.

Bunun en önemli kanıtı, Türkiye’deki 2001 sonrası dönüşümdür. Uzun bir dönem anayasal meşruiyetleri olmaksızın faaliyet göstermelerine rağmen, yükümlü oldukları endüstrilerde kuralına uygun bir düzenleyici politika takip eden bağımsız düzenleyici kurumlar, Türkiye’nin son 10 yıllık iktisadi başarısının temel unsurlarının başında gelmektedir. Özellikle bankacılık ve finansal piyasaların regülasyonuna ilişkin konularda hükümetin, kuralına uygun olarak neredeyse tamamen özerk bıraktığı düzenleyici otorite, siyasi ve özel çıkar grupları manipülasyonundan bağımsız güçlü ve etkin bir düzenleyici süreçle 2008 küresel krizinin Türkiye üzerindeki etkisinin minimizasyonu konusunda temel faktör olmuştur. Enerji, telekomünikasyon ve ulaştırma gibi altyapı endüstrilerinde ve diğer endüstrilerdeki rekabete ilişkin konularda Türkiye’deki düzenleyici devlet modeli kuralına göre işletilmiştir ve bu durum şimdilerde yerleşik hale gelerek kurumsallaşmaya başlamıştır. Son küresel kriz döneminde Türkiye’yi Batı’dan ayıran temel faktör bu olmuştur. Zira aynı kurumsal yapı Batı’da, hem de daha eski bir süreden bu yana var olmasına rağmen, etkin bir şekilde işlememiş ve bu nedenle ortaya çıkan başarısızlık, kapitalizmin başarısızlığı olarak görülmüştür. Eğer 2008’de Amerika’da finansal piyasaların regülasyonu, literatürün öngördüğü şekliyle yapılabilseydi, bugün dünyayı kasıp kavuran bu iktisadi krizden söz edilmeyecekti. Buna göre Türkiye son krizde düzenleyici devlet modelini etkin şekilde işletip, küresel krizin zararlarını bertaraf ederken, Batı, kendisinde mündemiç bu kurumsal yapıyı etkin kullanamadığı için iktisadi krizle karşılaşmıştır. Bu durum, bir sistem olarak kapitalizmin beslendiği doktriner paradigmalarının bir sorunu değil, bu paradigmaların sistem içinde işletilememesi sorunudur. Bu yapı, Batı tarafından işletilememiş, başarısız olunmuş ve fakat Türkiye tarafından işletilmiş, başarılı olunmuştur.

Türkiye nasıl başardı?

Buna karşılık Batı, anayasal olarak özellikle ekonomik büyüme ve kalkınmada can alıcı öneme sahip altyapı yatırımlarının önünde öngörülemezlik, risk, belirsizlik ve fırsatçılık sorunlarına karşı, mülkiyet hakları, sözleşmeler, işlem maliyetleri ve güvenilir taahhüt konularında iktisadi aktörleri, anayasal bir güvence ile teminat altına almıştır. Bu nedenle Batı’da ekonomik büyümeyi/kalkınmayı tetikleyen yatırımların yapılması konusunda her hangi bir sorun yaşanmamıştır. Diğer yandan özellikle 2001 Türkiye ekonomik krizine kadarki deneyim, Türkiye’de tam tersi bir durumu göstermektedir. Türkiye, yukarıda sözü edilen alanların neredeyse tamamında anayasal olarak güvenilir bir taahhüt temin eden kurumsal yapı dizayn edemediği için yatırımlar ve dolayısıyla iktisadi büyümesini olması gereken seviyede gerçekleştiremedi. Buna mukabil 2002 sonrası dönemde siyasi kurumsal yapıda gerçekleşen özellikle anayasal dönüşüm, iktisadi alanda 1980-90 arasının tamamında gerçekleşmeyen yatırımların ilk 5 yıl gibi kısa bir sürede gerçekleşmesini beraberinde getirdi. Son 10 yılda Türkiye’de yabancı doğrudan yatırımlar önünde, öngörülemezlik, risk, belirsizlik ve politik fırsatçılık kaynaklı mülkiyet hakları, işlem maliyetleri, eksik sözleşmeler ve güvenilir taahhüt sorunlarına neden olabilecek kurumsal maliyet unsurları, miminize edildiği için güçlü bir ekonomik büyüme performansı sergilenebilmiştir. Şimdi aynı devlet modelini temsil eden iki örnek, Batı ve Türkiye birlikte değerlendirildiğinde, başarısızlığın sistemi uygulama ve kurumsallaştıramama sorunu ve başarının da sistemin kurumsallaşmasını temin etmek olduğunu söyleyebiliriz. Sonuç olarak, her iki durumu kıyas ettiğimizde geleceğin iktisadi sisteminin, anayasal düzenleyici devlet modeli olması gerektiği aşikar olmaktadır. Bunu başarabilen ülkeler, geleceklerini teminat altına alabileceklerdir. Türkiye, buna en yakın ülkelerden biridir. Diğer yandan anayasal düzenleyici devlet modelinin işlerliği, sürekli bir krize gebe dünya için sistem tartışmalarına da katkı sunabilecektir.