Kaynayan sular yeni bir düzeni işaret ediyor

Dr. Erkan Oflaz/ Yazar
14.09.2025

Sistem analizi artık tek, çift ya da çok kutuplu değil. Büyük güçler çatışma bölgelerinde birbirini sınamakta. Süreç nükleer silahların oluşturduğu dehşet dengesinde bir savaş üretir mi bilinmez ama İsrail'in varlık nedeninin sonuna gelindiği aşikâr. Holokost endüstrisi çökmüştür çünkü!


Kaynayan sular yeni bir düzeni işaret ediyor

Dr. Erkan Oflaz/ Yazar

Uluslararası ilişkiler disiplini, savaş ve barış çalışmaları alanında genellikle sistem analizi yapar. Sistem analizi aslı olarak, konjektürel ve güç merkezlidir.

Napolyon savaşları sonrasında dünya, Avrupa uyumu adı verilen sistem ile savaşın Avrupa ana karasından uzak tutulması amacına göre tasarlandı. İttifaklar sistemi ile gücün dengede tutulmasını öngören sistemin en önemli rekabet alanı ise yeni parsellenmeye başlanan Afrika kıtasıdır.

Bilinmeyen Topraklar "Terrae Incogniate" olarak nitelendirilen Afrika Batı tarafından hep bilinmekteydi. Avrupa bir süre Afrika'yı sadece insan sermayesi olarak gördü. Merkantilist düşünce keşifler çağında, kar elde etmek için her yolun denenmesinin gerektiği ve diğer moral değerlerin yok sayılabileceği bir ekosistem inşa etmişti ve bu inanca sahip olan Avrupa'nın insan emeğine gereksinimi vardı. Daha fazla üretmek ve bu süreçte daha az maliyet ile üretebilmek daha fazla dış ticaret fazlası anlamına gelmekteydi.

"Beyaz adamın mezarı"

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından önce "beyaz adamın mezarı" olarak nitelendirilen bilinmeyen topraklar, doğal engeller ve çetin iklim koşulları nedeni ile Batı tarafından keşfedilmemiştir. Antik Yunan'dan beri çeşitli söylencelere konu olan Afrika'nın zenginliklerinin, rekabet alanının Amerika ve Hindistan olması nedeniyle Avrupa'nın ilgisini çekmediği de öne sürülmektedir. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında ise, Uzak Asya, Pasifik ve Afrika büyük güçlerin yeni rekabet ve dengeleme aracı olmuştur.

Napolyon savaşları sonrasındaki dönemin dünya savaşlarını üretmesindeki ana unsur, Batı'nın sanayileşmiş ülkeleri tarafından elde edilebilecek toprakların tükenmesi ve daha önemlisi sonuna gelinmiş rekabetin oldukça dengesiz bir güç merkezi oluşturmasıdır. Rekabete sonradan katılan İtalya, Almanya ve Japonya "saldırgan mı davranmıştır yoksa güçte denge arayışı yolu ile güvenlik arayışında mıdır?" bunu bilmiyoruz. Batı merkezli analiz düzeyinde saldırgan ülkeler olarak nitelendirilen ülkelerin statükoya baş kaldırdıkları da düşünülebilir aslında.

1905 Rus- Japon savası ile Prusya'nın, Avusturya ve Fransa'yı art ardına mağlup etmesi dünya savaşlarının işaret fişeğidir aslında. Statükoya karşı revizyonist yaklaşan devletler savaşı başlatmıştır önermesi bugünden bakınca çok yalın bir açıklama olarak kalmaktadır. Neden şu soruyu sormuyoruz: Statükonun devamını isteyen devletlerin konservatif politikaları savaşa neden olmuş olamaz mı?

