Karadeniz en çok bize KARADIR

Gökhan Bolat / İstanbul Çerkes Derneği Yönetim Kurulu Üyesi
4.06.2016

Çerkeslerin başlıktaki sloganı çokça kullanmasının nedeni ana güzergâhı Karadeniz olan sürgün yolunda hayatını kaybedenlerin acısıdır. Fransız askeri danışmanı Fonvill o günleri şöyle anlatır: “İlk göçmenlerin sayılarının 12 bin olduğunu ve hemen hepsinin öldüğünü öğrendim.””


Karadeniz en çok bize KARADIR

Gökhan Bolat / İstanbul Çerkes Derneği Yönetim Kurulu Üyesi

“... Halkın tasvirlerine göre ‘cesetler kanlarda yüzüyordu.’ Vahşi Ruslar vahşi ihtiraslarını bununla da teskin edememişler kalan çocukları birbirine bağlayıp topçu hedefi olarak kullanmak suretiyle bunları da imha etmişlerdi.”

(Tarihte Kafkasya / General İsmail Berkok)

Yukarıda tasvir edilenler herhangi bir film senaryosundan veya sürükleyici bir gerilim romanının en can alıcı bölümünden alıntılanmış satırlar değil. Özellikle yıl dünümü olan 21 Mayıs’lar başta olmak üzere Çerkesler’in her yıl Türkiye ve dünya kamuoyuna duyurmak için çaba sarf ettiği ancak bir türlü muvaffak olamadığı tam 152 yıl önce nihayete ulaşmış bir soykırımdan bahsediliyor. Cümleler birebir yaşananların aynısı değilse bile yaşananların yukarıda betimlenenlerden fazlası var eksiği yok.

Rusya’nın her yıl ‘zafer günü’ olarak kutladığı, dünya tarihinde görülebilecek en vahşi görüntülere sahne olmuş bir soykırım bu. Çocukların topçu hedefi olarak kullanıldığı, kadınların ihtiyaç halinde öldürülüp ihtiyaç halinde satıldığı, bütün bir halkın dünya sahnesinden silinmesinin yolunu açacak bir soykırım.

‘Çerkesya artık yok’

Çarlık Rusya’sının amacı şüphe bırakmayacak derecede Çerkeslerin geçmişten beri yaşadığı ve ana yurdu olan Kafkasya’yı ele geçirmek ve ne pahasına olursa olsun yerlileri o bölgelerden arındırmaktı. Rusların Kafkasya’yı temizlemeleri tam 300 yıl sürdü. 300 yıl istikrarlı bir şekilde hiç vazgeçmeden her defasında şiddetini artırarak saldırdılar. 300 yılın sonunda amaca ulaşmak için modern dönemin ilk soykırımını uyguladılar. Devamında ise ardında sayısı belirsiz ölü, etkisi yüzyılı aşkın sürecek travmalar ve ağıtlar bırakacak acımasız bir sürgüne tabi tuttular.

Rakamlar muhtelif olmakla birlikte yurtlarını terke zorlananların sayısı 1 milyon ila 2 milyon arasında telaffuz ediliyor. Bunların en az 500 bini yollarda öldü. Kaynaklar ölenlerin sayısını 1 milyona kadar çıkarıyor. Yani savaşlar başladığından beri her 10 Çerkes’ten 9’u hayatını yitirdi. Başka bir kaynak Kuban Oblastı’nda 1 milyon civarında yerli nüfustan geriye 90 bin kişi kaldığını yazar. Rakamlardan en büyük mucizenin hayatta kalabilmek olduğunu anlıyoruz. Barbarlıktan nasibini alanlar yalnızca yaşayanlar değildi. O dönemlerde yayınlanan ‘Russkiy Arhis’ dergisinden şu ifadeler kazındı zihinlerimize: “Gen. Zass Proçnaya tabyalarında Çerkeslerin kafalarını kestirip mızraklara taktırmıştı. Kesik başların sakalları ile rüzgâr oynuyordu... Bu iğrenç vahşete tahammül etmek imkânsızdı.” Eşrefi mahlûkat olarak nitelenen insanoğlunun haysiyeti hiç bu kadar ayaklar altına alınmamıştı. 

