Kendimize uyguladığımız şiddet

Filiz Zengin/ Tv4 Kanal Koordinatörü
5.10.2024

New York Times'ın en çok satan yazarlarından Iyanla Vanzant'a göre, sosyal medya üzerinden sürekli başkalarının hayatını izlemek kendimize karşı uyguladığımız bir şiddet eylemi. Çünkü bu seyir sürekli kendimizi başkalarıyla kıyaslamamıza sebep oluyor.


Kendimize uyguladığımız şiddet

Filiz Zengin/ Tv4 Kanal Koordinatörü

Bugün hepimiz sosyal medya kullanıyoruz ve başkalarının hayatlarını izlemek artık çok kolay. New York Times'ın en çok satan yazarlarından Iyanla Vanzant'a göre, bu durum aslında kendimize karşı yaptığımız bir şiddet eylemi. Nasıl mı? İster istemez kendimizi sürekli olarak başkalarıyla karşılaştırıyoruz...

'Üstelik kıyasladığınız hayat acaba gerçek mi, gerçekten gördüğümüzden mi ibaret?' sorusunu kendimize sormadan.

İşte Marshall Curry'nin 2019 yapımı Komşumun Penceresi / The Neighbors' Window filmi merakın ve karşılaştırmanın peşine düşen, oldukça etkileyici bir hikâye. Karşı komşusunu gözetlemekten kendilerini alamayan ve onların yaşamlarına imrenen New Yorklu bir aile filmin odağında.

Düzinelerce festivalde gösterilmiş ve 20'den fazla ödül kazanmış olan bu film, En İyi Canlı Aksiyon Kısa Film Oscar Ödülü'nü de aldı. Marshall Curry'nin ilk filmi olmasına rağmen Komşumun Penceresi, eleştirmenlerin beğenisini topluyor ve belgeselleriyle tanınan yönetmenin yeteneğini bir kez daha kanıtlıyor. Curry bir podcast'te duyduğu gerçek hikayeden yola çıkarak filmi çekiyor.

Herkesin kendi benzersiz yolculuğu var

Filmin başkarakteri Alli adındaki genç bir anne, hayatındaki günlük rutinlerden sıkılmış ve giderek artan hayal kırıklıklarıyla boğuşuyor. Tam karşısındaki daireye yeni taşınan genç çiftin pencerelerinin perdesiz olduğunu fark ettiğinde, onların hayatlarına ilgi duymaya başlıyor.

Kamera New York'un sokaklarında dolaşırken canlı renkler, kalabalıkların içinden sıyrılıp gelen tek tek hikayeler göze çarpıyor. Kamera her sahnede adeta şehrin nabzını hissettiriyor. New York her köşesiyle, her sokağıyla, insanlarıyla ve tabii ki devasa gökdelenleriyle etkileyici bir atmosfere sahip. Bu dev yapıların perdesiz pencereleri, içindeki hayatları dışarıya yansıtarak bir tür modern sergileme işlevi de görüyor. Alli'nin evine göz attığımızda, çocukların oyuncaklarıyla dağılmış odalar, yemeklerin yetişmediği o karmaşık mutfak, aslında gerçek hayatın tam yansıması. Bu dağınıklık, bir yandan hayatın telaşını, diğer yandan da sevginin, ailenin ve çocukların yarattığı kaosu temsil ediyor.

Karşı pencerede ise genç bir çiftin salaş ama ferah evi. Evin dekorasyonu tam onların yaşam tarzına uygun; minimal ama etkili. Rahat bir kanepe, vintage bir masa, ve belki duvarlarda bir iki sanat eseri. Bu evdeki düzen, aslında onların özgürlüğünü ve birbirlerine olan bağlılıklarını simgeliyor. Her şey yerli yerinde, fakat bir o kadar da dağınık; işte bu, modern hayatın dinamikliğini ve çiftin isteklerini yansıtıyor.

Aslında herkes kendi penceresinden tatlı görünüyor.

Gençlerin sürekli düzenlediği partiler ve kaygısız yaşamları, Alli'nin kendi dünyasındaki zorluklarla tezat oluşturuyor. Bu durum, onun yaşamını sorgulamasına yol açtığı gibi, kocası Jacob ile olan ilişkisinde de bazı çatlaklara sebep oluyor.

Filmin en dikkat çekici yanlarından biri, izleyiciye sunulan mevcut hayatın çok farklı bir perspektiften sorgulanması. Alli, genç komşularını izledikçe kendi içsel çatışmaları ile yüzleşiyor. Hayatını bir anlamda eleştirir hale geliyor; zira komşularının eğlenceli hayatı, onun için kaybolmuş bir gençliğin hatırasına dönüşüyor. Bu durumu öylesine derin bir şekilde hissediyor ki, bazen gece yarısı kalkıp onlara göz atarken buluyor kendini.

