Kavramsal işgal Siyonist işgalin öncü koludur

Ali Osman Sezer/Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi
20.01.2024

Babil kulesinin yıkılışı efsanesi, kelimeler ve ifade ettikleri anlamın ayrışmasının sonucunu, yani aynı dili konuştuğunu zanneden insanların o dilin kavramlarına yükledikleri gerçekdışı anlamlar ile kendi gerçekliklerini yitirmelerini anlatır.


Kavramsal işgal Siyonist işgalin öncü koludur

En belirgin özelliği okumak olan insanın okuması kavramlarla gerçekleşir. Sahip olduğu kavramların anlamı insanın dünya üzerinde ne veya kim olarak, sahip olacağı durumunu belirleyen en önemli unsurdur. Bu bağlamda her insanın kendini gerçekleştirmek için bu amaca uygun kavramları vardır ya da mevcut kavramlara müdahale ile onları bambaşka içeriklerle yeniden üretir. Gerçek anlamına müdahale ile yeniden üretilen bu sentetik kavramlar onunla okuma yapmaya çalışanı da sentetize ederek kendine malzeme yapar. İşgal edilmiş kavramlarla hareket eden kişi, kendisi de işgal edilmiş bir aparat olarak bulunduğu ortamı, kendini üreten gücün lehine ele geçirmeye güdülenmiş olur. Kavramların gerçekliğini kaybetmiş insan kendini de vatanını da unutmuş, bunlar için mücadele adı altında insanlığa ve vatanına bir tehdit durumuna dönüşmüştür. Bu açıdan işgalci iradenin gücü, öncelikle işgale kalkıştığı coğrafyanın kavramlarını işgal edip, onları kendi lehine dönüştürüp eklemleyebilmekten geçer. Aynı şekilde kendimize ve insanlığa sahip çıkabilmek de kavramlarımızı gerçek anlamları ile tedavülde tutabildiğimiz coğrafyayı vatan kılmakla mümkündür. Dolayısı ile bir toplum kendisini millet yapan kavramlarına sahip çıkıp onlarla kavradığı coğrafyayı vatan kılabilir. Vatanın coğrafi ve kavramsal unsurları, birlikte ve uyum içinde ise o vatan orada yaşayan milletin evidir. Ancak nihai hedefi dünyayı ele geçirip bütün insanlığa önünde diz çöktürmeyi amaçlayan Siyonizm bu hedefine ulaşabilmek için dünyanın dört bir yanında gönüllü hizmetçiler edinmeyi ihmal etmedi.

SAYILARI HİÇ DE AZ DEĞİL

Bugün Gazze soykırımı karşısında dünyanın farklı coğrafyalarında bu soykırıma destek verip Siyonizm lehine çabalayanları gördüğümüzde, bilerek veya bilmeyerek, malla aline olmuş bu kesim azımsanmayacak boyutlardadır.

Kavramlar kendinde bir değer ifade eder ve bu değeri ifade ettikleri kadar kendini gerçekleştirirler. Bu bağlamda bir kavramın gerçekliği, sahip olduğu asıl ifadesini gerçekleştirmesi ile mümkündür. İçi boşaltılarak anlam bağı kopartılan kavramlar ise ifade ettikleri anlamı örten ve karartan aygıtlara dönüşür. Bu yöntem kavramları gerçekliğinden kopartıp sahtesini üretmek biçiminde bir kavram kalpazanlığıdır. Demogoji (halk avcılığı) genellikle bu yöntemi kullanır.

Foucault, Kelimeler ve Şeyler adlı eserinde ilk, orijinal kelimelerin anlamının, temsil ettikleri şey ile aynı mahiyeti ifade ettiklerini belirtiyor. Babil kulesinin yıkılışı efsanesi ise kelimeler ve ifade ettikleri anlamın ayrışmasının sonucunu, yani aynı dili konuştuğunu zanneden insanların o dilin kavramlarına yükledikleri gerçekdışı anlamlar ile kendi gerçekliklerini yitirmelerini anlatır.

CENNETTEN KOVULUŞ

İnsanın insanlığı, kavramlarla ilişkisiyle ortaya çıkar. Adem'in insan olarak var oluşu varlıkların hakikatini ifade eden kavram bilgisine sahip olmasıyla somutlaşır ve hatta cennetten kovulma hikayesi de kavramların hakikatinin tahrif edilerek, bu tahrifat doğrultusundaki eylem sonucunda gerçekleşir. Kavramların hakikatiyle ifade edilerek inşa edilen ortam cennet iken bu hakikatin bozulması cennetten çıkış olarak ifade edilir bu kıssada. İnsanın haddini bilme sembolü olarak işaret edilen ağaca yaklaşmama yasağının, kudretli bir iktidar sahibi olmayı engelleme biçiminde yapılan kavramsal tahrifatı, ilk kavramsal kalpazanlığı başlatmış oluyor ve bu durum insanlığın aleyhine sonuçlanıyor. Ancak Adem'in bu düştüğü durumdan kurtulması ise yine Rabbinden aldığı tertemiz kavramlarla yaptığı tevbesi ile gerçekleşiyor. Kavramlar temizlenip gerçek anlamlarıyla algılanmadan algıların ve onlarla kurduğumuz yaşamsal ortamın temizlenmesi de elbette söz konusu olamaz.

