Kendi kaderini tayin hakkı ve özerklik

Numan İ. Ayvaz / Münih Üniversitesi Hukuk Fakültesi
16.04.2016

“Kendi kaderini tâyin etme hakkından” dolaylı olarak oluşan özerklik hakkının hiçbir sûretle mutlak ve sarih bir hak olduğu iddia edilemez. Bu kavram kolayca dillendirilmesinin aksine hayata geçirilmesi gayet külfetli ve uygunsuzdur. Nitekim PKK’nın hangi halkı temsil ettiği bile bir muammayken, Türkiye’deki bütün etnik unsurlar birbiriyle ailevî, kültürel ve dinî bağlar yönünden kaynaşmış ve eriyip bir bütün olmuşken hangi farklı halklardan bahsetmeye kalkışabiliriz ki.


Kendi kaderini tayin hakkı ve özerklik

Son altı ayda yayınlanan siyaset muhtevalı makalelerde veya televizyondaki açık oturumlarda birçok kişinin hemfikir olduğu tek nokta Bölücü Terör Örgütü’nün uluslararası siyaseti ve uluslararası hukuku esaslı bir şekilde takip edebildiği, bu yönde hacimli tahliler yapabildiği ve en nihayetinde de batıl davası uğrunda kendisine fayda sağlayabilecek çıkarımlarda bulunabildiği hakikatidir. Aynı şekilde 7 Haziran’dan itibaren örgüt tarafından izlenen taktik ve strateji bu tezi adeta tasdik eder mahiyettedir. Bu bağlamda bilhassa vurgulanması gerektiğini düşündüğüm husus örgütün şehirlere yönelik icra ettiği terör saldırıları ve bu saldırıların büyük nispette ‘’sadece’’ askerî hedeflere yönelik olması gerçeğidir. Zira uluslararası arenada PKK’nın tanınmasının şartlarından bazıları da bunu gerektirmektedir. Fakat burada başka bir husus üzerinde duracağız. Bilindiği gibi, geçtiğimiz hafta PKK’ya yakınlığıyla bilinen bir iletişim aracına aynı örgütün yöneticelerinden birinin verdiği beyanat, ajanslar vasıtasıyla kamuoyuna duyurulmuştu. Söz konusu kişi 215 askerî personeli, 133 polis memurunu ve 7 koruyucuyu şehit ettikten ve Güneydoğu’daki müteaddit yerleşim bölgelerini yaşanmaz hale getirdikten sonra örgütün şehirlere girmiş olmasını bir hata olarak nitelemiştir. İlgili şahıs bu cüretkârlık ve arsızlıkla da yetinmeyip terör saldırılarının durmasını Öcalan’ın serbest bırakılması ve özerklik kaydına ve şartına bağlayarak muazzam bir edepsizlikte de bulunabilmiştir.

Beynelmilel kurallar

Bütün öfkemizi ve kızgınlığımızı bir kenara bırakıp öne sürülen iki ön koşulu nesnel ve bilimsel açıdan mercek altına aldığımız zaman önümüzde belirlenecek olan tablo birçok ilginç unsuru göz önüne serecektir. Öcalan’ın zaten imkan ve ihtimal dahilinde bulunmayan, iç hukukla alakadar olan tahliye talebini bir tarafa koyarsak diğer konunun, yani “özerklik” meselesinin sadece ve sadece beynelmilel kurallara taalluk ettiğini, yani yalnızca uluslararası hukukla ilişkili olduğunu müşahede edebileceğiz.

Bu münasebetle özerklik kavramının hukukî vasıf ve mahiyetinden ve onu diğer mefhumlardan ayıran hususiyetlerinden haberdar olmak lazım gelir. Hiç olmazsa hukuk ve sosyal bilimler alanında tahsil görenler veya aydınların bu tür bilgilere temelden vâkıf olmaları gerekir. Zira terörle mücadele ettiğini iddia eden bir devletin her daim ve her açıdan teyyakkuzda bulunması icap eder. Yoksa örgün eğitimden uzak bulunmalarına rağmen bu tür karmaşık hukuk terimlerinden haberi olanlarla ve hatta bunları terör odaklı emellerine alet edenlerle başka türlü nasıl mücadele edilebilir? Bu sebeple fazla detaya girmeden somut ve genel hatlarıyla uluslararası hukuk açısından özerklik mevzuuna açıklık getirilmesini uygun buluyorum. Peki esas itibariyle nedir bu özerklik, ve uluslararası mecrada yeri, ehemmiyeti tam olarak neresidir ve ne ölçüdedir? Uluslararası hukuk diye tabir ettiğimiz o malum kavramı, çağdaş bir bakış açısıyla târif ettiğimiz takdirde; devletlerin, uluslararası kuruluşların, yer yer bireylerin ve de ‘’halkların’’ kendi hakları ve aralarındaki hukukî irtibat ve münasebetleri saptayan, bunları tanzim eden bir hukuk dalı olduğunu görmekteyiz. Söz konusu hukuk dalının kaynaklarını ise iç hukuktan alışkın olduğumuz kanunlar yerine Uluslararası Adalet Divanı Statüsü uyarınca uluslararası antlaşmalar, devletlerarası örf, âdet ve teâmül kuralları ve beynelmilel hukuk ilkeleri teşkil eder.

