Karanlığa taksi

Merve Şebnem Oruç / Gazeteci, Yazar
25.09.2021

Annesi Dilaver'e 5 Aralık 2002 günü, üç kız kardeşini alıp Ramazan Bayramı için Host Eyaleti'ndeki Yakubi'de bulunan evlerine getirmesini söylemişti. Ama Dilaver'in benzin alacak parası yoktu. "Önce taksiye çıkayım ve biraz para kazanayım," diyerek vilayete gitti. Üç yolcu alarak Yakubi'ye doğru yola çıktı. Ama karanlığa doğru gittiğinden bihaberdi...


Karanlığa taksi

Dilaver, ABD'nin Afganistan'ı işgalinin hemen ardından 1980'lerde Sovyet işgali sırasında Kızıl Ordu tarafından kullanılan Bagram'daki Hava Üssü'nün yerine inşa ettiği merkez hava üssünün hemen yanındaki Pervan Tutuklama Kampı'na düştüğünde 22 yaşındaydı. Çocukluğundan beri traktör kullanmayı çok severdi. Esir düşmeden birkaç hafta önce ailesi ona ikinci el bir Toyota Sedan almış ve "Artık bununla eve para getireceksin," demişti. Taksicilik yapmaya başlamıştı; mutluydu.

Annesi Dilaver'e 5 Aralık 2002 günü, yakın köylerde yaşayan üç kız kardeşini alıp Ramazan Bayramı tatili için Pakistan'a komşu Host Eyaleti'ndeki Yakubi'de bulunan evlerine getirmesini söylemişti. Ama Dilaver'in benzin alacak parası yoktu. "Önce taksiye çıkayım ve biraz para kazanayım," diyerek vilayete gitti. Üç yolcu alarak Yakubi'ye doğru yola çıktı. Ama karanlığa doğru gittiğinden bihaberdi; yanlış zamanda yanlış yerden geçecekti.

O gün Amerikan askerlerinin Salerno'daki kampına bir roket saldırısı düzenlenmişti. Afgan komutan Janbaz Han'a bağlı milisler o ve taksideki üç yolcusunu saldırıyla bağlantılı oldukları iddiasıyla Amerikan askerlerine teslim etmişlerdi. Genelde böyle olurdu; Amerikalıların Taliban ya da El Kaide bağlantısı şüphesiyle kendilerinin tutukladığı kişi sayısı, onlara ödül karşılığı Afganlar ya da Pakistanlı milisler tarafından teslim edilenlerin yanında bir hiçti. Öyle ki, nadiren de olsa Taliban bile, gerek kendi milislerini kurtarmak için, bazen de masum insanların nasıl da Amerikan işkencesine maruz bırakıldığını göstermek için savaşla hiç alakası olmayan köylüleri ihbar ederdi.

'Doğal nedenlerle'

Tamamen insanlık dışı yöntemlerle sorgulamaların yapıldığı, Ebu Gureyb'lerin, Guantanamo'ların fikir babası olan, vahşet dolu sorgulama teknikleriyle CIA ve DIA'in Afganistan'daki işkence merkezi haline gelen Pervan'da dört gün boyunca kolları sağa ve sola ayrık halde bir hücrenin tavanına bileklerinden asılı halde tutuldu. Kolları yerinden çıktı. Başına çuval geçirilerek nefes alması zorlaştırıldı. Karnına, dizlerine ve kasıklarına yüzlerce kez tekme atıldı. Bacaklarına o kadar çok, o kadar çok vurmuşlardı ki, işkencecileri onu hayatta tutabilmek için bacaklarını kesmek zorunda kalmışlardı. İşkencecilerinden biri olan Corey E. Jones'un daha sonraki itiraflarına göre "Allah! Allah! Allah!" diyerek çığlık atan Dilaver'in haykırışlarını herkes duyuyor ve bunun komik olduğunu düşünüyordu. Dilaver, Pervan'a girişinden dört gün sonra öldü. 10 Aralık 2002'de ölümü kayıtlara "doğal nedenlerle" diye geçmişti. Cenazesi ailesine hiçbir şey söylemeden teslim edildi, ancak ABD Ordusu'ndan sızdırılan dokümanlarda kullanılan sorgulama tekniklerindeki işkenceler nedeniyle öldüğü ortaya çıktı ve ortalık karıştı. Birkaç ay sonra ise Dilaver'in masum olduğu kesinleşti. Sızan dokümanlar nedeniyle yargı önüne çıkan Dilaver'in katilleri suçlu bulundu ancak Başkan Bush tarafından kısa süre sonra affedildi.

