Kemalizmin restorasyonu ve cemaatler

Ercan Yıldırım / Yazar
8.10.2016

Kemalizm her darbeyle yeni bir statüko kurdu, yeni bir restorasyon sürecine girdi. Darbeler yeni kadrolar, yeni siyaset, yeni iktisadi düzen, yeni din anlayışı getirdi. 27 Mayıs ve sonrasında her darbe Atatürkçülüğü, laikliği gerekçe gösterdi; cemaatlerin etkinlikleri üzerinden, siyasi taleplere bağlı olarak laiklik meşruiyet kazandı, güncellendi.


Kemalizmin restorasyonu ve cemaatler

Suç sadece günümüzün küresel kültürü ile düşünen bireylerinin, aydınlarının değil. 27 Mayıs rejiminin ortaya çıkardığı yeni statüko, yeni dengeler, yeni kadrolar, yeni iktisadi ve siyasi yapı nedeniyle tasavvuf ve tarikatlarla cemaatler aynı zannediliyor. Belki de kasıtlı olarak aynılaştırılmaya çalışılıyor.

Kemalizm, imparatorluk ideolojisi İslamcılığın en önemli eleştirilerinden biri olan tasavvuf ekollerinin, tarikatların, tekkelerin bozulduğu, miskin yuvasına dönüştüğü, çalışmayı teşvik edecek yerde tembelliğe ittiği dolayısıyla İslam dünyasının geri kalmasının en önemli müsebbibinin bu yapılar olduğu fikrini kendi “gerçek İslam” algısının içine yerleştirdi. Kemalistler Müslümanları çağın gerisinde bırakan İslam anlayışının hatalı, “örümcek kafalı” olduğunu belirterek yaptıkları reformlarla asıl İslam’ı kendilerinin getirdiğini iddia etti. Kemalizm Nakşiliği düşman olarak gördü; tekkeleri, tarikat yapılarını, onun her türlü kültürünü tehdit olarak algıladı. Ne kadar yasaklansa da tarikat ve tasavvuf ekolleri İslam’ın “dip akıntı” olarak millet uhdesinde devam etmesini sağlayan en bariz güç oldu.

27 Mayıs rejimi Amerikan dünya sistemine bağlı olduğu için Cihan Harbi’nden sonra Türkiye’de başlayan dini serbestlikleri sürdürdü. Radikal modernleşmeye karşın milletin dinine sadakati karşısında teslim olmak zorunda kaldı ama bütün faturayı da “geleneksel İslam”a kesti. Milletin dini algısının devamlılığını tarikatların, tasavvufi kültürün güçlülüğüyle irtibatlandırdılar.

Kemalizm aynen İslamcılık gibi hurafe ve bidatlara savaş açtı ama 27 yıllık baskı döneminde İslam’ı demokratlara kadar getiren büyük oranda “halk İslamı” oldu.

Cemaatlerin yükselişi

27 Mayıs, Amerikan dünya sisteminin yöntemi olarak “yasaklamaya” değil, “denetimli serbestliğe/yönlendirme”ye gitti. Geleneksel İslam’ı kıracak yeni açılımlar yapıldı. Pakistan, Mısır, Cezayir sonrasında İran eksenli Müslümanların eserler çevrildikçe geleneksel İslam düşmanlığı farklı bir cephede entelektüel arayış içindeki köyden gelip şehirleşmeye çalışan gençleri tesirine almaya başladı. Artık geleneksel yapıların yerine modern, kentli, kapitalizme açık, medeniyet algısına cevap verebilecek yeni oluşumlara gidildi.

Cemaat yapılarının bir ayağında sadece İslami kesimi değil milliyetçi, muhafazakar ve belki de en fazla sosyalistleri kanalize edecek, ayrıştıracak, bölecek anlayış vardı. 27 Mayıs rejimi sosyalizmi destekler görünse de sosyalizmi marjinalleştirecek pek çok fraksiyonun temellerini attı, tohumlarını serpti. Aynı şekilde İslami kesimde de benzer yönelimler gelişti. Demokratların iktidarından itibaren DP’yi destekleyen ya da ona muhalefet eden grupların hemen hepsi birer ekol olarak cemaatleşti, sonraki dönemlerde “tüzel kişilik” halini aldı. Cemaat yapıları bir yönüyle siyasetin, dünya sisteminin yeni doktrinine uygun olarak teşekkül edip organize olurken öbür tarafıyla meşruiyetini köyden kente göçte buldu. Hemşehri dernekleri başta olmak üzere günümüze kadar bir birey pek çok cemaat içinde kendini ifade edebilmekte hatta kimlik bulmak iddiasını gütmektedir. İslami cemaatler kavramını illa tasavvuf ve tarikatlara bağlamaya meraklı ve elbette kök bulmaya çırpınan kesimler, cemaatlerin seküler, laik, modern “yarıklar”dan sızdığını, sızdırıldığını hatta imal ve icat edildiğini gözlerden kaçırmak istiyor.

