Karşıtlıklar üzerinden çocukluk teorisi

Murat Güzel / Açık Görüş Kitaplığı
10.10.2020

Agamben, ‘Çocukluk ve Tarih-Deneyimin Yıkımı Üzerine Bir Deneme' isimli kitabında Kant, Hegel, Husserl, Heidegger, Benveniste, Benjamin gibi düşünürleri takip ederek günümüz düşüncesindeki bir takım tema ve karşıtlıklara yeni yorum getiren bir çocukluk teorisi geliştiriyor.


Karşıtlıklar üzerinden çocukluk teorisi

Modern gündelik hayatın insan için iyice rutinleşmiş, her gün binlerce olay yaşamamıza ya da dünyanın dört bir köşesinde yaşanan olaylardan haberler almamıza karşın ne toplu taşımada ne alışveriş yaptığımız marketlerde ne televizyon seyrederken ne bir etkinlik için alacağımız bilet için kuyrukta beklerken ne asansörde tanımadığımız insan yüzlerine bakmaktan sıkıldığımız dakikalar bizim için kalıcı sayılabilecek öneme kavuşurlar. Yani aslında gerçek anlamıyla birer deneyime dönüşmezler. Gündelik hayatın bu rutinliği içinde iyice sıradanlaşmış, deneyim bakımından yoksullaşmış, hatta neredeyse sıfırı bile tüketmişizdir. Gündelik hayat bizim açımızdan öyle büyük bir sıkıntıya dönüşmüştür ki sanat ve edebiyat alanında üretilen birçok “fantastik” öykü ve ayrıntıya kapılıp gider, kendi içimizde ve dışımızda yaptığımız yolculukların büyüsüne kapılırız.

Yaşadığımız gündelik hayatları bizim için dayanılmaz hale getirenin bu hayatların deneyime dönüştürülemez olduğundan kaynaklandığını iddia ediyor İtalyan filozof Giorgio Agamben Türkçe’ye Çocukluk ve Tarih adıyla çevrilen kitabında. Modern şartlar altındaki gündelikliğin ürettiği sıkıntılar sadece gündelik olanın “bayağılığından” türemiyor elbette. Çünkü yüzyıl öncesine kadar deneyim doğrudan gündelik olandan yapılıyordu Agamben’e göre, sıradışı sayabileceğimiz olaylardan değil. Deneyim kendine gereken bağlantıları bilgide aramadan otoritede, yani söz ve öyküde buluyor, ne kadar bilindik ve önemsiz olursa olsun her olay, istiridye kabuğu altında bir incinin oluşumu gibi, çevresinde deneyimin kendi otoritesini tesis ettiği bir toz zerreciğine dönüşüyordu. Günümüzdeki deneyim yoksulluğunun sebeplerinden en önemlisini burada bulguluyor Agamben: Günümüzde hiçbir kimse bir deneyimin hakikatini garantileyebilecek otoriteyi elinde bulundurmamaktadır; böyle bir otoriteye sahip olsa bile, kendi otoritesinin kökünün de bir deneyimde yattığını pek düşünmez.

Atasözleri ve otorite

Günümüzün ayırt edici özelliğini her otoritenin ilk ve belki en önemli mesnedinin dile getirilemez olanda yattığı ve hiçbir kimsenin tek meşruluk garantisini deneyimden alan bir otoriteyi geçerli saymaya yanaşmadığı olduğunu ileri süren Agamben, gündelik hayatlarımızda atasözleri ve vecizeleri kullanma frekansımızdaki düşüşün bir sebebinin de onların bir yerde deneyimin otorite kılığına bürünmesinde aranabileceğini düşünüyor. Günümüzde atasözleri ve vecizelerin yerini sloganların tuttuğunu savlayan Agamben’e göre, “sloganlar deneyimi yitirmiş bir insanlığın atasözüdür.”

