Kendi kuyusunu kazan roman

Yrd. Doç. Dr. M. Murat Özkul / Sosyolog, Balıkesir Üniversitesi
5.03.2016

‘Türk romanı’ yazmak istemeyen Euro-Türk’ün, ‘roman’ yazayım derken nereye sürüklendiğine ve kendi kuyusunu nasıl kazdığına yakından bakalım. Avrupai düşüncenin ele geçirdiği aydın zihniyetinin sergilendiği romanda Orhan Pamuk’un ‘kızıl’a çalan ‘kırmızı’yı hayatımızdan çıkarmamak için çok büyük bir gayretin içine girdiğini müşahede ediyoruz.


Kendi kuyusunu kazan roman

Yetim kalan ve toplumunu yetim bırakan önemli bir kitle toplumun özü diyebileceğimiz aydınlardır. Batı’da sanayi devrimi ile birlikte konumunu korumaya çalışan aydın, tercihini mavi yakalılar yerine güçlü burjuva sınıfından yana koyunca aydın-toplum ilişkileri Batı’da kesintiye uğramıştır. Bizde ise Tanzimat’la beraber başlamıştır. Osmanlı son dönem aydınını ve Cumhuriyet aydınını birbirine yaklaştıran şey taklitçilikleri, suçlamacı tavırları, güçlünün yanında saf tutmaları, muhafazakar olmayışları, eskinin karşısında yer almaları, 19. yüzyıl materyalist felsefesiyle şartlanmış olmaları, ‘aydın’ sıfatı taşıyan bir meslek olmadığından yoksulluk ve sıkıntıya karşı dayanıksız olmaları, kavramlarla oynamayı sevmeleri, iktidarlarını koruyabilmek adına her türlü iktidarla aralarına mesafe koyamamaları nedeniyle aydın despotizmini ve aydın ihanetini sıkça toplumlarına yaşatmalarıdır. Bu nedenle de zannedildiğinin aksine aydın ve toplum arasındaki organik bağ zayıflamıştır.

Çabuk satan: Euro-Türk!

Bu girizgahı yaptıktan sonra ‘Türk romanı’ yazmak istemeyen Euro-Türk’ ün, ‘roman’ yazayım derken nereye sürüklendiğini ve kendi kuyusunu nasıl kazdığını daha yakından görelim.

Avrupai düşüncenin ele geçirdiği aydın zihniyetinin sergilendiği çalışmalardan biri Şubat ayı başında raflardaki yerini aldı. Gerçekten kırmızının çok yakıştığı bir yazara ait kalemden çıkan Avrupai ruh, yeni bedenine kavuştu.

Yazar her ne kadar modernliğin sınırları içinde kalarak post-modernliğin menfi etkilerinin üzerine yapışmasını istemese de hikayeler anlatarak post-modernlerin akıl oyunlarına girdiğine, kızıl nostalji yaptığına şahit oluyor ve ‘kızıl’a çalan ‘kırmızı’yı hayatımızdan çıkarmamak için çok büyük bir gayretin içine girdiğini müşahede ediyoruz.

Her ne kadar, 80 sonrası dönemin popüler kültür ortamında gerileyen enternasyonelin bitmediğini göstermek için ideolojik ıslıklar çalmaya ve naralar atmaya devam etse de kapitalist hayat tarzına ‘hayır’ diyememiştir. Nihai hedef olarak kapitalist değerlerin yücelttiği para, itibar ve başarıyı esas almıştır. Daha bölgesel, dar halkalarda hayatın yeni zevklerini keşfedip küçük burjuva yaşam tarzına önce itaat etmiş, sonrasında da bunu canı gönülden benimsemiştir.

Masumiyet içeren müze ve yurtdışı gezileri, sevgiliye duyulan sevda, ideolojik davanın önüne geçerek devrimciliği eritmektedir. Yeni sığınak ise, kitabın satır aralarına sıkışmış sağlı- sollu bilgi notlarıdır. Kitabın sonlarında; halk tiyatrosunun devrimci üyeleri başlarına dert açmak istemediklerinden oyunlardaki konuları değiştirdiğini itiraf etmektedir. Başka bir yerde ise, solculuk ve sosyalistlik heyecanının bittiğinden bahsetmektedir. Fakat, hareketin sembol isimleri her şeye rağmen kitapta unutulmamıştır; Deniz Kitabevi gibi.

Çağrışımı kuvvetli kavramlara başvurulmuştur; romanın akışı içinde, kapitalizm karşıtı 1970 ve 1980 askeri darbesi arasında Anadolu’yu dolaşan devrimci halkın gezici tiyatro kumpanyalarını sürdürmeye çalışmasını bilgi notu olarak vermektedir. Batı’daki oyun metinlerinde; trajedilere mahkum kırmızı saçlı kadının adil olamayan babaya (sert devlet,) karşı esrarengiz, öfkeli, kavgacı, huysuz olarak tanımlanması; evladına yani vatandaşına iyi davranmayan devlet babanın despotik hallerini hatırlatan imgeler ve semboller de romana serpiştirilmiştir.

Sapkınlık kaderimiz mi?

Yazara göre, baba ile olmadığı gibi babasız da yaşayamadığımızı itiraf etmemiz gerekmektedir. Babasız yaşam olmaz. Bireyliğimizi engellese de baba hayatımızda vardır. İşte kitaptan baba türleri: Devlet baba, Allah baba, Paşa baba Mafya babası.

Bu saydıklarımıza ilaveten romana kişi olarak girmiş baba tipolojileri vardır: Sol-siyasi babanın ahlaki niteliklerini taşıyan Akın Baba ve şefkatli, dini hikayeler anlatan, buyurgan, itaat bekleyen Mahmut Usta. Kitabın iç seslerinden biri olan Cem ise zengin bir babayı temsil etmektedir.

