Kemalist kültürel hegemonya ve yaşam tarzına müdahale söylemi

Doç. Dr. Fahrettin Altun / İstanbul Şehir Ünv. Ö.Ü.
19.10.2013

Yeniden gündeme gelen “yaşam tarzına müdahale” tartışması özellikle kamuda başörtüsü yasağının kaldırılması ile birlikte daha da bariz bir biçimde hissedilen kültürel hegemonya kaybı ile ilgilidir.


Kemalist kültürel hegemonya ve yaşam tarzına müdahale söylemi

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in katıldığı bir televizyon programında kendisine yöneltilen ve kılık kıyafet serbestliğinin sınırlarını sorgulayan bir soruya verdiği cevap bir kere daha “yaşam tarzına müdahale” tartışmalarını ateşledi. Çelik, kılık kıyafet serbestliğinde aşırılıkların yaşanabileceğini belirtmiş ve buna örnek olarak şu cümleleri sarfetmişti: 

Kamusal hegemonya

“Bir hanım aşırı dekolteyle bir yere giderse bu kabul edilebilir mi? Dün merkez medyadan bir kanalda, bir yarışma programı vardı. Sunucu öyle bir kıyafet giymiş ki olmaz böyle kardeşim. ‘Public’ yani umuma açık yayın yapan televizyonlarda kıyafet seçiminin bir hassasiyeti vardır. Kimsenin kıyafetine karıştığımız yok. Aşırı bir gece kıyafetiyle gelip çok seyredilen bir televizyonda sunuculuk yapabilir misin? Bu hoş karşılanır mı? Dünyanın hiçbir yerinde bu hoş karşılanmaz. Hollywood’da bile dozu kaçırdın mı, bu olmadı çok uçuk derler.” 

Çelik’in muhafazakâr bir siyasetçi olarak “kadın”ların kamusal alanda “toplumun egemen değerleri”ne uygun bir tarzda, “aşırıya kaçmadan” giyinmesini doğru bulduğunu ifade etmesi şaşılacak ya da yadırganabilecek bir durum değil. Çelik’in gerek kendisi gerekse de içerisinde yer aldığı parti muhafazakâr bir siyasi pozisyonda konuşlandığını her zaman açıkça ifade etmiştir. Bu pozisyonu ya da bu pozisyondan türeyen birtakım eylemleri yanlış bulmak, eleştirmek başka bir şeydir, söz konusu pozisyon ya da eylemleri kriminalize etmek, gayrı meşru ilan ederek oyun dışı bırakmaya çalışmak başka. 

Nefret suçu nedir?

Çelik’in sözleri medyada dolaşıma girdikten hemen sonra, bahsettiğim ikinci tavrın tartışmalara damgasını vurduğunu, derhal ayıplama refleksinin devreye girdiğini gördük. Çelik’in sözlerinin “nefret suçu” içerdiğini iddia eden gazeteciler bile oldu. Çelik’in sözlerine “nefret suçu” isnad edenlerin temel argümanı, onun dekolte giyen kadınları ötekileştirdiği ve onlara karşı nefret beslediği. (Açıkçası nefret suçundan bahsedebilmek için burada “dekolte giyen kadın” diye bir özcü kategori varsaymak, ona karşı her tür negatif ayrımcılık ve şiddeti meşru göstermeye çalışmak gerekir. Söz konusu olan, “aşırı dekolte giyen bir kadın”ın bir televizyon programında sunuculuk yapıp yapmamasıdır. 

Çelik’in ifade ettiği yaklaşıma göre egemen sosyo-kültürel değerlerin korunması adına “televizyonda program sunan bir kadının aşırı dekolte giymemesi gerekir.” Bu anlayış içerisinde aşırı dekolte giyen bir kadının televizyonda program yapması en fazla bir buğz nedeni olabilir. Dolayısıyla o kişiye mutlak anlamda atfedilecek bir öz ve kendisinden nefret edilecek bir hal yoktur ortada.)

