Kendi meselemiz olarak Filistin

Faruk Önalan / Yazar
19.08.2022

Ankara-Tel Aviv arasındaki artan diplomatik ilişkilerin Filistin halkına uygulanan insan hakları ihlallerinin, savaş suçlarının nihayete erdirilmesi noktasında bir baskı unsuru olabileceğine dair anlayış birliği oluşmuş durumda.


Kendi meselemiz olarak Filistin

Orta Doğu'da kalıcı bir barışın tesis edilmesi yolundaki en büyük sorunların başında İsrail'in Filistin topraklarını işgal etmesi ve saldırıları yer almaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bu noktadaki tutumu nettir: 1967 sınırlarında, başkenti Kudüs olan, egemen ve bağımsız Filistin Devleti'nin, İsrail dahil olmak üzere tün dünya ülkeleri tarafından tanınmasıdır. Kudüs'ün mahremiyetine saygı, Filistin halkının bağımsızlığı Ankara'nın kırmızı çizgisi haline gelmiştir.

Türkiye'ye olan güven

Son aylarda belirli bir ivme kazanan Türkiye-İsrail ilişkilerinde, Filistin halkına yönelik saldırılar, Mescid-i Aksa'ya yapılan baskınlar göz ardı edilmemiştir. Gazze'de bulunan el-Ezher Üniversitesi Siyaset Bilimi Profesörü Naci Şurab, Türkiye'nin İsrail ile olan ilişkisini artırmasıyla; 2007 yılından bu yana devam eden Gazze ablukasının hafifletilmesi konusunda Ankara'nın Tel Aviv'e baskı uygulayabileceğini vurgulamıştır. Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el-Maliki de "Türk hükümeti ve devletinin, Filistin halkının çıkarına çalışacağına dair bizim inancımız tam" diyerek Türkiye olan güvenlerini bir kez daha dile getirmiştir.

Hiçbir bahanesi olamaz

İsrail Ağustos ayı başında -İslami Cihad liderlerine yönelik olduğunu açıkladığı- üç gün süren yeni bir saldırı daha gerçekleştirdi. Bu saldırılarda 15'i çocuk olmak üzere 44 Filistinli hayatını kaybetti. Yaklaşık 400 kişi de yaralandı. Türk Dışişleri ilk andan itibaren saldırıları şiddetle kınadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan da, Büyükelçiler Konferansında yaptığı konuşmada, "çocukları, daha kundaktaki bebekleri öldürmenin hiçbir bahanesi olamaz" sözleriyle İsrail'e sert tepki gösterdi. Aynı konuşmada Türkiye'nin çıkarları doğrultusunda İsrail ile olan ilişkilerin tekrar rayına oturtulduğunu ve bu durumun Filistinli kardeşlerimizin hak ve hukukunu savunmak için de kullanıldığını özellikle vurguladı. "Kudüs meselesindeki hassasiyetimizi Türkiye'nin iki devletli çözüme ve Filistin'in güvenlik, huzur ve kalkınmasına verdiği önemi İsrail yönetimi ile en üst düzeyde paylaşıyoruz. İlk kıblemiz Mescid-i Aksa'nın bizim kırmızı çizgimiz olduğunu açıkça ifade ediyoruz." Cumhurbaşkanı Erdoğan bu kapsamda, geçtiğimiz hafta Konya'da düzenlenen 5. İslami Dayanışma Oyunları Açılış Töreni'nde Filistin Başbakanı Muhammed Iştiyye ile Konya Büyükşehir Belediyesi Stadyumu'nda bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşme sonrası her ne kadar açıklama yapılmasa da, Filistin basını Başbakan Iştiyye'nin, Türkiye'nin Filistin'e, özellikle Kudüs ve Gazze Şeridi'ne verdiği desteği övdüğünü yazdı. Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan, özellikle Kudüs'te eğitim alanında Filistin müfredatının korunması, okulların geliştirilmesi ve inşası alanında daha fazla siyasi ve mali destek talebinde bulundu. Bir diğer konu da, İsrail'in seçim sürecinde, Filistin halkına, topraklarına, kutsal mekânlarına ve kaynaklarına karşı topyekûn bir savaş yürüttüğünü, öldürme ve yerleşim politikası uyguladığını vurgulamasıydı. Ankara-Tel Aviv arasındaki artan diplomatik ilişkilerin Filistin halkına uygulanan insan hakları ihlallerinin, savaş suçlarının nihayete erdirilmesi noktasında bir baskı unsuru olabileceğine dair anlayış birliği oluşmuş durumdadır.

