Kemal Karpat ve Türklerin üç tarihi

Açık Görüş / Serkan Yorgancılar/ Gazi Üniversitesi Öğretim Görevlisi
26.02.2019

Karpat’ın yaşamında önemli bir kırılma anı olarak değerlendirdiği bir olay vardır. Türkiye’de ve dünyada gençlik hareketlerinin şiddetle iç içe geçmeye başladığı 1967 yılında, Karpat’ın İngilizce olarak beş yıl önce yayınlanmış bir eseri Türkçeye çevrilir. Ancak kitap ne sağcılardan ne de solculardan ilgi görür, hatta özellikle bir kısım solcular tarafından boykot edilir. Kitabın yayıncısı Karpat’a kitaplarını “Kimse almıyor” diyerek teslim eder. Karpat evin bir odasına yaklaşık 3 bin kitabı doldurur. Küçük bir çocuk evindeki bir oda dolusu kitabını görünce “Amca bunların hepsini sen mi yazdın?” diye sorar. Bu kitapları Karpat bir yıl sonra bir işportacıya satarak odasını ancak boşaltabilir.


Kemal Karpat ve Türklerin üç tarihi
Stefan Zweig “İnsana her yaşında ve hayatın her döneminde seslenebilen yazarların sayısı azdır” sözünü yaşama sanatını ve yaşama bilgeliğini öğrendiğini ifade ettiği usta denemeci Montaigne için söylemişti. Biz de belki, birçok değerimiz için böylesine güzel bir cümleyi söyleyebilme şansına sahibiz. Bu cümlenin muhataplarından birisi de 20 Şubat 2019’da 94 yaşında hayatını kaybeden Kemal Karpat’tır. Zor ve çalkantılarla dolu bir yaşam, bilim ve düşüncenin peşinde koşmakla geçmiş bir ömür... Hayatı, bilgiyi dinmek bilmeyen bir arayışla geçmiş. 
 
Bir bilim adamımız, düşünürümüz, mütefekkirimiz ya da fikir ve ruh dünyamızda güzel eserler vermiş önemli bir değerimizi kaybettiğimizde yaptığımız ve muhtemelen de bundan sonra da yapmaya devam edeceğimiz en büyük yanlış, ona nasıl bakmamız veya onu nasıl bir yere konumlandırmamız konusunda yaşanmakta. Ya aşırı yüceltici cümleler kuruyoruz ardından ya da aşırı eleştirel. Oysa aslolan, kaybedilmiş bir değeri ne göklere çıkarmaktır ne de yerin dibine geçirmek. Yapmamız gereken, o değeri anlamlı kılan her ne ise, bir sanatçı ise sanatını, bir bilim adamıysa yöntemini, bir gönül adamıysa güzelliğini yeniden nasıl inşa ve ikmal edeceğimiz ile ilgili olmalıdır. Yaşarken kıymeti bilinmedi türünden cümleler serdedecek değilim çünkü hem devletimiz Karpat’ın şahsına karşı hem de milletimiz Karpat’ın eserlerine karşı her zaman dikkate değer bir ilgi göstermiştir. 
 
MİLLETİMİ KEŞFETMEK İÇİN...
 
Yaşamı boyunca çok önemli başarılara imza atmış, ciddi ödüller kazanmış bir isim olan Karpat, 2009 TBMM yılın ödülünü alırken “Bugün hayatımın en büyük onurunu yaşıyorum” diyordu. Onun için TBMM’den bir ödül almak diğer bilimsel ödüllerden çok daha farklı bir anlama sahipti.  Çünkü o TBMM’yi milletin özü, sözü ve temsilcisi olarak görüyordu. Yaşamı boyunca iyi bir bilim adamı olmak için çabaladı ve bu payeye de erişti. Kendisine her zaman sorulan ilk soru neden tarihçi olmak istemesiydi. O da her zaman bu soruya “Milletimi ve insanımı keşfetmek ve onun bilinmeyen yönlerini anlamak” en büyük amacımdı demekteydi. İdeolojisinin “insan sevgisi” olduğunu ve bütün işlerinde de sevginin başlangıç noktası oluşturduğunu ifade ediyordu. 
 
