Katar krizi ne anlama geliyor?

Necmettin Acar / Yıldız Teknik Ü. Uluslararası İlişkiler
10.06.2017

Suudi Arabistan önderliğindeki ülkelerin (Bahreyn, Mısır, BAE vs.), İran’ı ve radikalizmi desteklediği gerekçesiyle Katar’a uyguladığı yaptırımları anlayabilmek ve önümüzdeki döneme dair bir öngörüye sahip olabilmek için Suudi dış politikasının üç önceliğine yakından bakmak gerekir; toprak bütünlüğünü korumak, rejim güvenliği ve bölgesel güvenlik.


Katar krizi ne anlama geliyor?

S. Arabistan, temelleri kültürel ve coğrafi aktif fay hatları üzerine inşa edilmiş bir devlettir. Ülkeyi yöneten seçkinlerin (İbn Suud ve M. Bin Abdülvehhab’ın soyu) hep Orta Arabistan kökenli aileler arasından çıkması, Hicaz ve Necran kökenlilerin devlet yönetiminden dışlanması bu bölgelerinin devletle gönülsüz birlikteliğini derinleştirmektedir. Ülke tarihi boyunca bu bölgelerde çıkan yönetim karşıtı isyanlar bu gönülsüzlüğün tezahürüdür. Ayrıca Orta Arabistan dışında fazla benimsenmeyen Vehhabizmin ülkedeki diğer kültürel yapıları domine etmesi kültürel bölünmelere neden olmaktadır.

Ülkenin zengin petrol yataklarının bulunduğu doğu bölgesinde, ana akım ulusal kültüre hızla yabancılaşan, Şii nüfus yoğunluğu ve Şiiler arasında yönetime karşı artan muhalefet ve ayrılıkçı eğilimlerin güçlü bir komşu tarafından (İran) himaye görmesi önemli bir güvenlik sorunudur. İbn Suud ailesinin S. Arabistan devletindeki hükümranlık hakkını ifade eden ve -devletin zayıf ve kırılgan içyapısından ötürü- kraliyet ailesi için en temel hedef olan rejim güvenliği iki temel unsura dayanır; siyasi reform talep etmek için geniş çaplı toplumsal tabanlı dayanışma kültürü geliştiremeyen bölünmüş bir toplumsal yapı ve egemen guruba sadakati dinsel bir çerçevede tanımlayıp hükümdarın otoritesine meydan okumayı yasaklayan teolojik bir ilkeye dayanan resmi ideoloji (Vehhabizm).

Suudi bölgesel güvenlik vizyonunun üç temel unsuru bulunmaktadır; Yemen ve küçük Körfez şeyhlikleri üzerinde hegemon olmak, Ortadoğu politikasında hegemon bir gücün çıkışını engellemek, Arap politikasının radikalleşmesini ve bölgede sıcak çatışmaların çıkışını engellemek. S. Arabistan, Körfezi kendi nüfuz alanı olarak görmekte ve bu nüfuzunu kırmaya dönük bir girişime veya Körfez şeyhliklerinin otonom yapısının bir bölgesel güç (İran, Irak) tarafından tehdit edilmesine sert bir şekilde karşılık vermektedir. Yemen’e dönük Suudi politikası Yemen’i zayıf ve bölünmüş tutmaktır. Ekonomik açıdan süper güç olmasına rağmen, bölgede hegemon olmak için gereken nüfus yapısına, askeri kabiliyetlere, ideolojik cazibeye sahip olmadığından bölgede hegemonya kuramayan S. Arabistan, bünyesinde taşıdığı zayıflıklar sebebiyle kendi liderliğinde olsa dahi, içinde eriyeceği endişesiyle, bir hegemonya blokuna katılmaktan kaçınmıştır. S. Arabistan bir bölgesel gücün (İran, Irak, Mısır) Ortadoğu’da hegemon olmasını kendi güvenliği açısından tehdit olarak görmektedir. S. Arabistan Arap politikasının radikalleşmesiyle çıkan çatışmaların bölgeye yayılarak tüm bölgenin istikrarını tehdit edeceğini düşünmekte, bu durumu kendi rejim güvenliği/ekonomik istikrarı açısından büyük risk olarak görmektedir.