Kitap, yıl boyunca toplumsal hafızamızın alışması ve hatırdan çıkarmaması gereken klasikleşmiş ve Batılı ülkelerde ve bizde müşterisi olan moda kavramlara yeterince yer vermiştir. Örneğin baba-oğul düşmanlığı, gelinleriyle beraber olan kayınpederler, efsaneler hep birlikte aynı şeyi vurgulamaktadır: Euro-Türk göre, toplumda bu durumlar patolojik olmaktan çıkmış normal hale gelmiştir. Bunlar, kitap yazarının hayal ürünü değildir. O, bizi yazmaktadır. Bunlar toplumsal yapının ürettiği şeylerdir. Doğu’dan Batı’ya (İranlı Rüstem ve BatıIı Freud) ademin sosyal gerçekliği benzeri hikayelerle doluyken yazar ahlaksızlıkla suçlanmamalıdır. Kitap, sapkınlık olarak nitelendirilecek hikayelerin her birimizin kaçamadığı kaderi olduğunu işlemektedir. Yine kitapta, gazetelerin üçüncü sayfa haberlerini süsleyen yasak ilişkiler ve ölüme giden baba-oğul geçimsizliği gibi az sayıdaki hikayenin sıklıkla yaşandığını ispat etmeye çalışan aşırılıklara yer verilmiştir. Ayrıca, müstehcenlik: mastürbasyon, yasak ilişki girdabındaki dede ve baba ve torun tasvirleri romanın zaman zaman sıkıcı hale gelen hikayelerinin arasına ustalıkla yerleştirilmiştir.

Rakı ve liseli genç... En hayasız ve toplumun kabul etmeyeceği türden davranışları lise çağındaki bir gence alkollüyken yaptırması ödüllü yazarın başarılarındandır (!). Kitapta; dine ve topluma mugayir halleri örten ve bilincin zayıfladığı anlarda sorumluluğu üzerinden düşen biçare bireye yardım eden iki koltuk değneği olarak alkol ve kanın deli aktığı dönem kullanılmıştır.

Roman arası reklamları

Ustalık gerektiren bir başka alan, ürün yerleştirmedir: Aygaz ve Coca-Cola bunlardan sadece ikisidir. Masumiyet Müzesi’ne para ile girilmesi gibi yazarı başka dillerde okuyanların İstanbul’a geldiklerinde romanla ilgili sürebilecekleri izler de sayfaların arasına yerleştirilmiştir.

Geçmişte, yazarın yaptığı ilk siyasi açıklamayla kendi ülke kamuoyunda hoş karşılanmamış ama Faustyen bir alışverişle çok sevdiği Avrupai kimliği tescillenmişti. Avrupai ödülü karşılığında yaptığı siyasi açıklamayla halkının tepkisini çeken yazar, bu konuyla ilgili atıfları sürdürmeyi ihmal etmemiş: Cumhuriyet ve Atatürk ile birlikte kıymeti bilinemeyen Ermeni ustaları bir cümleyle dahi olsa anmıştır. Yine bir cümleyle Avrupa’nın sempatik bulduğu Kürt ve sol kavram çifti kitabın bir köşesine sıkıştırılarak kullanılmıştır.

Çift anlamlı, şifreli/mecazlı kavram ve tarihler: 1985, 86, 1997 ve sonrasını anlatan ‘son otuz yıl’... 1985, yıl olarak geçmiyor. “1986 yazından bir yıl önceydi” tarzı ifadelerin gerçek hayattaki takvim karşılıklarına baktığınızda; TRT gibi resmi kurumlarda anı, devrim, özgürlük gibi bazı kelimelerin kullanılmasına yasak getirildiğini görürsünüz. 1997 Refah-Yol dönemidir. Yılın sonunda post-modern darbe gerçekleşir. Son 30 yıl; ağırlıklı olarak muhafazakar partilerin ülkenin gelişmesinden ya da gelişmemesinden sorumlu olduğu bir dönemdir. Belki de çarpıklığın, fırsatçılığın bu eller marifetiyle geliştiği vurgulanmakta ve tek suçlu kolay bir şekilde tespit edilmektedir.

K, Kaf ve kuyu

Tarihlerden sonra bir de kavramlara yöneldiğimde karşıma ilk olarak ‘Kuyu’ çıktı. 30 yıl önce kitabın ismi bu şekilde tasarlanmış daha sonra Kırmızı Saçlı Kız’a dönüştürülmüştü. Şifreli kavramlardan kuyu üzerinde biraz düşündüm. Tesadüf müdür bilinmez, kuyu birkaç yerde geçmekle birlikte açık olarak Kuran’da ‘K’ ile başlayan Kaf suresinde geçiyor. Kuyu anlamına gelen er-ress, bir bölgenin ismi ve helak edilen sakinlerinin kimliğini ifade ediyor. Merak edenler için söyleyelim; peygamber olarak gönderilen Hanzala b. Saffan’ı katletmeleri helak sebebi olarak gösterilmiştir. Aydınlanma çağının bilge ‘peygamberlerinin’ ölümü de düşüncelerinin ve eserlerinin cezalandırılmasını mı imgeliyor acaba? Belki de yanılıyorum. Evet, belki de haksızlık ediyoruzdur; yedi kat arşa çıkacağımıza, yedi kat kuyunun dibinde, yanlış yerde, balık kafaları, deniz kabukluları ve tozun toprağın arasında su çıkmayacak bir mevkide iğne ile kuyu kazıyoruzdur.

[email protected]