Buna göre, özerkliğin sözü hiçbir hukukî kaynakta doğrudan doğruya geçmese dahi, kendisine dolaylı bir şekilde ‘’bütün halkların kendi kaderlerini tâyin etme hakkı’’ çerçevesinde bir yer biçilir. Diğer bir tabirle self-determinasyon olarak da zikredilen bu ilke, Birleşmiş Milletler çatısı altında imzalanan ve Türkiye’nin de taraf olduğu Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’de bir hak olarak yerini korur. Aynı şekilde Lahey’de bulunan Uluslararası Adalet Divanı da Doğu-Timor davasında ve Filistin’deki duvara ilişkin danışma görüşünde söz konusu hakkın örf ve âdet hukuku açısından geçerliliğine işaret eder.

Halk tam olarak neyi ifade eder?

Peki, ‘’bütün halkların kendi kaderlerini tâyin etme hakkı’’ sahiden özerkliği de içerir mi? Ancak bu soruya açıklık getirmeden önce altını çizmemiz gereken husus, uluslararası hukuk açısından bir ‘’halkın’’ tam olarak neyi ifade ettiği meselesidir. Bu tanımı yapabilmek için genel olarak bazı kriterlere başvurmak gerekmektedir. Buna göre bir topluluğun ortak tarihi, kültürel homojenliği, ortak dili, dinî birlikteliği, millî kimliği, ülkeye bağlılığı ve benzeri diğer emareler bir halkın mevcudiyetine işaret etmektedir. Aslına bakılırsa sözünü ettiğimiz self-determinasyon eğilimi ve fikri 1960’lı yıllardan itibaren başlayan sömürgesizleştirilme hareketleri çerçevesinde oluşmuştur. Fakat bu tarihî olgu bahse konu self-determinasyon hakkına günümüzde farklı bağlamlarda da başvurulmayacağı anlamını taşımamaktadır. Somut olarak self-determinasyon ilkesinden hangi hukukî neticenin doğduğu ise ilk ağızda kolayca cevaplanabilecek ayan beyan bir sual değildir. Mesela bu ilke, sömürge durumundan çıkarılma hususunda sömürgeci devletten ayrılma hakkını şeksiz ve şüphesiz bir biçimde içerir ve amaçlar. Oysaki modern ve üniter devletler bağlamında bu ilkenin içeriği bu kadar da sarih ve tartışmasız değildir. Bundan dolayı uluslararası hukuk, ‘’kendi kaderini tâyin etme hakkını’’ iç ve dış self-determinasyon hakkı diye ikiye ayırmaktadır. Dış self-determinasyon hakkı, genel olarak bir halkın kendi anavatanından ayrılmasına izin verdiği için uluslararası hukukta daha ağır basan devletlerin toprak bütünlüğü ve egemenliği prensibini ihlale sebebiyet vereceğinden büyük ölçüde uluslararası camia tarafından kabul görmez. Fakat içe dönük self-determinasyon hakkı ise ulusal siyasete katılımı amaçlayan; kültürel, ekonomik ve sosyal gelişim haklarından tutun özerkliğe kadar giden geniş ve kapsamlı bir yelpazeyi içerir. Dolayısıyla, uluslararası hukuk bakımından özerklik olarak tanımlanan olgu, asla asgarî bir demokratik standart olarak algılanmamıştır. Özerkliğin bu çerçevede maksimumu temsil ettiğinden ötürü hayata geçirilmesi de hiç hafife alınmaması gerekir. Zira bu hakkın sahibi bir birey veya bir devlet değildir. Aksine belirlenmesi de sınırlandırılması da son derece güç olan büsbütün bir topluluğa tanınan bir haktır. Böyle bir hak grup hakkı olduğundan yalnızca referandum yoluyla uygulaması icap olunur ki bu da birtakım fiilî ve fizikî zorluklara gebedir.

Eşit vatandaşlık ilkesi

Böylelikle ‘’kendi kaderini tâyin etme hakkından’’ dolaylı olarak oluşan özerklik hakkının hiçbir sûretle mutlak ve sarih bir hak olduğu iddia edilemez. Gerek dolaylı tabiatı gerekse aşikar olmayan içeriği nedeniyle özerklik kavramı kolayca dillendirlmesinin aksine hayata geçirilmesi gayet külfetli olduğu gibi bir o kadar da yakışıksız ve uygunsuzdur. Nitekim PKK’nın hangi halkı temsil ettiği bile bir muammayken, Türkiye’deki bütün etnik unsurlar birbiriyle ailevî, kültürel ve dinî bağlar yönünden kaynaşmış ve eriyip bir bütün olmuşken hangi farklı halklardan bahsetmeye kalkışabiliriz ki.

Bu nedenle demokratik devletlere uygunluk arzeden çözüm önerilerine yoğunlaşılması gerekecek ve siyasî katılıma odaklanılması elzem olacaktır. Bu bağlamda eşit vatandaşlık ilkesine dayanan demokratik tedbirlere devam edilemesi gerekmektedir. Zaten son 13 yılda elde edilen kazanımlara dikkatle ve geriye doğru mukayeseyle bakıldığında bu yönde alınmış olunan önlemlerin ileriye dönük pek münasip  misaller teşkil edebileceği görülecektir. Bu halde, terörün durması için öne sürülen ön koşulların olasılığı sıfıra yakınlığından dolayı, bunlar topu taca atmaktan ve madrabazlıktan ziyade hiçbirşeyi ifade etmemektedir.

[email protected]