'Kudüs'ün Kılıcı' ve seçimler

İsrail, koalisyon krizleri nedeniyle -1 Kasım 2022 tarihinde- son dört yıl içinde beşinci defa erken seçime gidiyor. Anketlere göre 120 sandalyelik Knessett'te ne Netanyahu liderliğindeki blok ne de Lapid-Gantz ittifakı çoğunluğu elde edemiyor. Ancak İçişleri Bakanı Ayelet Shaked ve İletişim Bakanı Yoaz Hendel'in kurduğu "Siyonist Ruh" barajı aşarsa eğer dengeleri değiştirebilir. Eğer Likud liderliğindeki koalisyonda yer alırlarsa kurulacak yeni hükümette Netanyahu yeniden Başbakan olacaktır. Bu durum da şüphesiz Türkiye ile olan ilişkileri etkileyecektir. Bu arada İsrail siyasetinde alışageldiği üzere (ordudan ayrılışın üzerinden belirli bir süre geçtikten sonra) eski Genelkurmay Başkanı Gadi Eisenkot da siyasete atıldı. Eisenkot seçimlere Lapid-Gantz ittifakı saflarında dahil oluyor. Gerek Netanyahu gerekse Gantz liderliğindeki Ulusal Birlik İttifakı (Gantz-Saar), iki devletli bir çözüme kesinlikle karşı durmaktadırlar. Sadece Gantz, "Filistinliler ile çatışmayı en aza indirme" amacı taşıdıklarını ifade ediyor. Gazze'deki direniş gruplarının başlattığı ve tüm bölgeye yayılan "Kudüs'ün Kılıcı" savaşının etkisi çok fazla hissedildi. Arap nüfusun yoğun olduğu Lod, Akka ve Yafa dahil olmak üzere birçok şehir yangın yerine döndü. İzlediği politikalarla olayların daha da büyümesinde birinci derecede sorumlu olan dönemin Başbakanı Netanyahu, polislere şiddet çağrısında bulunuyor ve asla soruşturmalardan korkmamaları gerektiğini söylüyordu. Başbakanlıktan düşüşüne neden olan en önemli sebeplerden biri de ülkede bir iç savaşın çıkması sinyaliydi. Zira bunun emareleri fazlasıyla belirgindi. Diğer yandan hem Başbakan Lapid hem de Savunma Bakanı Gantz erken seçim kampanyalarında -03-07 Ağustos tarihlerinde Gazze'de- İslami Cihad'a karşı düzenlenen saldırılarda "zafer" vurgusunu ön plana çıkaracaklardır. Burada Gantz'ın pozisyonu Lapid'e göre daha ön plana çıkmaktadır. Bu noktada önemli bir durum daha var ki Hamas'ın saldırıların gerçekleştirdiği üç gün boyunca tek bir roket dahi ateşlememesidir. Hamas bu süreçte sadece sert kınama açıklamaları yapmakla yetindi. İsrail tarafı da bu durumu Kahire yönetimi ve istihbaratı ile olan "başarılı diplomasi" yürütülmesine dayandırmaktadır. Son anketlere pek yansımasa da yaşanan gelişmeler sandıkta şüphesiz etkisini gösterecektir. Benny Gantz siyasete atılmadan önce İsrail Genelkurmay Başkanı idi. Kurduğu Yisrael Hosen (İsrail Direnci) partisinin ilk seçim kampanyası videosu 2014 yılında iki bine yakın insanın katledildiği Gazze saldırısına atfedilmişti.

6231 hedefi imha ettik.

1364 kişiyi öldürdük.

3.5 yıllık sessizlik oluştu.

Gazze'nin parçaları Taş Devrine geri gönderildi.

Sadece güçlü olan kazanır.

