‘Kasr-ı müzeyyen’e reva mıydı bu?

Yunus Emre Tozal / Harita Mühendisi
1.07.2017

15 yıllık iktidarı boyunca yaptığı 4 bin 500 restorasyon çalışmasıyla Türkiye’nin medeniyet mirasını sahiplenen AK Parti kurumları nasıl olur da Evliya Çelebi’nin ‘kasr-ı müzeyyen’ diye tanımladığı Şemsipaşa Camii’nin çevresini betonlaştırmayı düşünebilir?


‘Kasr-ı müzeyyen’e reva mıydı bu?

Şemsipaşa Camii’nin hemen önünde çakılan kazıklarla çatlamaya başladığını ve ardından alelacele inşaatın durdurulduğunu basından ve özellikle sosyal medyadan takip etmişsinizdir. İBB ve Üsküdar Belediyesi’nin takip ettiği Üsküdar sahilindeki yaya yolu projesinin Şemsipaşa Camii’nin zarar görmesi sonucu durdurulması, olayın vahametini gösteriyor. Kamusal alanlara yapılan projeler, Şemsipaşa Camii tartışmalarında da görüldüğü üzere denetimden geçmiyor. Sorulacak soru şu: Toplumun özel mülkiyeti olarak geçen ve herkesin üzerinde hakkı olduğu kamusal alanlar üzerinde nasıl olur da plansız programsız denetimsiz ve istişare yapılmaksızın projeler yapılabiliyor? Dahası, bu projeler nasıl olur da medyayla paylaşılmadan uygulamaya konulabiliyor? Denetim kurulları olmaksızın yapılan mimari ve şehircilik çalışmalarıyla tarihi mirasımızı nasıl koruyacağız? Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem’in çatlak ve çökmelerin görünenden daha fazla olduğunu belirterek, “Proje iptal edilse bile kazıkları sökmek camiye şimdikinden daha fazla zarar verebilir” açıklaması, neden bugün bir feryat koparmıyor? Oysa Şemsipaşa’ya çakılan kazıklar, Osmanlı-Türk mirası üzerinde en güzel örneklerini veren İslam kültür medeniyet eserlerine yapılmış en büyük tahribatlardan biri değil midir?

“Zarafete kazık çakmak”

Evliya Çelebi’nin meşhur seyahatnamesinde “Sahilde küçük bir camidir ama o kadar şirin bir bina olmuştur ki denizden gören bir kasr-ı müzeyyen (süslü saray) zanneder” sözleriyle tanımladığı Şemsipaşa Camii, konumu itibariyle tam deniz kıyısında, Üsküdar’ı tarihiyle medeniyetiyle Üsküdar yapan değerlerden biridir. Mimar Sinan tarafından 1580 yılında inşa edilen Şemsipaşa Camii, kuzey-güney rüzgârlarının kesişimine yapıldığı için kuş konmayan bir cami. III. Murad döneminde 1579-1580 yıllarında sadrazamlık yapmış Şemsi Paşa’nın isteği üzerine özellikle yapılan caminin halk arasında bir diğer adı ise Kuşkonmaz Camii. Yaya yolu projesinin, Şemsipaşa’nın hem kuşkonmaz özelliğini bozmasına hem de fiziksel olarak zarar verecek olmasına rağmen günlerce oluşan tepkiler sonucu iptal edilmesi, İstanbul üzerine düşünen, yazan, fikir üreten hemen herkeste bir tedirginlik oluşturdu. Şemsipaşa Camii’ne yapılan bu projeden ve etrafında yapılan tartışmalardan şüphesiz ders çıkartılması gereken çok şey var. Caminin dokusunun dönüşsüz bir şekilde tahrip olacağının sosyal medyada kazıklar camiye yaklaştıkça katmerlenerek artması, her gün onlarca fotoğraf, periscope yayını ve video paylaşılması yavaş yavaş hemen herkesi vicdanen bu projenin karşı tarafına geçirdi. Denizin tam kıyısında adeta boğazın bir busesi gibi duran narin bir caminin önüne yüzlerce tonluk basınçla kazık çakma projesini yapan, onaylayan, izin veren hatta denetleyen(!) kurumlardaki mühendis, mimar ve şehir planlamacı teknik heyet, dünyanın diğer ülkelerindeki benzer uygulamaları hiç mi görmediler?