George W. Bush yönetimi, önce bu iddiaları reddetti, ardından kabul etti; hatta Bush 2006 Başkanlık Seçimleri kampanyasında bu metotları oy için kullandı. Bush yönetimine göre, 11 Eylül 2001'i bir daha yaşamamak için Cenevre Konvansiyonu yok sayılmalıydı; uluslararası harp sözleşmelerine, savaş esiri, sorgulama ve tutuklama protokollerine uymak tamamen saçmalıktı.

2010'da Pervan'da "Kara Hapishane" (Black Jail) adı altında ayrı bir işkence merkezinin bulunduğu ve soğukta tutma, uykusuz bırakma, gündüz ışığından mahrum bırakma, aşırı parlak ışık ve yüksek ses uygulama, köpeklerle korkutma, esirin yüzünü ıslak havlu ile kapatıp sırt üstü sabitleyerek yüzüne su boşaltma, cinsel taciz ve sorgulamayı yapan memurların hayal gücüne bırakılan çeşit çeşit işkencenin yapıldığı dokuz Afgan mahkûmun ifadeleriyle ortaya çıktı; ama ABD Ordusu bunu reddetti.

İntikam hırsı

Amerikalılar, 11 Eylül'ün intikam hırsı ve insanlığa sığmaz vicdansızlıklarının yanı sıra, hızlı, sert ve aralıksız işkencenin, şüphelinin sakladığı gerçekleri bir an önce söylemesini sağlayacağını düşünüyorlardı. Oysa o kadar korkunç bir işkenceye maruz kalan kişinin gerçeği değil, işkencecisinin duymak istediği şeyi söyleyeceği malumdu. Buna rağmen, Amerikalılar duymak istediklerini her duyduklarında yeni bir istihbarat elde ettiklerini zannedip doğru yolda ilerlediklerini sanıyor, ödül karşılığı getirilen her şüpheliyi tutukluyor ve benzeri uygulamaları sürdürüyor; üstüne üstlük Irak'ın işgali gibi amaçlar uğruna yeni ve güvenilir istihbaratlara ulaştığını iddia ediyordu. 2012'de, her ne kadar son söz Amerikalıların olsa da tutuklama merkezinin yönetimi Afgan hükümetine verildi. İşte ondan sonrası, bana kalırsa çok daha girift ve trajik... Çünkü benzeri şeyleri bu kez bir Afgan bir Afgan'a yapmaya başladı. 2007'de Dilaver'in hikayesinden yola çıkarak çekilen "Karanlığa Taksi" (Taxi to the Dark Side) belgeselini yıllar evvel izlemiştim. Dilaver'in ve üç yolcusunun hikayesini unutmamışım ki, Amerikan askerlerinin Baghram Hava Üssü'nü Temmuz'da üssün Afgan komutanına dahi haber vermeden kaçarak terk ettiğini okuduğumda aklıma ilk olarak Pervan geldi. O günlerde Amerikalılar Afganistan'dan çekilirken 300 bin Afgan askeri de sanki buharlaşıp gitmiş ve Taliban Pençşir hariç tüm eyaletleri yıldırım hızıyla ele geçirmiş ve Kabil'in kapılarına dayanmıştı. 29 Şubat 2020'de tüm taraflar masada iken kapalı kapılar ardında imzalanan ve herkesi şok eden ABD-Taliban anlaşması kapsamında Pervan'daki 12 bin tutuklunun 7 bini salıverilmişti; ancak 5 bini çekilme devam ederken hala içerideydi.