Suudi Arabistan’ın amacı ne?

Tüm bu anlatılanlar ışığında; Suudi Arabistan, oluşturduğu Katar karşıtı blok ile ne amaçlamaktadır? Bu girişimi ile Suudi Arabistan amaçlarına ulaşabilecek midir? Gelecekte Suudi Arabistan’dan ne tür girişimler bekleyebiliriz? Arap Baharı öncesi İran, 2006’da Hizbullah-İsrail savaşıyla Lübnan’da, 2006 seçimlerini Hamas’ın kazanmasıyla Filistin’de, ABD’nin Irak’tan çekilmesiyle Irak’ta S. Arabistan karşısında etkisini artırmıştır. Bu dönemde İran’ın nükleer güç olma çabaları S. Arabistan’ı tedirgin eden başka bir unsur olmuştur.

Tarihsel olarak güçlü bir Irak, İran ve S. Arabistan arasında bir tampon vazifesi görerek ilişkilerin dengede kalmasını sağlarken, zayıflayan bir Irak iki bölgesel gücü şiddetli bir rekabete zorlamaktadır. Mısır eğitimli nüfusu, jeopolitik konumu ve askeri kapasitesi, Suriye ise Lübnan, Filistin politikasına etki etme imkânı sebebiyle bölge dengeleri açısından son derece önemlidir. Arap Baharı sonrası bu üç önemli devletin içine düştüğü istikrarsızlığın bölgede oluşturduğu güç boşluğunu İran’ın doldurma ihtimali Suudilerde çevrelenme hissi (Şii Hilali) uyandırmıştır. Bu süreçte gerek İran nükleer müzakereleri sırasında gerekse de S. Arabistan’ın yakın müttefikleri devrilirken ABD’nin kayıtsızlığı, Riyad’ı rejime yönelik ciddi bir tehdit karşısında ABD’ye güvenip güvenmeyeceği konusunda güvensizliğe sevk etmiştir. Bahreyn ve Yemen müdahaleleri sırasında ABD’nin Suudilere yönelttiği eleştiriler bu güvensizliği derinleştirmiştir.

2011 Mart ayından itibaren içeride oluşan muhalefeti, aldığı ekonomik ve sert askeri tedbirler ile susturan S. Arabistan bölgede Arap Baharı’nın tahrip ettiği statükoyu geri getirme, eğer mümkünse Ortadoğu bölgesinin lideri olma yönünde bir dış politika izlemeye başladı.

Bu süreçte S. Arabistan başta Mısır’da gerçekleşen darbeyi, Suriye’de rejim karşıtı muhalefeti desteklemiş, Hamas’ı kendi yörüngesine çekmek için finansal katkılar sunmuş, tarihinde ilk kez kendi askeri imkânlarını kullanarak Bahreyn ve Yemen’e doğrudan müdahalede bulunmuş, merkez karargâhı Riyad olan bir İslam NATO’su ve Arap gücü oluşturmak için girişimlerde bulunmuştur.

Katar uzun yıllardır S. Arabistan’dan farklı bir dış politika izlemektedir. İki ülkenin Mısır, Filistin, Tunus, Suriye ve Körfez’de ajandaları farklıdır. İran Suudiler için düşman iken Katar için işbirliği yapılabilecek bir partnerdir.

Bölge genelinde Müslüman Kardeşler ideolojisi popülerleştikçe rejimin en önemli dayanağı olan Vehhabizm gerilemektedir. Ayrıca Hamas ve Müslüman Kardeşlerin güçlenmesi Arap sokağını radikalleştirip çatışmaya müsait hale getirdiğinden Katar’ın bu yapıları desteklemesi Riyad’ı rahatsız etmektedir.