Geçtiğimiz hafta İBB Başkanı Kadir Topbaş “...Şemsi Paşa Camii’nin kendi cami çevresinde çatlak falan yok. İhata duvarları dediğimiz bahçe duvarlarında daha önce var olan çatlaklar var. Onların hepsi, fotoğraflar ile belgeler ile raporlarla tespitli. Ve kazık çakmakla ilgili değil” diyerek çatlakların İBB çalışmalarıyla ilgisiz olduğunu söylese de, Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak’ın “... orada Büyükşehir Belediyemizin sahilde bir dolgu çalışması dolayısıyla yer yer çatlaklar oluşmuş. Vakıflar Genel Müdürümüzün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız nezdinden çalışmalarıyla denizdeki çalışma ana yapıya hasar verdiği için durdurulmuştur” açıklaması, çatlakların Üsküdar sahilindeki yaya yolu projesiyle oluştuğunun bir itirafı oldu. Peki yetkililer neden Üsküdar Meydanı yerine Şemsipaşa etrafında bir meydan projesi üzerinde bu kadar ısrar etti? Geldiğimiz durumda, bu camideki çatlakların hesabını kim verecek? Soruları genişletebiliriz: “Kusura bakmayın gözümüzden kaçmış” psikolojisi ile daha ne kadar şehirlerimizi planlayacağız? Üsküdar’ın binlerce yılda oluşmuş, farklı medeniyetlerle örülmüş bir kimliği var. İstanbul’un Asya kıtasındaki ile oluşan bağından tarihsel bir konumu bulunan ilçesi Üsküdar’ın niçin varolan meydanını “olması gereken” gibi planlayamıyoruz?

Yaşanabilir mekanlar

Şehirler de elbette yaşadıkları çağdan etkilenirler, değişirler, dönüşürler. Fakat bu dönüşümün sağlıklı olabilmesi, ancak şehrin yaşayan tarihinin bir parçası olan eserlerin, kentin siyasi, entelektüel, dinî, sosyal ve sanatsal yaşamındaki yerlerinin iyi anlaşılması ve zedelenmemesi neticesiyle gerçekleşebilir. Deniz kıyısına kusursuzca konumlandırılmış, kent ve mimarî tarihi açısından özel yeri olan bir yapı olan Şemsipaşa, bir kuş cenneti olan Ayazma Camii, yine Mimar Sinan’ın çift revaklı camii modelini son kullandığı camilerden Mihrimah Camii (halk arasında İskele Cami) ve Lale devri üslubunun ilk örneklerinden Valide-i Cedid gibi camiler, Üsküdar’ı Üsküdar yapan değerlerdir ve en güzel şekilde gelecek kuşaklara aktarılmalıdır. Nisan 2014’te restore edilmek üzere kapatılan Ayazma Camii’nde hiç bir şekilde çalışma yapılmaması ve halen restorasyonu devam etmesi, en erken açılış tarihinin 2019’a çıkması ya da Şemsipaşa Camii’nde çakılan kazıkların sonucu duvarlarında çatlaklar gelmesi bu yapılara özen göstermediğimizi zaten ortaya koyuyor. Kız Kulesi’nin tam arkasında yer alan ve Klasik Osmanlı ve Barok esintilerini yansıtan bir başka Ayazma Camii yok! Bursa’da meşhur sebilin bulunduğu tarihi Fomara Meydanı taşlarla kapatıldı ve sekiz aydır düzenlemesi yapılmadı. Ulu Camii’ye çıkılan yolun başında bulunan ve günde binlerce insanın geçtiği bu tarihi meydana neden özen göstermiyoruz? Bugün ülke olarak, millet olarak dilimize, kültürümüze, üzerinde bulunduğumuz değerlerimize sahip çıkmak, önce kendimizi tanımaktan, üzerinde yaşadığımız coğrafyayı bilmekten ve sahiplenmekten başlar. Şehirlerimizi sürdürülebilir ve yaşanabilir hale getirmek için hepimiz göstermeliyiz. Bilhassa Mimar ve Mühendisler Grubu, Piri Reis Derneği gibi STK’lar şehirlerimiz için sürdürülebilir projeler geliştirmeli, araştırmalar yapmalı ve yaşam kalitesini arttırıcı formüller üretmelidir. 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın zaman zaman çarpık kentleşme ve rant uğruna şehirlerin katledilmesiyle ilgili yaptığı uyarılar acaba neden hiç kimsenin umurunda değil? Oysa farkında mısınız kendi elimizle kendimizi katlediyoruz. Sadece kendimizi de değil, çocuklarımızın da gelecek hakkına giriyoruz. Çocuklarımız yeşilin olmadığı, kaosun gittikçe arttığı şehirlerde nasıl büyüyecekler? Bugün Şemsipaşa’ya çakılan kazıklar ve o kazıkların sebep olduğu çatlamalar, işte bize bir araya gelmemizin, şehirlerimizi doğru dürüst, herkesin mahremiyetine önem veren, kimsenin hakkının yenmeyeceği, kimsenin kimseye rant uğruna daha fazla yüksek kat çıkamayacağı planlamalar yapmamızın bir zorunluluk olduğunu göstermeli. Artık herkes yolun bir tarafında 20 kat varken öte tarafındaki beş katın arasındaki uçurumu görmeli ve bu adaletsizliğe karşı tek ses olmalıdır.