2 Eylül 2021'de başlayıp 20 gün süren Afganistan seyahatimde elbette Bagram'a ve Pervan'a da uğradım. Tek tük fotoğraflarını gördüğümüz bu tutuklama kamplarını gözümle görmek istiyordum ve kısa süre içinde yolum oraya düşüverdi. Amerikan ve Eşref Gani yönetiminin askerleri kampta ölenlerin fotoğraflarını, kayıtları ve pek çok evrakı geride bıraksa da, işkencehanelerin izine rastlamadığımı söylemeliyim. Muhtemeldir ki üstü kapatılıp yok edilecek ilk yerler bunlardı. Üste ve tesiste bulunan Taliban milisi gençler de, belki de artık "Afganistan Emirliği'nin askerleri" demeliyiz, bu yerleri bulamamıştı.

Kilitleyip kaçtılar

Taliban Baghram'a yaklaştığında eski Afgan yönetimi içerideki tutukluları koğuşlarda kilitli bırakarak kaçmıştı. Kapıları kırarak, duvarları parçalayarak kafeslere benzeyen tutuklulara ulaşan Taliban, demir telleri kopararak içerideki 5 bin kişiyi dışarı çıkarmıştı. Aslında garip şekilde, belki de savaşın travmasını normalleştirmiş olmaktan olsa gerek, Taliban'ın bu tutuklama kampına ve hatta Guantanamo'ya medya kadar ilgi göstermediğini fark ettim. Her ne kadar mevcut geçici Taliban yönetiminin bakan ve valilik pozisyonlarında Guantanamo'da yatmış en az 4-5 kişi olsa da bu konudan pek bahsetmediklerini, Pervan'ın kapılarını tutmak dışında içinde inceleme yapmaya meyletmediklerini fark ettim. Örneğin 12 yıl Guantanamo'da yatan Abdul Hak Vasık bugün geçici hükümetin İstihbarat Başkanı, Nurullah Nuri Sınırlar ve Bölgesel İşler Bakanı, Muhammed Fazl Savunma Bakanı Yardımcısı... İki saat kadar sohbet ettiğimiz ve internetteki Guantanamo fotoğraflarında korkunç görünmesine rağmen gerçekte o kadar da dehşet verici bir yüzü olmayan yeni Kültür Bakanı Hayrullah Hayrkva da Guantanamo'da 12 yıl yatıp 2014'te çıkanlardan... O günleri sorduğunuzda pek de konuşmak istemiyor ancak maruz kaldığı işkencelerin Dilaver'in yaşadıklarına benzer olduğunu anlattığı birkaç detaydan fark edebiliyorsunuz.

Pervan'da üç kişi kendi yolumuzu kendimiz bularak, el fenerleriyle Taliban'ın tutuklulara ulaştığı yollardan geçtik. Hücrelerin olduğu bölgeyi askerlerin zifiri karanlık ofislerinin arkasından gelen ışık hüzmesini takip ederek çıktığım merdivenlerin sonunda buldum. Koğuş dediğimiz yerler, sıra sıra ve blok blok devam eden uçsuz bucaksız tel kafeslerdi. Ellerinde keleşlerle bize şüpheyle bakan genç Talipler yavaş yavaş gardını indirip bize bazı detaylar vermeye başladı ancak onların da bilgileri derme çatma idi. Taliban'ın orta seviye komutanlarından, Muhammed Maksoud gelip, belki de o günleri tekrar yaşadığı için, hiddetle ve hararetle yaşadıklarını anlatmaya başlayınca daha çok bilgi almaya başladık. Motosikletiyle bir yere giderken tutuklanan Maksoud, 12 yıl önce tutuklanıp Eşref Gani'nin "Bana oy verirseniz sizi buradan çıkarırım" diyene kadar kaldığı tel kafesin önünde ve içinde her kafeste 34 kişi kaldıklarını söyledi. Maksoud, Amerikalıların ve devamında Afgan askerlerinin tel kafeslerin üzerinde gezerek kendilerini denetlediğini, bazen su dökerek, bazen bir şeyler bağladıkları ipleri keserek bazen ise önce gaz verip mahkumları bayılttıktan sonra içeri girip yattıkları şilteleri alıp günlerce hepsini yerde yatırarak cezalandırdığını anlatırken kafeslerin içerisinde tavana asılmış gönderilememiş mektuplara, Kur'an-ı Kerim'lere, kelepçelere ve nice dramatik detaya bakıyordum. 34 kişiye düşen bir tuvalet ve bir banyoyu gördüğümde Maksoud, Amerikalılar zamanı bu tuvalet ve banyoların açık olduğunu, Afgan askerlerinin yönetimi aldığında bu küçücük yerlerin önüne battaniye astığını anlattı.