KAVRAMSAL TAHRİFAT

Dili ortaya çıkartan kavramsal örüntünün önemi insanlık tarihinin örüntüleriyle iç içedir. Bugün kullandığımız dil insanlık tarihinde var olduğu tüm aşamaların izlerini de taşır. Tarih, anlam ve bu anlamlar doğrultusunda gerçekleşen yaşam biçimlerinin mücadelesi olarak akmaya devam ediyor ve insanlık var olduğu sürece bu akış devam edecek. Yaşam biçimleri, borçluluk ilişkisine (dine) dayalı anlam dünyası olarak inançlara yaslanır. Bu inancın temelinde inanan kişinin kendi varlığını ve tüm varlığın varoluşunu borçlu saydığı Tanrı veya Tanrılar yer alır. Din kelimesinin de zaten en yaygın anlamı borçluluk ilişkisine dayalı yaşam biçimidir. Bu anlamda herkes yaşamını borçlu saydığı Tanrıyla kurduğu anlam ilişkileri üzerinden dindardır ve tarihin ana ekseni dine karşı teolojik dinlerin mücadelesi olmuştur. Ancak kavramsal tahrifatın boyutları, bütün varlığın tanrısını sadece bir ırkın tanrısına indirgeyip diğer bütün insanlığı katletmeyi tanrısını hoşnut edecek bir inanca dönüştürebiliyor. Bu inancın tüm yönleri ile tahrifatla üretilmiş faşist bir inanç olduğu tartışma götürmeyecek kadar açıktır. Tüm sömürgecilerin hemen her söze Siyonist olduklarını ikrar ederek başlamaları, siyonizmin insanlığın en aşağılık seviyesi olan sömürgecilikle iç içe olduğunu, onların hizmetine girip eşiklerine yüz sürenlerin de bu sapkınlığın gönüllü hizmetkarları olduğu çok açık.

Uzun yıllar ve hala yapıldığı üzere Batı'da Orta Çağ Karanlığı olarak ifade edilen dönemin eleştirilen yorumları üzerinden din dindir genellemesi ile yapılan İslam eleştirisi, hakikati örtbas eden bir karartmadır. Bu açıdan İslam dışındaki tüm dinler insan zihninin nesnesi olan varlık Tanrılara olan yönelişleri ile ayrışır. Teolojik bir etkinliğin ürünü olan bu dinlerin merkezinde bir Tanrı var gibi görünse de aslında bu zihnin kendi ürettiği anlam ile tabir edilerek itibar verilen bir varlıktır. Dolayısı ile bu Tanrılar insanın teolojik faaliyetinin ürünü olarak icat edilmiş ve onu icat edenin insanlık dışı amaçlarını meşrulaştırmaya matuftur. Siyonizmin insanlıkla asla bağdaşmayan içeriği insanlığı emri altına almayı amaçlayan zihniyetin icat ettiği tanrı üzerinden kendi tanrılığını tahkim etmeye dayanıyor. İnsanın Tanrıyı varlık olarak tasavvur etme eğilimi, onun zihinsel gücünün kendi girdabına düşmesine yol açmıştır. Kudüs'te insan olan, peygamber İsa A.S batıda teolojik bir İnsan Tanrıya dönüştürülmüştür. Bu varlık Tanrı, artık insan zihninin ürünü olarak teolojik bir nesnedir. Teolojik faaliyette özne, bu faaliyeti Tanrı üzerinde uygulayarak oradan ürettiği Tanrısal sonuçları vazederek insanlar üzerinde hükümranlık kuran insandır. Tanrı icat edebilen bu teolojik zihniyet tarih boyu insanlığın en büyük tehdidi olmuştur. Ortaçağ din devletinin İsa A.S'ı insanlık kategorisinden çıkartıp Tanrılar kategorisine oturtmakla, Papa'nın yanılmazlığında merkezileşerek, kendi ürettiği Tanrısallık dışında hiçbir inanç ve düşünceye yaşam hakkı tanımayan yapısını din dindir genellemesinde İslam ile ilişkilendirmek tam bir kavramsal kalpazanlık örneğidir. Batıda gerçekleşen böyle bir inancın özeleştirisi ile elde edilen sonuçlarını, kapağını bile açmadığı bir kitabın içeriğiyle aynı kategoride ele almak, karanlığı aydınlık olarak algılamakla mümkün olabilir. İnsanı emeği ile derecelendiren (necm 39) bu kitap, kapağı açıldığında Allah'tan başkasına hamd etmenin yasaklanması ile başlar. Hamdın anlamının, dünyada ve ahirette rızık verici tek malikin Allah olarak açıklanması, insanın en büyük zaafını da gösteriyor. Allah'tan başka bir varlığı rızık verici olarak görüp, rızık ve menfaat beklentisiyle övmenin yasaklanması, insanlıktan sapmanın en temel sorununa işaret ediyor. Bugün sömürgeci siyonizmin tuzağına düşüp onun hizmetine amade olanların en büyük zaafı buraya dayanıyor. Bundan böyle insanlık siyonizmin sömürü aygıtı olarak inşa ettiği Batılı-modernliğin aklı örten tüm kavramlarına kuşku ile bakıyor ve tertemiz kavramların kaynağının kapağını açmaya başlamış bulunuyor. Bu durum Homo Sapiens olarak yüceltilen sınır tanımaz modern tanrının, tertemiz kavramlarla buluşarak Adem'e dönüşeceği insanlık çağının başlangıcı olmaya evrilmiş bulunuyor.

İnsanlığı mümkün kılan tüm kavramlara savaş açıp, katliamlarını ortaçağ karanlığı ile mücadele olarak örtbas eden Siyonizm aydınlığı karanlık karanlığı da aydınlık olarak tarif ederek kendine yol açmayı deniyor. Nihayetinde eğer baykuşlar karanlıktan söz ediyorsa endişe edecek bir durum yok demektir. Çünkü onlar için karanlık olan insanlık için aydınlıktır.

[email protected]