Bunun yanında birçok kişi Çelik’in sözlerine “bu mesele siyasetin konusu değildir” diyerek tepki gösterdi. Bunların arasında kimi AK Partililer de vardı. Avrupa ve Amerika’da pekala siyasetin sınırları içerisinde konuşulabilecek bir konunun siyasetin dışında tutulmak istenmesi, her şeyden önce sahip olduğumuz ve likör-gülsuyu dikotomisine sıkıştırılmış siyasal kültür nedeniyledir. Temsili demokrasinin normal bir biçimde işlediği bir toplumda bir siyasetçinin belirli meseleleri moralist bir noktai nazardan görmesi ve siyasetini bunun üzerine bina etmesi söz konusu olabilir. Muhafazakâr bir siyasetçi ile liberal bir siyasetçiyi birbirinden ayıracak en önemli unsurlardan biri de budur. Feminist pozisyona sahip olan birileri de çıkıp, bu tartışmaların kadınlar üzerinden yapılmasını sorunsallaştırabilir. Fakat, bu durumda ne liberal pozisyonu ne feminist pozisyonu ne de muhafazakâr pozisyonu gayrı meşru ilan etmek kabul edilemez. 

Çelik’in “bir sunucu böyle giyinmemeli” yorumunu siyaseten geçersiz görmek, kriminalize etmek, bu sözleri söyleyeni ayıplamak ve onun konuşmamasını istemek sembolik bir şiddettir. Çelik’in sözleri, ister beğenelim, ister beğenmeyelim siyasi karşılığı olan sözlerdir. AK Parti’nin muhafazakârlığı kendisini pekala böylesi bir noktada da gösterebilir. AK Parti’nin muhafazakârlığını sadece onun değişim hızına indirgemek, “iyi toplum”, “gelenek” ve “ahlak” vurgularını görmezden gelmek, toplum içerisindeki kurum ve faillerin rol ve yapılanmalarına ilişkin düşüncelerini yok saymak romantik bir aldatmacadır. 

Dekolte ve siyaset 

AK Parti’nin demokrat kimliği, uzlaşmacı ve tedrici modernleşmeden yana olan tavrı, onu farklı yaşam tarzlarına saygı gösteren bir konumda tutmaktadır. Bununla birlikte, AK Parti’yi siyaseten piri fani ilan etmeye çalışmak, saygı gösterdiğini ifade ettiği yaşam tarzlarını kutsamaya, daha fazla görünür hale gelmeleri için ortam sağlamaya icbar etmek ve irtica mitini yeniden dolaşıma sokmak suretiyle atacağı adımları gizli ajandasına matuf gayrı meşru adımlar olarak yansıtmak en hafif deyimiyle ideolojik bir tutumdur. 

İrtica miti ekseninde üretilen “yaşam tarzına müdahale” söylemi, Refah Partisi’nin iktidara geldiği ilk günlerden itibaren siyasal hayatımızın hatırı sayılır tabularından birine dönüşmüş ve farklı form ve tarzlarda da olsa varlığını bugüne kadar korumayı başarmıştır. AK Parti iktidara geldiği günden bu yana sürekli “yaşam tarzına müdahale” nokta-i nazarından imtihana tabii tutuldu. Bu süreçte sadece uyguladığı politikalar değil, aynı zamanda yönetici kadrosunun ifade ve beyanları mercek altına alındı. 

Metafiziğini 1930’ların Kemalist, Cumhuriyetçi, Türkçü ve sekülarist ahkamından tevarüs eden, kimilerinin ‘beyaz Türk’ dediği, en temelde 1980 sonrası açılan ekonomik fırsat alanlarından istifade eden yeni orta sınıf, yaşam tarzına müdahale söylemini üreten ve yaygınlaştıran ana unsur oldu. Televizyon programlarında, köşe yazılarında, üniversite kürsülerinde, yurt dışı konuşmalarında “tehdit altındaki yaşam biçimleri” üzerine pek çok kelam edildi. Her ne kadar AK Parti iktidarının yarattığı istikrar ortamı, bütün toplum kesimlerinden çok daha önce Türk burjuvazisine ve yeni orta sınıfa yaramışsa da, içerisine düşülen ideolojik kayıp hissi, kültürel alandaki hegemonyayı koruma arzusunu kamçılamıştır. 

