Katil babanın soykırımcı oğlu

Adnan Boynukara / Yazar
17.11.2018

Suriye sorunu, bir ‘terörizm’ meselesi değildir. Suriyelilere zulmeden, katleden, göçe zorlayan rejim ve destekçilerinin uyguladığı kirli işbirliğinin ortaya çıkardığı bir soykırım meselesidir. Siyasi çözümü konuşurken, uygulanan katliamcı politikaları, mezhepçi ve etnik temizliği ve Suriyelileri terörist gösteren tüm kirli politikaları gündeme almadan ve bu politikaların sonuçlarını ortadan kaldırmadan çözüme ulaşmak mümkün değildir.


Katil  babanın soykırımcı oğlu

Suriye meselesinin siyasi çözümünün konuşulmaya başlandığı bir süreçte, Esad ve destekçilerinin Suriye muhalefetini boğmak için yaptıklarını gözden uzak tutmamak lazım. 17 Şubat 2011’de polisin Şamlı bir esnafa şiddet uygulaması üzerine bin 500 kişilik esnaf grubunun, “Suriye halkı aşağılanamaz” sloganı ile başlattığı gösteriler aylarca sivil ve silahsız şeklinde devam etmiştir. Ancak bu gösterilere şiddetle müdahale edilmiş ve ilk iki aylık sürçte 800 masum sivil katledilmiştir. Süreç içinde gösteriler, “Allah, Suriye, özgürlük” sloganı çerçevesinde temellenmiştir.

Uzun süre ‘gösterileri’ ve ortaya çıkan ‘direnişi’ bastıramayan rejim, destekçilerinin de yönlendirmesiyle, üç ayrı projeyi hayata geçirmiştir. Bunlar; 1- Esad’ın iktidarda kalmasına ve güvenliğinin sağlanmasına açık/örtülü destek veren ülkelerin Suriye’de ‘askeri üs’ kurmalarına izin verilmesi. (Rusya’nın Hmeymim ve Tartus üsleri, ABD’nin PKK türevlerini eğittiği Rakka yakınındaki Tabka ve Tanf üsleri, İran ise mezhebi pozisyonu nedeniyle zaten Suriye’de). 2- Suriye halkının özgürlük ve değişim talebinin, terör örgütlerini bölgeye çekerek   terörize edilmesi ve boğulması. (Bunun için ilgili ülkeler, “teröre karşı savaşıyoruz” tezlerini desteklemek ve muhalefeti terör örgütleriyle aynileştirmek için hem kendi ‘teröristlerini’ Suriye’ye taşıdılar, hem de bölgeden terör örgütleri ürettiler). 3- Suriye nüfusunun demografik yapısının değiştirilmesi. (Bu projenin temel özelliği; katliam yaparak, yerinden ederek, şiddetle göçe zorlayarak mülteci veya sığınmacı konumuna düşürmedir).

Değişim talebini terörize etmek

Suriyelilerin “özgürlük ve değişim” olarak somutlaşan taleplerini örtmek için bölgesel ve küresel müdahaleler üzerinden, ‘tam ölçekli bir savaş’ üretildi. Suriye’ye giren ABD, Rusya, İran, Fransa gibi ülkelerin tümü, Suriye’de terörle mücadele ettiklerini söyledi ve maalesef her biri savaşmak için en az bir ‘terör’ grubu üretti. Rusya ve Çin gibi ülkeler ise kendi coğrafyalarında ‘terörist’ olarak tanımladıkları grupları Suriye’ye yönlendirdi. Savaşın değişik dönemlerinde sıklıkla gündeme gelen, ABD üretimi olduğu bilinen DEAŞ, sadece tüm terörist grupların anası değil, aynı zamanda Suriye’de varlığını sürdürmek isteyen yabancı güçlerin kullandığı bir aparattı. Hiçkimse; binlerce yabancının neden, niçin ve nasıl DEAŞ’a katılmak için harekete geçtiğini konuşmadı. Çünkü bu soruların gündeme gelmesine dahi izin verilmedi. Yıllardır Türkiye içinde terör faaliyetleri yürüten PKK türevi örgütlere destek konusu da, Türkiye dışında hiçbir ülke tarafından gündeme getirilmedi. Hatta birçok ülke DEAŞ üzerinden, PKK ve türevlerine “seküler örgüt” tanımlamasıyla meşruiyet verme gayretine girişti. Bunların hepsi, Suriye halkının değişim talebini teröre kurban etmekti.