Türkiye hem kendinin hem de Filistin halkının çıkarları için İsrail ile eski dönemlere nazaran daha ileri düzeyde diplomatik ilişkiler yürütüyor. İçinde birçok sorunu barındıran zor bir süreci diplomasi yoluyla çözüme kavuşturmaya çalışırken, Filistin halkının haklarını kazanması doğrultusunda asla taviz vermeyeceğini, üzerine basa basa vurguluyor. Büyükelçi atama (karşılıklı) kararı da bu doğrultuda atılmış bir adımdır. İsrail'in Leviathan ve Tamar sahalarından çıkarılan doğalgazı Türkiye üzerinden Avrupa'ya ulaştırması diğer yollara nazaran daha uygun ve kazançlıdır. Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti imzalanan anlaşma ile Doğu Akdeniz Boru Hattı Projesi'nin (EASTMED) anlamını yitirdi -ki ABD de bu projeden desteğini çekmek zorunda kalmıştı. Rusya-Ukrayna savaşı gölgesinde enerji krizi yaşayan Avrupa alternatif arayışlarına hız verdi. Bu kapsamda Haziran ayı içerisinde AB, Mısır ve İsrail arasında gaz anlaşması imzalandı. Anlaşma uyarınca İsrail çıkardığı doğal gazı boru hatlarıyla Mısır'ın Akdeniz kıyısında yer alan sıvılaştırma (LNG) tesislerine, buradan da tankerlerle Avrupa'ya nakledilecek. Bu sistemle taşınacak gaz kısıtlı olacağı için Avrupa'nın enerji krizine çözüm getirecek düzeyde olmayacaktır. Neticede jeopolitik konumu ile enerji transit hatlarının tam ortasında yer alan Türkiye faktörü ön plana çıkacaktır. Çünkü uzun vadede tek çözüm Ankara'dan geçmektedir. Oluşan bu yeni durum dolaylı olarak Filistin halkının da yararına olacaktır. Öte yandan Türkiye'nin karşısında yer alan bir diğer oluşum, Doğu Akdeniz Gaz Forumu'na üye ülkelerden biri de Filistin'dir. Diğer üyeler ise Mısır, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, İtalya, Fransa, İsrail ve Ürdün'dür. (Gözlemci üyeler ise ABD, AB ve Dünya Bankası) İsrail'den önemli analistler Türkiye'nin de bu foruma mutlaka katılımın teşvik edilmesi gerekliliğini vurgulamaktadırlar. Çünkü Akdeniz'de Türkiye'ye rağmen bir hamle yapılamayacağının farkındalar.

Deniz yetki anlaşması

2018 yılında imzalan "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Filistin Devleti Hükümeti Arasında Güvenlik İşbirliği Anlaşması" 2 Haziran 2021 yılında resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmişti. Anlaşma ile Filistin'e sağlanacak destekler yasal zemine kavuşturulmuş oldu. Günümüz şartlarında uygulanabilirliği sorgulansa da Libya benzeri bir deniz yetki anlaşmasının Filistin ile de imzalanması dengeleri kökünden sarsacaktır. İlerleyen zamanlarda böyle bir anlaşmanın varlığı hem Filistin'e hem de Türkiye'ye büyük faydalar getirecektir.

Bölge ülkelerinin bakış açısından bağımsız Filistin'in yeri Türkiye için her zaman ayrı olmuştur. Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) ve birçok vakfın Kudüs başta olmak üzere birçok bölgede faaliyetleri vardır. Sadece TİKA bine yakın proje ve faaliyet gerçekleştirmiştir. Netanyahu döneminde bu rahatsızlık had safhaya çıkmış, "Türkiye Osmanlı'nın görkemini yeniden tesis etmeye çalışıyor" söylemleri gazetelerin manşetlerinde yer almıştı. Kudüs'te bir Yahudi Derneği başkanı şöyle demişti:

'Kudüs Türk şehri gibi'

"Türkiye'nin burada İslami dava faaliyetleri var. Doğu Kudüs'ü gezenler, bir Türk şehrinde dolaştığını hissedebilir. Çok sayıda bayrak ve levha var. Türk varlığı son derece belirgin bir durumda. Yardım faaliyetleri de buna dâhil. Kış aylarında ısıtıcı, kalın giysiler ve gıda kuponları dağıtıyorlar. Geçtiğimiz Ramazan'da Eski Kudüs'teki tüm işyerlerine 100'er dolar verdiler. Eğitim sistemine karışıyor, binaları onarıyor ve Mescid-i Aksa'ya bedava geziler düzenliyorlar. Sahada olan biri olarak bu faaliyetlerin kapsamına her seferinde şaşırıyorum." Türk dış politikasının -özellikle son 20 yılda- her platformda haykırdığı değişmeyen bir söylemi vardır: "Filistin sorunu, Türkiye'nin meselesidir." Gerek Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın gerekse Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu son Kudüs ziyaretinde bu noktayı net bir şekilde muhataplarına ilettiler. Sonuç olarak; bu sorunu çözüme kavuşturacak olan da Türkiye'den başkası değildir.

[email protected]