Tasavvuf ve tarikatların gittikçe gerilemesine, kendini yenileyememelerine, arkaik görülmelerine rağmen cemaatlerin sadece millet nezdinde değil devlet ve zinde güçler açısından da iltifat görmesi, muhatap kabul edilmesi “geleneksel İslam”a mugayir meşruiyet zeminlerinden dolayıdır. Cemaatler radikal modernleşmeyi savunan katı, şahin, at gözlüklü Kemalistlerin tersine mutedil ve “rasyonel” Kemalist elit ve devlet aklı açısından Müslümanları daha sorunsuz, tepkisiz, gönüllü ve hatta talepkâr hale getirerek sorunsuz modernleşmeyi sağlama tarafında oldu. DP döneminde nüvelenen pek çok cemaat, 27 Mayıs’tan sonra büyüdü, güçlendi hatta bölünerek farklı cemaatlere açıldı; tarikatlarda olduğu gibi silsile, kaynak, doktrin kaygısı gütmeden dünya sisteminin cari iktisadi ve siyasi belirlemelerine göre tavır aldı.

Cemaat, siyaset, kariyerizm

Cemaatler dini ekoller değil siyasi yapılardır. Cemaatler, dindarlaşmayı, İslamlaşmayı değil dindarların, Müslümanların siyasi, sosyal, kültürel taleplerini, iddialarını, dayanışmalarını sağlar, talep eder. Baskı güçleridir, dayanışmaya, farklı kimliklerden bile olsa yardımlaşmaya ağırlık verir, uhrevi değil dünyevi talepleri karşılar cemaat yapıları. Modern cemaat örgütlenmeleri dini, kültürel, sosyal olabilir; Kemalist cemaatler, beyaz Türklerin cemaati ve kendi içlerindeki itikadi ve sınıfsal cemaatleri, sosyal medya, müzik, gençlik örgütlenmelerine dayalı cemaatler sosyolojik olarak cemaat olgusunu karşılayacak çoğulculuktadır.

Cemaatler bir yönüyle dayanışma ve yardımlaşma organizasyonları iken öteki taraftan katı kurallı, kulüp, çete, şebeke, kadrolaşma hareketi olabilir. Cemaatleşme büyük oranda teşkilatlanma demektir. Teşkilat ise başka cemaatlere karşı kendini güvenceye alma kadar devlette muhatap bulup kendi grup çıkarlarını siyasi planda ifade edebilmeye dayanır. Haliyle tüzel kişilik, sivil toplum kuruluşu oldukça cemaatler kuruluş felsefesini daha iyi yerine getirebilir. Bilhassa 70’lerden sonra hassaten neoliberalizmin Türkiye’ye girdiği 12 Eylül ile birlikte cemaatler çok daha siyasi, çok daha iktisadi güç merkezlerine dönüştü, devlet destekledi, cemaatler öteki muadillerini geride bırakma adına seküler, dünyevi ne imkanlar varsa hepsini bünyelerine taşıdı. Cemaat kavramı zaten “ortak ideal”den çok “amaç birliği”dir. Kariyerizmdir büyük oranda; devlet ve kamuda yer alabilmek için referans halini almıştır. FETÖ bu açıdan cemaat kavramının tüm yönlerini karşılamıştı, FETÖ’ye dahil olanların bir kısmı bu kariyerizmi öne çeken isimlerden oluşuyordu. 90’larda sivil toplum kuruluşlarının pek çoğu, iktidar yıllarında ortaya çıkanlar küçük çaplı cemaat kimliklerini bu kariyerizme oturttu.

Türkiye’de Müslümanlar radikal modernleşmeden, Kemalizm’den kaçmak, kendilerine bir alan açmak için teşvik edilen cemaat yapılarının imkanlarını sonuna kadar kullandı. Tasavvuf ekolleri ve tarikatların gözetim, denetim ve baskı altındaki karakteri, kendilerini “güncelleyememeleri” nedeniyle geleneksel yapıdaki organizasyonlar yerlerini cemaat - tarikat arası yeni vülgarize yapılara bıraktı. Şehirleşen dindar - Müslüman bireyler tarikatlardan çok meslekleriyle de irtibatlı bu cemaatleri önemsedi.