Yine de Agamben için deneyimler büsbütün yok değil. Deneyimler var fakat bu deneyimler insanların dışında gerçekleşiyor. İnsanlar genelde bu deneyimleri turistik bir gezide ya da müze ziyaretlerinde seyretmekten haz alıyorlar. İnsanların bu deneyimleri seyretmek, fotoğraflamak, onların önünde selfi çekinmek gibi iç rahatlatıcı davranışlarına hayıflanmak yerine doğrudan bu durumu göz önüne alarak belki de deneyim eksikliğine ilişkin bu hissizlikte bir tür “bilgelik kırıntısı” olabileceğini düşünüyor. Gelecekte filizlenebilecek bir deneyimin tohumunu içerebilecek bu bilgelik kırıntısı varsayımıyla Walter Benjamin’in “gelecek felsefe” programının mirasını sırtlanan Agamben, sözkonusu tohumun filizlenmesine elverişli bir mantıksal yatağı hazırlama görevini uhdesine alıyor.

Agamben kitabında Kant, Hegel, Husserl, Heidegger, Benveniste, Benjamin gibi düşünürleri takip ederek günümüz düşüncesindeki bir takım tema ve karşıtlıklara yeni bir yorum getiren bir çocukluk teorisi geliştiriyor. Bu açıdan Agamben’in Marksist altyapı ve üstyapı kavramlarından, zaman ve tarih, ritüeller ve oyunlar arasındaki farklar gibi birçok konuyu, doğa ve kültür, konuşma ve dil, özne ve bilinçaltı vb. zıtlıkları böylelikle yenilenmiş bir perspektifle ele aldığını görüyoruz.

@uzakkoku

Premodern dönemde casusluk meselesi

Dünyanın merkezi bir organizasyona sahip ilk haberalma teşkilatının Venedik’teki gizli servisin olduğu iddia edilir. Rönesans döneminde Venedik İmparatorluğu’nun savunmasında çok önemli bir rol oynayan, MI6 ve CIA gibi modern devletlerdeki muadillerine nazaran çok önceden kurulmuş Venedik Gizli Servisi’nin operasyonlar (istihbarat ve örtülü eylem), analiz, kriptografi ve steganografi, kriptanaliz ve hatta ölümcül maddelerin geliştirilmesi gibi birçok istihbari faaliyetlerinin Avrupa’da Osmanlı topraklarında ve Kuzey Afrika’daki serencamını konu edinen bir kitap Ioanna Iordonou’nun eseri. Iordonou, sanayileşme öncesi, yani proto-modern dünyada ortaya çıkan bu teşkilatın temelini hazırlayan toplum ve yönetime dair süreçleri Venedik arşivlerine dayanarak ele alıyor.

Venedik Gizli Servisi, Ioanna Iordonou, çev. Fatih Yücel, Kronik, 2020

Pişman olmak neden zayıflık değildir?

Ünlü Alman filozof Martin Heidegger’in 20. Yüzyılda yaşamış hemen her düşünürün bir şekilde kendisine borçlu olduğunu ifade ettiği Max Scheler, Husserl’in fenomenolojik yöntemini kendi bakış açısıyla zenginleştirdiği çalışmalarıyla bilinir. Utanma, hınç, aşk ve sempati duygusu gibi temel insani duygular üzerine yaptığı fenomenolojik çalışmalarıyla aynı hizada yer alan pişmanlık konusundaki eserinde de Scheler, fenomenolojik yönteme uygun bir şekilde meseleyi psikolojiye bulaştırmadan ele alıyor. Kendine özgü felsefi antropolojisinde bilimsel bulgulara da sık sık başvuran Scheler, eserinde pişmanlığın bir zayıflık ve mağlubiyet değil, aksine bireyin kimliği ve ahlaki gelişimi için zorunlu bir duygu olduğuna dikkat çekiyor.

Pişmanlık ve Yeniden Doğuş, Max Scheler, çev. Sinan Oruç, Pinhan, 2020