Savaş sonrası düzen

Avrupa'da patlak veren İkinci Dünya Savaşı'nda, ilkinin güç dengesini gözetmeyen statükosuna dair izler bulunmaktadır. İspanya İç Savaşı'nda birbirini sınayan devletler, İngiliz yatıştırma politikalarına rağmen neden savaşı önleyememiştir? Napolyon savaşları ve iki büyük dünya savaşı sonrasında Avrupa gücünü yitirmiş ve yorulmuştur. Rusya tarafından yorulan Almanya ve atom bombası dehşetiyle sarsılan Japonya savaşa sonradan dahil olan yıpranmamış bir güç olan ABD tarafından mağlup edilmiştir. En azından Batı, ABD zaferini daha çok parlatmıştır. Savaş sonrası düzende Rusya'nın ve İngiltere'nin kızgınlığı bu noktayadır. Rusya Batı'ya güvenmemeyi bir politika olarak seçmiş, İngiltere ise Winston Churchill'i seçmemiştir.

Savaş sonrası analiz düzeylerinde gözden kaçırılan ilginç bir konu vardır ki bu günkü kaynamayı izah edebilecek bir gelişmedir. İki kutuplu dünyada kurulan birçok devletten biri de İsrail olmuştur. Batı ise Holokost endüstrisine borçludur. Çünkü yaşananları önleyememiştir. İsrail kurulmuş ama borç ödenememiştir. Borcunu ödemeye çalışan ülkelerin, itiraz etmeyecek politikacılar tarafından yönetilmesi ya da itiraz edememelerinin sağlanması Soğuk Savaş'ta üzerinde titizlikle çalışılan bir projedir. Sistem kurucular her ne kadar her ihtimali düşünse de üç ana konu kontrol edilememiştir;

-Stalin, Komünist Partinin içindeki güç dengesini değiştirerek Putin'i ortaya çıkarak şartların zeminini hazırlamıştır. Rusların ödemesi gereken bir borç bulunmamaktadır.

-Çin çok hızlı ve önlenemez bir yükseliş sağlayarak ticaret sistematiğini değiştirmiştir. Daha önemlisi Çin'in kimseye minnet borcu yoktur. Afrika'yı pazarı ve hammadde kaynağı olarak görmesi ile ticaret aksının tekrar kadim yollara dönmesi hızlanmış böylece pasifik deniz yolu görece önemini yitirmiştir.

-Çin sayesinde güçlenen Afrika rekabeti ve eski ticaret yollarının canlanması tedarik zincirini değiştirmiştir. Bu yeni durum Türkiye'yi periferisinde bölgesel bir aktör haline getirmiştir. Türkiye ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kendi ifadesi ile kimseye karşı borçlu değildir.

Her yeni düzen sancılı bir süreçten yükselir. Paranın tanımının değiştiği, yapay zekanın her sektörde vazgeçilmez hale geldiği yeni dünya düzeninde bile tarihi izler bize göstermektedir ki;

-Napolyon savaşlarını, Fransızlar başlatmamıştır.

-Birinci Dünya Savaşı'nı, Franz Ferdinand'ın Saraybosna'da suikasta uğraması başlatmamıştır.

-İkinci Dünya Savaşı'nı ise ne Hitler ne Musolini ne de Hirohito başlatmıştır.

Sular ısınmış kazan kaynamaktadır ne yazık ki ve bu durum bir statüko değişimine işaret etmektedir. Cezayir'den Kafkaslara kadar olan bölgede, iki savaş arası dönemdekine benzer şekilde bir İspanyol iç savaşı süregelmektedir. Büyük güç diplomasisinin yeniden başlamış olduğu anlaşılıyor. Sistem analizi artık tek, çift ya da çok kutuplu değil. Büyük güçler çatışma bölgelerinde birbirini sınamakta. Tıpkı birer pehlivan gibi el ense çekmekte oldukları anlaşılıyor. Süreç nükleer silahların oluşturduğu dehşet dengesinde bir savaş üretir mi bilinmez ama İsrail'in varlık nedeninin sonuna gelindiği aşikâr. Holokost endüstrisi çökmüştür çünkü!