Karpat’ın din-devlet ilişkileri konusunda gerilimli noktalara temas eden görüşlerinde kendi muadillerine göre bir ılımlılık muhakkak var. Dini toplumsal yapıyı inşa eden bir kültür olarak görür. Modern devletin en önemli unsurlarından birinin laiklik olduğunun altını birçok farklı yazısında ve konuşmasında çizmiş ve insanların laik veya ateist olsalar da dini bir kültüre yaslanmakta olduklarını öne sürmüştür. Bu görüşünü desteklemek için de yıllarca içinde yaşadığı ama bir parçası olmamak için canhıraş uğraştığı Amerikan toplumunun Pazar günleri yerine getirmekte oldukları kilise ayinlerini örnek verir. Aynı şekilde Osmanlı devlet yapısının da hoşgörü ve liberalizme dayanan bir yanı olduğunu söyler. Karpat’a göre Osmanlı, modern dönemlerde, geçmiş başarılarını sürdürememiştir. Devletin yıkılmasında ve kendisine savaş açan Batılılara karşı direnememesinde yatan en büyük neden budur. 
 
ORTA SINIF MESELESİ
 
Aslında Kemal Karpat’ın tarihçiliği ve tarihi yorumlama biçimi son derece teorik temellere dayanıyor olsa da gündelik olaylara yaklaşımında sıradan bir Türk insanı görmekteyiz. Böylesine bir sıradanlık, tarihçinin büyüklüğünden, düşüncelerin sistematikliğinden, yöntem bilgisinin düzenliliğinden hiçbir şey kaybettirmeyeceği gibi çoğu zaman bilim adamları için gereklidir. Ülkemizin toplumsal yapısına baktığımızda her ne kadar yıllar içerisinde çok hızlı ve sürekli değişim ve dönüşümler yaşanıyor olsa da Karpat, bu sıradan bakış gözlüğünü takarak gündemi yorumladığında son derece olumlu göstergelere vurgu yapmıştır. Ona göre Türk toplum yapısının geniş kitlesi orta sınıftan oluşmaktadır. Orta sınıf kavramı Karpat’ın tarihi yorumlamasında anahtar bir kavramdır. Nasıl Şerif Mardin’de merkez-çevre kavramları anahtar bir kavramsa Karpat’ta Osmanlı-Türk toplumundaki değişim ve dönüşümleri hep orta sınıf üzerinden yorumlamıştır. Kimileri Karpat’ın orta sınıfa yapmış olduğu vurguyu fazlaca abartılı bulmuş olsa da eserleri bütüncül olarak değerlendirildiğinde orta sınıf vurgusunun sorun yaratmayacak bir vurgu olduğu açıkça görülecektir. Bununla birlikte günümüzde hala etkileri bir biçimde devam etmekte olan bir ayrımı Karpat’ın da yapmış olduğunu görüyoruz. Aileler ikiye ayrılır, biri devleti temsil eden aileler, diğeri ise halkı temsil eden aileler. Orta sınıfı bu ikili aile ayrımı ile birlikte düşündüğümüzde günümüzde orta sınıfı en çok değiştiren unsurun kentleşme olduğunu da görürüz.  
 
 Kentleşme son 50 yılda inanılmaz bir biçimde gelişmiş bugün ise kent sınırlarının yasalarla değiştirilmiş olmasından dolayı kentli nüfus olarak kabul edilen insan sayısı olmadık biçimde kabarmıştır. Karpat, orta sınıfın kentleşme aracılığıyla bir dönüşüm geçirdiğini, orta sınıfın başka nedenlerden dolayı da değişim geçirdiğini ancak en esaslı değişimin kentlilikte olduğunun altını ısrarla çizmektedir.
 