Yerli halkların yerleşim yerleri de talan edildi. Edebiyat dünyasının köşe taşlarından olan Lev Tolstoy, o günleri, ‘Köylere gece karanlığında dalmak adet haline gelmişti. Rus askerlerinin ikişer, üçer evlere girmesini izleyen dehşet sahneleri öylesineydi ki, bunları hiçbir rapor görevlisi aktarmaya cesaret edemezdi’ şeklinde tasvir eder. Bugün 5 bin kadarı gün yüzüne çıkarılmış olan Çerkes yerleşim yerinden tek bir tane bile kalmadı. Sn Petersburg gazetesine ‘Çerkesya artık yok’ manşeti attırdı yakılıp yıkılan bu yerleşim yerleri. “Bize Çerkesler lazım değil, Çerkesya lazım” diyen Fadayev amacına ulaşmış Çerkesya tamamen zapt edilmişti.

Cesetler, adını akıttığı Çerkes kanlarından alan Kızıçayır’da (Krasnaya Polyana) Rus postalları altında çiğnenirken en büyük madalyasıydı Rus komutanların.  Rusya iki yıl önce 1864 yılında mezbahaya dönen bu vadide ‘barışın sembolü’ kabul edilen olimpiyat oyunlarını gerçekleştirdi. Çar, 1864 yılında kafataslarından müteşekkil madalyaları askerlerinin vicdanına takarken, ondan tam 150 yıl sonra yeni Çar, aynı yerde 150 yıl öncesine nazire yaparcasına metal madalyaları tüm dünyanın gözüne baka baka sporcuların boynuna taktı. Barış adına. Küresel aktörlerin stratejik akıllarının ve reel politik hesapların gölgesinde her zaman olduğu gibi seslerini duyurmakta yetersiz kaldı Çerkesler.

Cesetler rota olmuş!

‘Karadeniz en çok bize karadır’ sloganı Çerkesler arasında çok kullanılır. Nedeni ise ana güzergâhı Karadeniz olan sürgün yolunda hayatını kaybedenlerin acısıdır. Yolculuk esnasında yaşananları yine dönemin tanıklarından bir Fransız askeri danışmanı olan ve Kafkasya’da 6 ay kadar kalan Fonvill’den aktaralım : “Normal zamanlarda 50-60 kişilik olan gemileri 300 veya daha fazla kişi dolduruyor bazı tekneler dayanamayıp batıyordu. Tayfalar çeşitli işler yaparlarken gemilerde çömelmiş vaziyette istif edilerek yerleştirilen yolcuların üzerinde yürümek zorunda kalıyorlardı. İlk gün her şey yolunda gitmiş ancak ikinci gün sıkışıklıktan dolayı ezilen iki kadın ve bir bebeği denize atmak zorunda kaldık. Üçüncü gün iki adam ve bir kadın, dördüncü gün 15 kişi daha öldü. 5. gün Akçakale’ye ulaştık. İlk göçmenlerin kışın başında buraya geldiklerini, sayılarının 12 bin olduğunu ve hemen hepsinin öldüğünü öğrendim.” 

Rivayet odur ki gemiler rotalarını denizdeki cesetleri takip ederek belirlemişler. Adeta ceset kusmuş Karadeniz. Günlerce süren yolculuklarda bebeklerinin cesetlerini koyunlarında saklayan anne hikâyeleri anlatıldı hep yeni nesillere. Tüm bunların birer efsaneden ibaret olduğunu ve fazla abartıldığını söyleyebilirdik. Ama bugün Suriye’de yaşananları, Akdeniz’den kıyıya vuran Aylan bebeklerin cesetlerini ve batan mülteci botlarını gördükçe yaşananların anlatılanlardan çok daha fazla olduğunu görüyoruz. Bugünden 1864’lere baktığımızda bazı şeyleri daha net görebildiğimiz gibi o günlerden bugüne baktığımızda da aynısını yapabiliyoruz. Zalimlerin değişmediğini görüyoruz mesela. Ve değişmeyeceğini. Çar Deli Petro’nun 2016 yılında vücut bulmuş hali yeni tanklar, yeni tüfekler, yeni uçaklar, yeni tayyareler ve başka yeni makinelerle ölüm kusuyor yine. Ölümün ve yasın yine aynı mazlum hakların payına düştüğünü görüyoruz diğer taraftan. Ve şaşırmıyoruz bu olanların tüm dünyanın gözü önünde olmasına. En kötüsü de dünyanın bu her türlü ahlaktan, izandan, insanlıktan yoksun mekanik düzenine ve sonuçlarına topyekûn ‘alışmak’ oldu galiba...