'Suçumu bile bilmiyorum'

Maksoud'a açık havaya çıkıyor muydunuz, diye sordum: "Burada kaldığım süre boyunca hiç çıkmadım," dedi. "Avukatın var mıydı, mahkemeye çıktın mı?" diye sorduğumda şunları anlattı: "Tutuklandıktan aylar sonra Amerikalılar gelip bana "Avukat istiyor musun?" diye sordu. "Evet," dedim. Ama avukatımla hiç görüşmedim, o da bir Amerikalıydı. Yine aylar sonra mahkemeye çıktığımda, karşımda üç kişi oturuyor, bir yanımda benim avukatım olan kişi ve tercüman, öteki yanımda bir başka kişi bulunuyordu. Bana suçlarımı okuduklarında hepsini reddettim ama aldığım cevap, "Ama avukatın bunları senin yaptığını söylüyor," şeklinde idi. Bir kere mahkemeye çıktım, bir daha çıkmadım. Aradan birkaç yıl geçti; bir gün geldiler ve "Suçsuzsun," dediler. Ama bilirkişinin gelmesi gerekiyormuş. Onun gelişini de 1,5 yıl bekledim. Tam olarak ne kadar yattığımı bilmiyorum, neyle suçlandığımı, nasıl aklandığımı bilmiyorum."

Maksoud bizi ses geçirmesin diye izole edilmiş sorgu odalarını gösterip mahkeme odasına götürmeye çalışırken elimde kamera ile revir zannettiğim bir yere yöneldim. Zira sargı bezleri, sedyeler ve yataklar vardı. Bir yandan kendimden emin bir şekilde, "Evet, burası revir olmalı, ancak hijyen ve sağlık koşulları hiç de iyi değil," derken bir kapıdan içeri girdim ve orada donup kaldım. Hücrelerin olduğu yerin girişiydi burası. Peki neden girişi bir revirde olan araç gereçlerle doluydu?

Maksoud, sayısını hatırlamadığı kadar çok kez üç-dört hafta kaldığı hücrelerde nasıl muamele gördüğünü anlatırken bir hücreye girdim ve üzerime kapıyı kapattırdım. Pis bir klozetten başka hiçbir şeyin olmadığı kapkaranlık küçücük bir delikte, kendimi karanlığa giden taksinin de içinde buldum.

Hacı Ekber, Muhammed ve arkadaşları, biz Baghram'dan ayrılırken "Öğlen oldu, bizimle yemek yiyin," dediler konuştuğumuz Taliban ya da değil her Afgan gibi. Onları reddetmek zorunda kaldım, çünkü yola devam etmek zorundaydım. Ama dört gün sonra, tatlı, cips ve içecek alıp onları görmeye gittim. Bu kez komutanları vardı yanlarında ve saygı ile korkudan pek konuşamadılar. Ayrılırken "Keşke İngilizce bilseydik, telefonunuzu alırdık," dediler. "Olsun, siz yine de alın. Yanınızda İngilizce bilen biri olduğunda ararsınız," dedim. O gün bugündür, her gün bir mesaj atıp bir emoji gönderiyorlar. Taliban'ın üst yönetimiyle ilgili yoğun ve sert eleştirilerim bir yana, bugün hala bir suçluya bile edilmeyecek muamelenin "demokrasi" iddiasıyla gerçekleştirildiği Pervan tutuklama kampında yaşananları tahayyül etmeye çalışmaktan kendimi alıkoyamıyor ve itiraf etmek gerekirse kimi 18'inin altında o gençlerin her biri diğerinden daha acı hikayelerini düşünmeyi bırakamıyorum.

Gerçekten de, bazen, düşmanını kendin doğruyorsun.

[email protected]