Plansız ve aşırı kentleşme yüzünden, modern dönemlerin insanlar için yarattığı kentleşme, devasa toplanma ve yaşama merkezlerini andırmaya başlamıştır. Bu toplanma ve yaşama merkezleri insanı geleneksel bağlarından koparmakla kalmamış henüz koparmış olduğu bağların yerine tatmin edici yeni şeyler koymayı da başaramamıştır. Geleceğin dünyasında, bu gelecek hangi zaman dilimlerini kapsar ise yorum ona göre şekillenecek olsa da, kentleşme ve orta sınıf olguları yepyeni boyutlar kazanacaktır. Kentsel yaşamla ilgili yeni sorunlar ne kadar hızlı gelişirse aynı hızla çözüm önerileri de gelişmektedir. 
 
Osmanlı’nın Türkçülük politikalarına İttihat ve Terakki ile başlamadığını, tarihsel bir zorunluluk olarak milliyetçilik olgusu ile daha erken dönemlerde tanıştığını vurgulayan Karpat’a göre Balkan savaşlarının yaşandığı dönemde, gayrimüslimler Osmanlı’ya bakarak “Ne kadar geri kalmışlar, milliyetçi değiller” dediklerini nakletmektedir. Yani dönemin zihniyet dünyasında milliyetçilik bir ilerleme göstergesi olarak değerlendirilmekteydi. Milli bir kimliğe dayanmayan devletlerin köksüz oldukları düşüncesi hakimdi ve bu devletlerin kısa süre içerisinde yıkılacaklarına dair olan inanç tamdı. 
 
Kemal Karpat’ın en hacimli ve aynı zamanda da en önemli eserlerinden birisi olarak İslam’ın Siyasallaşması (The Politicization of İslam) adlı eseri gösterilebilir. Kitap, Osmanlı’nın son devirlerinde kimlik, devlet, toplum ve yeniden yapılanma kavramları üzerinde yoğunlaşmıştır. Yeniden yapılanmayı modernleşme olarak değerlendiren Karpat bu yüzden yeniden yapılanmanın en güçlü olduğu iki dönemi yani Abdülhamit ve İttihat ve Terakki dönemini ele alır. Bu dönemde başlayan yeniden yapılanmayı da Cumhuriyet dönemiyle sonlandırır.  
 
Türkiye’yi Osmanlı’nın bir devamı olarak görmesi, II. Abdülhamit’in reformlarınını Cumhuriyeti hazırlayan en önemli unsurlar arasında kabul etmesi önemli noktalardır. Bu iki sav, aslında Türkiye’yi bir yerlere doğru çekme telaşı içerisinde bulunan, birbirinden farklı istikametlere yönelmişlere karşı verilmiş bir cevaptı. Karpat, her iki farklılık iddiası taşıyan gruba da ikinizin söyledikleri de gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır demekteydi. Birincisi modernleşme ve Batılılaşma yanlıları bütün Osmanlı geleneğini ve mirasını reddediyor, genç Cumhuriyetin bütün kurucu kodlarının Batı’dan alınması gerektiğini düşünüyorlardı. Cumhuriyet kurulduktan sonra yazılan tarihte bu söylem üzerinden inşa edilerek Osmanlı’nın Türkiye Cumhuriyetini hiçbir biçimde etkilemediğini iddia ediyordu. Karpat birinci cümlesinde bu görüşü reddederek Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti arasında bir süreklilik olduğunu savunuyordu. Bir diğer görüş ise II. Abdülhamit Han’ı aşırı öven ve yaptıklarının sadece bir kısmı üzerinden onu son derece katı bir İslamcı dünya görüşünün savunucusu olarak ilan edenlere yönelikti. Büyük bir ezberi bozarak, muhafazakar muhayyilede ikame edilen Batılılaşmanın öncü kuşağı II. Mahmut, Tanzimatçılar veya Islahatçılar söylemi yerine II. Abdülhamit’i bunların yerine koyuyordu.  
 
