Katil ideolojinin son kurbanı: Necmettin öğretmen

Hasan Hüseyin Öz / Araştırmacı-Yazar
22.07.2017

Necmettin Yılmaz, ‘kör şiddet’e kurban gitmedi; bilakis ‘devrimci şiddet’in planlı cinayetine kurban gitti. Bu vahşi cinayet, afilli sözlerle ambalajlanmış kirli ideolojilerin makyajını bir kez daha döktü. İnsanın karşısında hiçleştiği ideolojilerin, bu ülkenin insanlarına da dünya insanlığına da verebileceği bir şey yok. Dağları utandıran, suları ağlatan bu cinayet bir kez daha gösterdi ki, katil ideolojilerin tek önerisi ölümdür! İnsanlığa sunabildikleri projeleri ihya değil imhadır.


Katil ideolojinin son kurbanı: Necmettin öğretmen

Şehit Necmettin öğretmenin babası Hamit Yılmaz, oğlunun şahadet kavramıyla özdeşleşmiş bilincine şahitliğini en yalın şekilde ifade ediyordu; “Baba ben şehit olacağım derdi devamlı.” Omuzları çökmüş müydü, bu sözleri söylerken? Allah kimseye evlat acısı yaşatmasın… Ömür boyu inşaatlarda çalışarak, bu toprakların usaresine tutunmuş ve umudunu dört evladına aktarmış bir yiğidin hikayesiydi yaşadığımız aslında.

Sıradan bir hayattı onunkisi. Sıradan ama bir o kadar da yiğitçe. Teorilerin çirkefe çevirdiği bir dünyada sadece bu toprakları yoğuran amentüye bağlanıp, Allah tarafından emanet olarak verilmiş canı aziz bilip taşımak ancak yiğitlikle açıklanabilir. Biz, tanıklığın bile zorlaştığı zamanda, asıl hikayeyi, yani evladının hikayesini ancak ondan dinleyebiliriz.

Baba Yılmaz, Necmettin öğretmenin hikayesini şöyle anlatıyor: “İnançlı birisiydi. Şehit olacağını en az üç kez bana söyledi. ‘Baba ben şehit olacağım’ derdi devamlı. Ben öyle bir çocuk yetiştirdiğim için çok gururluyum, Allah’a hamd ediyorum. Vatanımıza bağışladım, vatanım sağolsun, devletimiz var olsun. Benim de bayrağımızda bir damla kanım oldu. Allah böyle diledi, böyle de oldu”

Onun ismini, gündemin yoğunluğunda kaybolan bir haber olarak duyduk ilk olarak. Zaten bizler haber bombardımanı altında ıssız bir ormana dönüşen, daha doğrusu her sesin sıradanlaştığı cangılda anlık bir deprenişle karşılıyoruz her haberi. Kendi teorilerimizde, kendi koşuşturmalarımızda biraz sonraki haber tarafından yutulacak tepkilere hapsediyoruz. Oysa habere konu olan hayat bir yerlerde kendi asli veçhesiyle devam ediyor. Necmettin öğretmen, okullar kapandıktan sonra memleketine gitmek için yola çıktı. Pülümür’de teröristler tarafından yolu kesildi. Arabası yakıldı ve sonra uzun süre kendisinden haber alınamadı. 

Günler sonra meçhul bir erkek cesedinden bahsedildi haberlerde. Meçhul! Oysa babası için o meçhul değildi. “Otopsi sürecinde çocuğumu görür görmez tanıdım. Dişinde de beyazlık vardı. Onu da gördük. Ben kendimden emindim. Savcı bey DNA sonuçlarını beklememizi istedi. Biz de döndük geldik. Bizler ümitliydik.” diyor Hamit Yılmaz. Bu da bir bekleyiş… Bizim için konunun en önemli yönlerinden biri de bu. Çünkü bekleyişler sinir bozucudur. Fakat o “ümitten” bahsediyordu. Şimdiden sonra oğlunun da hikayesini omuzlamak zorunda olan baba Hamit Yılmaz, acısını içine gömüp kendisinden yorum almak isteyen gazetecilere içinde ümit kelimesinin geçtiği temiz cümlelerle konuşuyor.

Devrimci şiddet ve nekrofili

Bu sorunun cevabını bulmak için “devrimci şiddet” pratiğinin dayandığı temel teoriye bakmak gerekir. Bütün muhteşem teorilerde(!) olduğu gibi devrimci şiddet teorisinin de en büyük özelliği, insan da dahil dünyadaki her şeyi araçsallaştırmaktır. O kadar ki, canlı bombalarda olduğu gibi aşırı yüklemeyle beraber kişinin kendi bedenini dahi araçsallaştırması söz konusudur. Dolayısıyla devrimci şiddet, bir nevi nekrofili merkezli bir düşünceye dayanır. Bu zaviyeden konuya yaklaştığımızda ise öğretmen, biyofiliyi yani hayatı savunur. İnsanoğlunun varoluş gerekçelerini eksik gedik de olsa, özellikle yeni nesillere aktarırken, kendi varoluşuyla onlara örnek olur. Bu durum terörün en nefret ettiği şeydir. Zira, militan devşirmenin yolu, bizzat öğretmenin biyofili tutumu tarafından kapatılmaktadır.