Mezhepçi ‘temizlik’

Suriye rejiminin uyguladığı mezhepsel ve etnik temizlik projesini anlamak için Suriye nüfusuna, etnik dağılıma ve dini gruplara ilişkin verileri hatırlamakta yarar vardır. Suriye’de etnik yapı ve dini grupların/inançların dağılımı: 2011 yılında Suriye’nin nüfusu 22 milyondu. Suriye etnik yapısı: yüzde 77-83 Arap, yüzde 7-8 Kürt, yüzde 5-6 Türk, yüzde 2 Ermeni, yüzde 1 Çerkez, yüzde 1 diğer… Ayrıca bölgede Filistinli ve Iraklı mültecilerde bulunmaktaydı. Suriye’de yaşayan insanların inanç dağılımı; yüzde 74 Sünni, yüzde 12 Nusayri, yüzde 10 Hıristiyan, yüzde 3 Dürzi, az sayıda diğer Şii gruplar (İsmaili, Caferi), çok az sayıda da Yahudi ve Yezidi.

Aslında mevcut durumu, “katil babanın soykırımcı oğlu” şeklinde somutlaştırabiliriz. Çünkü bugün yaşadığımız, Suriye halkının rejime ilk karşı çıkışları değildir. Baas rejim ve baba Esad muhtemel muhalefetin merkezi olma ihtimaline ilişkin olarak Şubat 1982’de Hama şehrinde 38 bin kişiyi katletmişti. Bugün yaşadığımız durum ise katliamdan çok soykırıma işaret etmektedir. Nitekim; 17 Şubat 2011 tarihinden bu yana rejim tarafından 450 bin Suriyeli katledilmiştir. Bu süreçte; 1,5 milyon kişiyi kalıcı engellerle yaşamaya mahkum olmuş, 6,2 milyon kişi ülke içinde yerlerinden edilmiş, 5,6 milyon kişi ise ülke dışına çıkmak zorunda bırakılmıştır. Sadece İdlib’de şu an 3 milyondan fazla Suriyeli (mevcut Suriye nüfusunun yüzde 20’si) rejimin kuşatması altında yaşam mücadelesi vermektedir.

Suriyeliler olmadan asla

Her şeyi terör denklemine indirenlerin kafasındaki çözüm, “Suriyeliler olmadan bir Suriye inşa etmek”tir. Nitekim; konuyla ilgili toplantı, görüşme ve anlaşma çabalarının tümü Suriyelilerden yoksun bir zeminde ilerlemektedir. Çünkü hem vatanlarını, hem de kimliklerini kaybetmeleri için özel bir politika uygulanan toplum Suriye halkıdır. Baas rejiminin ve Esad’ın Suriye’deki küçük bir azınlığın dışında, Suriyelilerin ezici çoğunluğu tarafından reddedildiği çok iyi bilinmektedir. Bunun için krizin başından bu yana, rejimin Suriye demografisini mezhep temizliği yoluyla yok etmesi için Esad’a bir taraftan akıl verilirken, diğer taraftan da silahlı unsurlar ve taşıdıkları/ürettikleri terör grupları ile bunun yolu açılmıştır.

Suriye sorunu, bir ‘terörizm’ meselesi değildir. Suriyelilere zulmeden, katleden, göçe zorlayan rejim ve destekçilerinin uyguladığı kirli işbirliğinin ortaya çıkardığı bir soykırım meselesidir. Siyasi çözümü konuşurken, uygulanan katliamcı politikaları, mezhepçi ve etnik temizliği ve Suriyelileri terörist gösteren tüm kirli politikaları gündeme almadan ve bu politikaların sonuçlarını ortadan kaldırmadan çözüme ulaşmak mümkün değildir. Suriye nüfusunun yarısından fazlasının ülke içinde yerlerinden edilmesinin ve farklı ülkelere göçe zorlanarak mülteci/sığınmacı statüsüne mecbur edilmesinin tek amacının Esad’ı iktidarda tutmak olduğu görülmelidir. Bu kirli oyunu bozmaya çalışan ve Suriye meselesine “vicdan ve insanlık” çerçevesinde yaklaşan Türkiye’nin, siyasi çözüm sürecinde bu gerçekleri dile getirmesi ve “Suriyeliler olmadan çözüm olmaz” ilkesine sahip çıkması çok önemlidir…

[email protected]