Ona göre II. Abdülhamit’i büyük yapan, İngilizler Mısır’ı, Fransızlar Tunus’u aldıktan sonra siyasetini değiştirmesiydi. Çünkü Sultan Abdülhamit Han işgaller karşısında son derece dinamik bir söylem belirledi. Bu söylemle de dini bir cemaat görünümünde olan Müslüman toplum siyasi bir millet haline dönüştü. Buradaki asıl amaç devleti değil toplumu içeriden birbirlerine sıkı bağlarla bağlayarak güçlendirmekti. Bunun için de akıllıca bir politika ile Pan-İslamizm söylemi yanında yer aldı. Kırım’dan, Kafkasya’dan ve Osmanlı-Rus Harbi sonrası Balkanlar’dan da gelen büyük göç dalgası sonrasında Anadolu’da Türk nüfusu büyük oranda arttı. Abdülhamit, askeri ve ekonomik gücün son derece kötü olduğu böyle bir siyasal iklimde Fransa ve İngiltere gibi dönemin emperyalist işgalcilerini Hilafet meselesi ile tehdit etti. Hilafeti ve İslamcılığı Batılıların işgalleri karşısında politik bir araç olarak öne sürdü. Karpat’a göre Abdülhamit’in bu politikası son derece zekice planlanmıştı çünkü Sultan işgalcilere, siz topraklarımı işgal etmeye devam ederseniz ben de hilafetle tüm Müslüman dünyasını karşınıza dikerim demek istiyordu. 
 
HAYATINDAKİ KIRILMA ANI
 
Batılı güçler tam da böylesi bir direniş karşısında Abdülhamit’i hemen Kızıl Sultan ilan etti. Maalesef bu lakabın da hemen alıcıları türeyiverdi ülkemizde. Oysa Karpat’ın da dediği gibi biz Türklerin üç çeşit tarihi vardır. Bir resmi tarih, iki Avrupalıların yazdığı tarih, bir diğeri ise halkın zihninde kalmış, nesilden nesile aktarılan tarih. Karpat açık bir biçimde ilk ikisini şüpheli bulur ve Abdülhamit’e karşı yapılan bu çirkin yakıştırmanın Batılı tarih yazımındaki bir iftira olduğunu belirtir.    
 
Karpat, Ak Parti iktidarı döneminde Türkiye’nin çok hızlı bir değişim geçirdiğini de söylemektedir. Bu değişimden ümitvar olan Karpat yeni toplumsal yapıyı da Modern Türk Toplumu olarak isimlendirir. Bu isimlendirme de geçen modernlik ne hikmetse her iki cenahı da fazlasıyla rahatsız etmiştir. Bir grup modern kavramını Batılı bir anlam içeriğine sahip olduğu için şiddetle reddetme eğilimi taşır. Diğer grup ise modern kavramına sahip çıkar, bu kavramın kendileri dışında kullanılmasından rahatsız olur... Kemal Karpat her iki grubun düşüncelerini de yok sayarcasına böyle bir isimlendirme ile bence isabet etmiştir. 
 
Karpat’ın yaşamında önemli bir kırılma anı olarak değerlendirdiği, bir olay vardır. Türkiye’de ve dünyada gençlik hareketlerinin şiddetle iç içe geçmeye başladığı 1967 yılında, Karpat’ın İngilizce olarak beş yıl önce yayınlanmış bir eseri Türkçeye çevrilir. Ancak kitap ne sağcılardan ne de solculardan ilgi görür, hatta özellikle bir kısım solcular tarafından boykot edilir. Kitabın yayıncısı Karpat’a kitaplarını “Kimse almıyor” diyerek teslim eder. Karpat evin bir odasına yaklaşık 3 bin kitabı doldurur. Küçük bir çocuk evindeki bir oda dolusu kitabını görünce “Amca bunların hepsini sen mi yazdın?” diye sorar. Bu kitapları Karpat bir yıl sonra bir işportacıya satarak odasını ancak boşaltabilir… 
 
Demek ki usulsüz, yöntemsiz, yorumlamacı yaklaşımlardan uzak, farklı bakış açılarına sahip olmayan dogmatizmle ne yeni Karpatlar ne de yeni Mardinler çıkar. Medeniyet inşası için ilk ve öncelikli olan bağımsız entelektüellerdir. 
@SerkanYorganclr