Zühd, takva, dünya cenneti

Cemaat siyasal bir yapı olarak hem dini bazı yükümlülüklerin yerine getirilmesini hem siyasal alanda “hizmet” edilmesini sağlıyordu. Cemaat siyasal yapı olduğu için bireylerin şehirdeki, modern hayattaki ihtiyaçlarını bütünüyle karşılıyordu. En başta seküler kamusal hayata, kapitalist iktisadi ilişkilere, maddi medeniyetin gündelik hayatına yönelik sağlam, kullanışlı fetvaları vardı. Cemaatler kapitalist dünya sistemiyle, Amerikan yöntemleriyle, küresel medeniyetin kültürüyle uyumlu yaşayabilecek bir dindarlığı inşa etme vaadi taşıyordu. Bireyler bu vaadin çekiciliğine kapıldı. Cemaatler 12 Eylül sonrasında devletin sivil toplum kuruluşlarına desteğine paralel olarak kamuya girdi, kapitalist iktisadi sahaya oturdu, şirket ve banka kültürünü sonuna kadar içselleştirdi.

27 Mayıs tarikat ve tasavvuf eksenli geleneksel İslam’ın önünü kesip cemaatlere yol verirken 12 Eylül, cemaatleri sistemin tam göbeğine yerleştirdi, kamulaştırdı, devletleştirdi, kapitalistleştirdi. Batının kültürünü değil tekniğini almak isteyen Müslümanlar aradıkları ortamı, meşruiyet sahasını buldu ve sonuna kadar kullanmaktan imtina etmedi. Oysa tarikat ve tasavvuf maddi medeniyete dahil olmaktan kaçanların sığınağıydı. Parasıyla, ilmiyle, şöhretiyle dindarlığı birleştirmek isteyenleri hoş görmez 40 yıl odun taşıtır, eğri büğrü odunları düzelttirip yaktırır, yok ettirir, rahat rahat ısınmasına izin vermezdi.

Tarikatlar dünyadan, dünyalık olandan Allah’a sığınanları kabul ederdi; cemaatler tam tersine dünyada kök salmak, ötekiler gibi dünyayı mutlak sayıp buradan gitmeyeceklerini düşünen küffar gibi dünya cenneti inşa etmek isteyenleri kabul etti. Zühd, takva, bir lokma bir hırka diyenleri dışladı, “tekkeye itti”; “bin lokma bin hırka” diyenler büyük iş adamı kuruluşlarının gölgesine sığındı. Cemaat içi ilişkilerle, servetlerine servet, kariyerlerine kariyer eklediler.  Dünyevi ortamdan sıyrılmak isteyenler tekkeye odun taşımayı göze alırken cemaatlerin en parlak, en acar dolayısıyla en “mücahit” olanları heva ve hevesleriyle gözünü budaktan ayırmayan, şirketleri borsada yükselten, en büyük hizmet binaları dikenler oldu. Dönem değişir cemaatlerin biri iner biri çıkar ama tasavvuf ve tarikat hala yerinde kalır.

Kemalizm her darbeyle yeni bir statüko kurdu, yeni bir restorasyon sürecine girdi. Darbeler yeni kadrolar, yeni siyaset, yeni iktisadi düzen, yeni din anlayışı getirdi. 27 Mayıs ve sonrasında her darbe Atatürkçülüğü, laikliği gerekçe gösterdi; cemaatlerin etkinlikleri üzerinden, siyasi taleplere bağlı olarak laiklik meşruiyet kazandı, güncellendi. Her bir cemaatin halledilmesi, ekolün defterinin dürülmesi yeni bir restorasyon dalgasının gerekçesi oldu. Cemaatler öncelikle Demokrat Parti sonrasında büyük oranda 27 Mayıs ile dini muhalefetin bırakılıp siyasi taleplerin ve muhalefetin öne çıkmasıyla doğdu. Cumhuriyet eliti geleneksel İslam’ı basit hurafe ve bidatlara sıkıştırıp değersizleştirerek gerçek muhalefetin önüne geçerken her dönemde bir veya bir kaç cemaati güçlendirip gözden düşürerek restorasyonunu, rehabilitasyonunu sağlamaya devam ediyor.

[email protected]