Bugün, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Temmuz’da yürürlüğe girecek “Planlı Alanlar İmar Yönetmeliği” yasa tasarısı, Türkiye için bir milattır. “Planlı Alanlar İmar Yönetmeliği” ile şehirlerin dikey yerine yatay mimari ile gelişmesi amaçlanması, uzun zamandır rahmetli Turgut Cansever gibi mimarlarımızın konuştuğu ve Türkiye’nin geleceği için yapılması elzem görülen projelerdendi. Cansever’in belirttiği gibi bir şehri değerli kılan, zamana karşı duruş göstermesi ve bugünle dünü buluşturmasıdır. Şehirlerimiz bugün tarihinden uzaklaşıyor, çarpık yapılaşmayla bambaşka şehirlere dönüşüyor. Umarım, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Şehircilik Şurası ve “Planlı Alanlar İmar Yönetmeliği” yasa tasarısı ile şehirlerimizi yeni bir medeniyetin taşıyıcıları haline getirebiliriz. Çünkü Türkiye’nin barışı ve huzuru, kalkınma ve büyümesi, ancak doğru bir şehirleşme anlayışı ile mümkün olabilir. Kurulduğu günden bugüne ezberleri bozan bir parti olarak tarihe geçen ve Türkiye’nin dört bir tarafını mamur etmeye çabalayan Ak Parti, ekonomiden sanayiye, mimariden şehirciliğe çok büyük atılımlar yaptı. Süleymaniye Camii’nden Diyarbakır Ulu Camii’ye, Konya Karapınar Valide Sultan Hamamı’ndan Malatya Darende Yusuf Paşa Bedesteni’ne, Niğde Ulukışla Sadrazam Mehmet Paşa Kervansarayı’ndan Üsküdar Mihrimah Sultan Camii’ne yaptığı restorasyon çalışmalarıyla Türkiye’nin kültür ve medeniyet mirasını sahiplenen ve gelecek kuşaklara kalıcı bir şekilde aktarılmasını sağlayan AK Parti belediyeleri ve kurumları nasıl olur da Mimar Sinan’ın deniz kıyısına muhteşem mimarisiyle kondurduğu Şemsipaşa’nın çevresini betonlaştırmayı düşünebilir? Bu nasıl bir ironidir anlamak mümkün değil. Sadece 2002-2015 yılları arasında yaklaşık 4 bin 500 adet eserin restorasyonu gerçekleştiren AK Parti belediyeleri ve kurumları, Şemsipaşa Camii etrafında oluşan tartışmalardan ders almalıdır.

[email protected]