Ekonominin dünya pazarına açıldığı, ithal-ikameci ekonomi politikalarının terk edildiği, para dolaşımının devlet kontrolünden çıktığı, dış ticaret rejiminin liberalleştiği 1980’lerle birlikte gündelik hayatı çeşitlenen, Rıfat Bali’nin deyişiyle renklenen ve Amerikanlaşan yeni orta sınıf, yeni kent ve tüketim kültürü içerisinde gündelik hayatı ve yaşam biçimini iyi şarap, iyi yemek, iyi puro, güzel mekan ve güzel kadın tüketmekle özdeş gördü. (Güzel kadın dedim, çünkü o dünya önce erkeklerin dünyasıydı).

Müdahalecilik... 

Kemalist elitin ve yeni orta sınıfın elinde tutmak için binbir gayret sarfettiği kültürel hegemonya, 2000 sonrasında “gündelik hayata müdahale söylemi” aracılığıyla kendisine bir koruma kalkanı oluşturmaya çalıştı. Bu, tepeden inme politikalarla, nasıl konuşulacağından, ne dinleneceğine, nasıl giyinileceğinden, ne okunacağına varıncaya kadar gündelik yaşamın her boyutunu disipline etmeye, tek-tip bir yaşam tarzı dayatarak hükmetmeye çalışan Kemalist devlet aygıtının sağladığı imkanlardan yararlanarak çeşitli avantajlar elde eden, siyasal, toplumsal, kültürel ve entelektüel sermaye biriktiren bir kesimin kültürel hegemonyasıdır. Bu kesim, kamusal hayatın yeni yüzlerini, onların görünme biçim ve sıklıklarını kendi kültürel hegemonyaları açısından bir tehdit olarak görmüş ve bu yeni yüzlerin kültürel taleplerini yaşam tarzına müdahale olarak yansıtmıştır.

AK Parti iktidarı giderek 1990’ların siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel alanlardaki müesses nizamlarına karşı bir meydan okumaya dönüşmüştür. AK Parti iktidarı, farklı toplum kesimleri için yeni kültürel hegemonya alanları oluşturmuş, yeni gündelik yaşam tarzlarının kent mekanlarına ve kamusal alanlara taşınmasına vesile olmuştur. Böylelikle, 90’ların yeni orta sınıfının temsil ettiği ve geleneksel medya ağları üzerinden taşınan tek tip yaşam tarzı hegemonyasını yitirmiş, gerçek anlamda “farklı yaşam tarzları”ndan bahsedilebilir hale gelinmiştir. 

Bu çerçevede geçtiğimiz günlerde yeniden gündeme gelen “yaşam tarzına müdahale” tartışması özellikle kamuda başörtüsü yasağının kaldırılması ile birlikte daha da bariz bir biçimde hissedilen kültürel hegemonya kaybı ile ilgilidir. AK Parti iktidarının, belirli bir yaşam tarzı adına devlet imkanlarını kullanarak 1990’ların yeni orta sınıfının temsiliyetindeki yaşam tarzına müdahalede bulunmadığı ve bu yönde bugüne kadar hiçbir adımının söz konusu olmadığı açıktır. Ne var ki, devlet imkanlarını kullanarak insanlara tek-tip bir yaşam dayatmak farklı bir şeydir, bir siyasi parti mensubunun “yaşam tarzları” hakkında konuşması, durduğu noktadan yorum yapması farklı. Korku ve mitler nedeniyle susmaya zorlanan siyasal aktörlerin varlığı, toplumdaki siyasal tercihlerin daha rasyonel zeminlerde temsil edilebilmesinin önündeki en büyük engellerden biridir. 

[email protected]