Katar’ın el-Cezire televizyonu Arap Baharı sürecindeki yayın politikasıyla bölgede Suudi müttefiklerinin devrilmesi ile sonuçlanan sürecin en büyük destekçisi olmuştur. 2010 yılında yapılan bir ölçüme göre Suud yanlısı el-Arabiyye kanalının yüzde 9 olan izlenme oranına karşılık el-Cezirenin yüzde 39 olan izlenme oranı bölgede Katar medyasının ne kadar etkili olduğunu ortaya koymaktadır.

Katar’ın farklılaşma siyaseti

Katar, son yıllarda enerji gelirlerini akıllı yatırımlara dönüştürerek dünya genelinde, sahip olduğu ulusal gücünün çok ötesinde, elde ettiği etki sayesinde KİK içerisinde Suudi hegemonyasını kırabilecek bir güce kavuşmuştur. Diğer şeyhliklerin Katar’ı örnek alması Körfez’deki Suudi etkinliğini zayıflatacaktır.

S. Arabistan izlediği bu politikayla bir taraftan Körfez bölgesinde kendi inisiyatifi dışında politika geliştiren Katar’ı dizginlemeyi hedeflerken diğer taraftan bölgede değişim talep eden İran’a, belki de Türkiye’ye, Körfez’e yönelik müdahalelere sessiz kalmayacağını göstererek kuvvetli bir mesaj vermektedir. Katar’ı yörüngesine çekip Körfez’deki konumunu tahkim ederek ülkenin Şii nüfusunun yaşadığı doğu vilayetlerinde, Bahreyn ve Yemen’de artan İran etkisini sınırlamak istemektedir.

Irak, Suriye ve Mısır gibi güçlerin Arap Baharı sürecinde yaşadıkları zafiyet, Türkiye’nin son dönemde tüm enerjisini güney sınırında yaşanan gelişmelere hasretmesi Ortadoğu’da bir güç boşluğuna yol açtı. Ayrıca Trump dönemi ile yeniden başlayan İran’ı çevreleme politikası ve ABD başkanının bölgeye yaptığı ziyaretle Suudilere sağladığı yeni garantiler de S. Arabistan’ı cesaretlendiren unsurlar olmuştur.

İzlediği iddialı dış politikaya rağmen bünyesindeki zayıflılar Suudilerin başarı şansını azaltmaktadır;

Öncelikle ABD, S. Arabistan’a -her ne kadar bugün destekler görünse de- kayıtsız şartsız bir güvenlik garantisi vermeyecektir. Çünkü kaya gazı devrimi ile ABD bölge petrolüne bağımlılıktan kurutulmuş, asırlık “petrol karşılığı güvenlik” zımni anlaşması son bulmuş, S. Arabistan’ın ABD için değeri azalmıştır. Artık ABD dış ve güvenlik politikasının odağı Ortadoğu değil Asya-Pasifiktir.

S. Arabistan’ı kısıtlayan diğer bir unsur bölgesel liderlik arzularını gerçekleştirecek mevcut ekonomik gücünü askeri kapasite ile destekleyememenin yarattığı zayıflıktır.

Son olarak tüm Körfez şeyhliklerinin ortak endişesi İran kaynaklı tehditten ziyade bölgede Suudi hegemonyasıdır. Bugün S. Arabistan’ın yanında yer alsalar da uzun vadede kendi otonomilerini tehdit eden angajmanlardan kaçınacaklardır.

Burada Türkiye de dengeli bir politika izlemelidir. Katar karşıtı bloka katılırsa uluslararası arenada dostlarını terk eden bir devlet konumuna düşüp güven kaybedecektir. Suudi bloku Katar’ı yörüngesine çekebilirse eli güçleneceğinden Türkiye’yi İran’la karşı karşıya gelmeye zorlayarak bölgede yalnızlaştırabilir. Türkiye Katar’a yakın dururken Suudileri de büsbütün küstürmemelidir. Bölgede İran ile de yakınlaşarak S. Arabistan’ı dengelemek, Suriye ve Irak’ta Türkiye’nin elini güçlendireceğinden, Türkiye’nin ulusal çıkarına olacaktır.

[email protected]