Devrimci şiddetin bir diğer özelliği “ben yoksam kimse olmasına” evrilecek narsizmi –ki nekrofilinin temelinde de bu duygu vardır- militanlarına yüklemesidir. Burada yok edicilik ana vasıftır. Kavramlar dahi bu psikolojiden nasibini alır. Mesela terör örgütünün kullandığı barış, özgürlük, demokrasi gibi kavramlar, narsist zihin tarafından asli anlamlarından soyundurularak yok edici bir silaha dönüştürülür. Buradaki keskin inanca dikkat etmek gerekir. Bir öğretmen kimliği tam da burada, çoklu düşünmeyi, yani keskin inancın karşısında düşünmenin önemini vurgular. Vurgulamakla kalmaz, fikir ve eylemleriyle bu hakikati tüm çıplaklığıyla ortaya koyar. Öğretmen bu yönüyle, terörün silaha dönüştürdüğü kavramları teröristin elinden çeker alır.

Devrimci şiddeti kullananlar, kendi kurgusal dünyalarında yaşadıkları için gerçekleri ivedilikle yok edilecek bir tehdit olarak görürler. Çünkü bir noktada, şiddet neticesinde oluşmuş enkaz ve ölümler onun en büyük sermayesidir. Dolayısıyla bu sermayenin korunması hatta daha da büyütülmesi için gerçekliğin, daha doğrusu hayatın büyük bir yıkıma maruz bırakılması gerekir. Öğretmen ise, inşacıdır. Gerçekliğin üzerine insanlığı ihya ederek, hayatın bütünlüğü ve akışı üzerine bir dünya inşasına girişir. Bu sebepten dolayı devrimci şiddeti kullanan terörist, çaresizlik içinde kendisini infilak ettirir.

Terör karşısında susanlar

“Necmettin Yılmaz’ın katledilmesi haberi tüm eğitim çalışanlarını derinden üzmüştür. Kimden gelirse gelsin Eğitim ve Bilim Emekçilerine dönük tüm saldırıları kınar, Necmettin öğretmenimizin başta acılı ailesine, sevenlerine ve öğrencilerine sabırlar diler, acılarını paylaşırız.”

Bu “iki cümlelik” açıklama KESK’e bağlı bir eğitim(!) sendikası olan Eğitim-Sen tarafından yapıldı. Her satırında bir zorlama, hadi biraz iyimser bir dille söyleyelim, tedirginlik var. Maktulün ismi verilmiş, peki katil kim? Kendi varoluş gerekçesi olan eğitimcilerin hakkını savunduğunu söyleyen bir sendikanın, bir noktada, hem zevahiri kurtaralım hem de faili gizleyelim telaşı, bizzat terörün istediği bir durum.

Bir üst bölümde yaptığımız analizin bir devamı olarak, devrimci şiddetin bir diğer özelliği de, söylem ile sulandırarak esası gizlemektir. Yukarıdaki sözler susmaktan daha tehlikelidir. Çünkü faili gizlemektedir. Alev Alatlı’nın kavramsallaştırdığı “büyük yalanın” taşıyıcılığıdır bu.

Oysa görüşü ne olursa olsun bir sendikanın, hayatı savunan, her fırsatta bu ülkenin terörden arındırılarak normalleşmesi için çalışan öğretmenlerimizi, en azından sivillik çerçevesinde ele alıp değerlendirmesi gerekirdi. Ama yapamazlar. Çünkü onlar da sendikayı amaçları için bir araç olarak görmektedir.

Bu bağlamda, sol ideolojik sendikacılığın ideolojik akraba olduğu terör gruplarının eylemleri karşısındaki suskunluğunu biz sadece Necmettin öğretmenden bilmiyoruz. Biz Eğitim-Sen’i, PKK’nın yüzlerce okulu yakması, öğretmenleri katletmesi, kaçırması, öğretmenlerin okullarına erişimini tehdit ve şiddetle engellemesi ve YDG-H’ın okullarda terör estirmesi karşısında susmasından hatta PKK’nın çağrılarına uyarak okullarda boykotlara öncülük ederek teröre verdiği destekten de biliyoruz. 

Gerçekler söylemleri bitirir

Necmettin Yılmaz, “kör şiddet”e kurban gitmedi; bilakis devrimci şiddetin planlı cinayetine kurban gitti. Bu vahşi cinayet, afilli sözlerle ambalajlanmış kirli ideolojilerin makyajını bir kez daha döktü. İnsanın karşısında hiçleştiği ideolojilerin, bu ülkenin insanlarına da dünya insanlığına da verebileceği bir şey yok. Dağları utandıran, suları ağlatan bu cinayet bir kez daha gösterdi ki, katil ideolojilerin tek önerisi ölümdür! İnsanlığa sunabildikleri projeleri ihya değil imhadır.

Sözle kılıflanan kirli ideolojilerin, imha edemediği/edemeyeceği hayatların yurdudur Anadolu. Ne PKK bu hayatı durdurabilecek ne de onun eylemlerini hinlik yaparak meşrulaştıran yapılar. Çünkü gerçekleri her ne şartta olursa olsun omuzlayan Necmettin öğretmenler ve onları yetiştiren Hamit Yılmazlar hayat denilen nesnenin özneleridir.

Gerçekler, söylemlere her zaman galip gelir. Ardında bıraktığı kan ve yıkımdan başka sermayesi olmayan tufeyliler, halde ve gelecekte namussuzlukla örülmüş söylemlerle yeni yıkımlara doğru yol alabilirler. Oysa Necmettin Yılmaz ve diğer öğretmenlerimiz gerçekle örülmüş yiğitliği tıpkı ailelerinin öğrettiği şekilde “ümitle” öğrencilerine aktarmaya devam eder ve şahadetleriyle katil ideolojinin serencamını dağıtırlar.