Bir kış geçiyor ve Alli'nin bebeği dünyaya geliyor. Alli kendi hayatına devam ederken komşularının hayatına dahil olmaya devam ediyor. Ta ki beklenmedik bir sebepten ötürü komşusuyla karşılaşıncaya dek. Bu hiç de hoş bir rastlantı değil. Ve sokağın karşısındaki dairede işler her zaman çok mutlu ilerlemiyor.

"Komşumun Penceresi", sadece bir ailenin gözlemleri üzerine kurulu değil; herkesin kendi yolculuğu, kendi mücadeleleri ve hayat içinde yaşadığı arayışlar olduğuna vurgu yapıyor. Alli, sonunda karşı komşusuyla olan beklenmedik karşılaşmasıyla kendisine yansıyanın ne kadar yanıltıcı olabileceğini anlıyor. Her ışıkta bir karanlık, her eğlencede bir yalnızlık saklanıyor olması gibi.

Curry'nin bu filmi, hem yaşamın içsel derinliklerini sorgularken hem de dışarıdan izlediğimiz hayatların ne kadarını gerçekten gördüğümüzü gözler önüne seriyor.

Özgün olmasının yanı sıra gerçekle ilişkilendirilebilir bir film olan Komşumun Penceresi, duyguyu tamamen bize bırakarak melodrama kaçmadan bunu başarıyor. Yedinci sanatın anlatım özelliklerini kullanarak birçok şeyi düşündürüyor. Özellikle sosyal medyayı nasıl kullandığımıza dair!

Sosyal medya ve gerçeklik

Reyting ve etik

Komşunun perdesiz penceresini başlarda göz ucuyla çekinerek izleyen Alli, sonrasında izlediği hayata o kadar kaptırıyor ki bir 'dürbün' edinme gereği duyuyor. İzlerken komik olan bu sahne, aslında derin bir özeleştiri. Alli durmuyor, devam ediyor. Kendi hayatını ve ilişkisini sorguluyor. Her gün daha da mutsuz hale geliyor ve ardından utanıyor. Onların hayatlarını gözetleme duygusu kötü hissettiriyor. Hepimizin hissettiği ama adını koyamadığı 'kendimize uyguladığımız şiddet eylemi' bu işte.

Medya, hayatımızın bir parçası ve bazen bizi gerçeklikten uzaklaştırıyor. Ancak unutmayalım ki arka planda çıplak bir gerçek var; hissettiğimiz ve düşündüğümüz her şeyin ötesinde...

Instagram'ı aslında muhteşem mekanları keşfetmek veya farklı kültürleri tanımak için kullanmak yerine, sergilenen hayatları gözlemlemek için kullanıyoruz. Bu durum, platformun faydasını gölgede bırakıyor. Twitter'a geldiğimizde ise, eğer karşılıklı operasyonların döndüğü bir arenaya dönüşmemiş olsaydı, haber almak için muazzam bir alan olabilirdi. Ama işte gerçekler, sosyal medya filtrelerinin arkasında kaybolup gidiyor ve bu da ruh halimiz üzerinde olumsuz bir etki yaratıyor. Artık çoğumuz, paylaşımlar arasında kaybolup gidiyoruz ve günün sonunda gerçekte neyin önemli olduğunu bile hatırlamıyoruz.

Reyting ve etik

Mesela tüm Türkiye'nin sarsıldığı Narin Güran cinayetinin medyada işleniş şekli izleyiciye karşı yapılmış bir şiddet değil miydi? Toplumu bilgilendirme sorumluluğu taşıyan medya reyting uğruna etik tanımadan Narin Güran'ı tekrar tekrar öldürmedi mi? Olayın tüm detayları, küçük kızın yaşamına dair mahrem bilgiler adeta bir dizi senaryosu gibi sunuldu. Biz izledik. Sosyal medyada yazılanlar, çizilenler hangimizi utandırdı?

Sorumluluk da almıyoruz, suçlu ise hep öteki... Bu bağlamda en çok duyduğumuz şikayet ise "Kendimi bu çağa ait hissetmiyorum. Peki, o zaman sorulması gereken soru şu: Bu çağı kim üretiyor?

Cevap oldukça basit: önce ben, sonra sen ve diğerleri. Yani biz birlikte üretiyoruz. Elbirliğiyle. O zaman, ait hissetmediğimiz bu çağı, ait olabileceğimiz bir hale getirmek yine bizim elimizde.

Unutmayalım ki sosyal medya, doğru kullanıldığında bir fırsat, yanlış kullanıldığında ise bir tuzak olabilir. Doğru içerikler üretmek, olumsuz karşılaştırmalardan uzak durmak ve daha sağlıklı bir medya tüketimi alışkanlığı geliştirmek bizim elimizde.