Takvim yaprakları 2016 yılından yine bir Mayıs ayını gösteriyor. Yani raporu tutulmaya cesaret edilemeyen olayların 152 yıl sonrası. Soykırımdan kurtularak sürgüne tabi tutulan şanslı! Çerkeslerin, biraz daha şanslı olup hayatta kalabilenleri sayısı tam olarak belli olmamakla birlikte 40 küsur ülkede yaşamlarını idame ettiriyorlar. Amerika’dan Ürdün’e, oradan Irak’a, Suriye’den İsrail’e, Almanya, Belçika... Hemen her yerdeler.

En yoğun oldukları yer ise Türkiye. Tarifsiz bir travmadan çıkarak yeni yerlerinde hayata tutunmaya çalışırlarken diğer taraftan gittikleri ülkelerde ehl-i hizmet olmakla ön plana çıktılar. Gerek Ormanlı İmparatorluğunda gerek Cumhuriyet döneminde en ağır taşların altındaydı elleri. Yine de bedel ödemekten kurtulamadılar. En netameli günler geride kalınca ‘hain’ ilan edildiler Ethem Bey üzerinden. Diğer azınlıklar gibi dilleri yasaklandı, en kesif asimilasyon politikalarına maruz kaldılar. Fiziksel yok oluşu kültürel yok oluş izledi böylece. 1864’te her 10 Çerkes’ten 9’u yok edilirken bugün her 10 Çerkes’ten 9’u dilini bilmiyor. İzahı sağlıklı bir akıl ile yapılamayacak, böylesi maddi manevi yıkımlara yol açan yasakçı zihniyet kısmen törpülense de daha alınacak çok yol var. Çerkesler bugün demokratikleşme adına atılan adımları son derece anlamlı bulmakla birlikte bir başlangıç olarak görmektedir. Zira emperyalistlerin ve ırkçı, tek tipçi zihniyetlerin onları getirdikleri halin telafisi tam olarak mümkün olmasa bile elle tutulur bir şeylerin olması için bundan çok daha fazlası gerekiyor... 

Türkiye’nin konuya yaklaşımı Çerkeslerin arzu ettiği aşamaya gelemedi şu ana kadar. Bu necip milletin hak ettiği, hüzünlü taziye mesajlarının ve ‘reel politika’nın üzerinde olmalı. Çerkeslerin beklentisi kendi ülkeleri olan Türkiye Cumhuriyeti’nin Çerkes Soykırımı’nı gündemine alması ve tanımasıdır. Bu, 4-5 milyona varan Çerkes vatandaşlarına geçmişten gelen bu vefa borcudur.  Evet, bu, Çerkeslerden kendi ülkelerinin cumhurbaşkanına, parlamentosuna ve hükümetine bir çağrıdır. 151 yıl öncesinden gelen bir çağrı.

Bir çift söz de Rusya için söylemek lazım. Her şeyden önce Çarlık Rusya’sının uyguladığı bu mezalimi telafi edecek olan Rusya’dır. Çarların her mirasını sahiplenip 1864’ü sahiplenmemesi söz konusu olamaz. Olmamış gibi davranamaz. ‘Geleceğe açılan kapı’ Soçi’den değil 1864’ten açılıyor hepimizin önüne. Bugün için düşündüğümüzde bir avuç olan Çerkeslerin dünyanın süper güçlerinden biri ile herhangi bir alanda mücadele ederek herhangi bir şeyi elde etmeleri elbette düşünülemez. Ancak çok önemli bir silaha sahip Çerkesler. Her geçen gün güçlenen bir hafızaları var. Hatırlıyorlar. Ve hep hatırlayacaklar. Onlara yolunu gösterenlerden biri olan aynı acıları yaşamış bir bilge kral diyor ki: “Hiç kimse intikam peşinde koşmamalı, sadece adaleti aramalıdır. Çünkü intikam sonu olmayan kötülüklerin de kapısını açar. Geçmişi unutmayın ama onunla da yaşamayın.”

 

[email protected]