Kendimizle olan özdeşliğimiz diyalektiktir

0
18.06.2016

Axel Honneth, Adorno ve Horkheimer’ı eleştirirken diğer yandan da Habermas’ın İletişimsel Akıl Teorisi’yle Michel Foucault’un iktidar/bilgi anlayışı arasında önemli köprüler kuruyor.


Kendimizle olan özdeşliğimiz diyalektiktir

Literatüre Eleştirel Teori olarak da geçen Franfurt Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü’nün temsil ettiği fikri mirasın günümüzdeki temsilcilerinden biri, Jurgen Habermas’ın öğrencisi Axel Honneth. Honneth, G. W. F. Hegel’in Jena döneminde tasarladığı, ama Tinin Fenomenolojisi adlı kitabı kaleme almasıyla birlikte de yarım bıraktığı fikri bir projeye yaslanarak geliştirdiği Tanınma Uğruna Mücadele kitabında bir yandan Eleştirel Teori’nin kurucu babalarından sayılabilecek Adorno ve Horkheimer’ı eleştirirken diğer yandan da Habermas’ın İletişimsel Akıl Teorisi’yle Michel Foucault’un iktidar/bilgi anlayışı arasında önemli köprüler kuruyor. Temelde Honneth’in düşünceleri de özellikle Machiavelli, Rousseau ve Hobbes’ta asıl temsilcilerini bulan toplumsal sözleşme teorisyenlerine Hegel’den tevarüs ederek yönelttiği eleştiriler zemininde kavranabilir. Hegel için yalıtılmış ve atomlaştırılmış bireyi felsefi bir çıkış noktası olarak benimseyen sözleşmeci siyasal gelenek, toplumsal ilişkilerin doğasını açıklarken bireyler arasındaki ilişkiyi onların sosyallik-öncesi varlığına eklemlemeye eğilimlidir. Toplumsal ilişkiyi, özneye ilişkin özünde toplumsal olmayan bir tözcü ontolojiye yapılan bu eklemleme girişimi Hegel için olduğu kadar Habermas ve Honneth için de birçok sorunu doğurur. Honneth’in temel varsayımı, İletişimsel Akıl Teorisi’nde Habermas’ın benimsediği temel varsayımla aynıdır: Toplumsal ilişkiyi, yalıtılmış bireylerin özneler arası ilişkisi olarak düşünmek yanıltıcı olacaktır. Başka bir deyişle, toplumsal ilişki, bireylerin özne olarak ortaya çıkmasını önceler. Habermas için özneler-arası ilişkinin özü “iletişimsel eylem” iken Honneth için bu öz “tanınma” olarak nitelenebilir.

Hegel’in hukuk ve toplum felsefesinin merkezi kavramlarından olan “tanınma”, Hegel’e Kant’ın toplum ve tarihi dışlayan özerklik düşüncesinin biçimciliğini eleştirmesi noktasında hem yardımcı olur, hem de insanın özerkliğini önemsemediğini düşündüğü toplumsal sözleşmeci geleneğe karşı Kantçı özerlik tasavvurunu içeriklendirmesine imkan tanır. Hegel’in Jena döneminde üstünde ağırlıklı olarak durduğu “tanınma” kavramını spekülatif görünümünden kurtarıp çağdaş psikanalitik araştırmalar ve toplum bilimlerinin gözetiminde günümüze uyarlayan Honneth, böylelikle, kendimize ancak başkalarının gözünden yansıyan kendi bakışımızda kendimiz olarak erişebileceğimiz; başka bir deyişle, kendimizle olan özdeşliğimizin ancak diyalektik olabileceği ve ‘başkası’ tarafından dolayımlandığı fikrini dile getiriyor.

Modern felsefi gelenek ile siyaset biliminin iç içe geçtiği kitabında Honneth, liberal bireycilik ve toplumsal sözleşme geleneklerinin de sıkı bir bir eleştirisini sunuyor.

[email protected]

Tanınma Uğruna Mücadele Axel Honneth çev. Özgür Aktok İthaki, 2016

Rakip iktisadi teoriler

Çatışan İktisadi Teoriler, bugün dünyada birbiriyle yarışan en önemli üç iktisat teorisini (neoklasik, Keynesçi ve Marksçı) inceliyor. Bu teorilerin birbirlerinden sistemli olarak nasıl ayrıştığını özetleyerek tek tek her teoriyi betimliyor ve her birinden çıkan farklı sonuçları analiz ediyor. Her teorinin seçtiği kavramlara, analiz yöntemlerine, iktisadı kavramsallaştırma biçimine dair kapsamlı tartışmalar sunuyor. Farklı teorilerin yaşamlarımız üzerindeki farklı etkilerini açıklayıp karşılaştırmasını yaparak, genel olarak farklı düşünme biçimlerinin, özel olarak da bu üç iktisat teorisinin toplumu farklı şekillerde nasıl biçimlendirdiğini gösteriyor.

Çatışan İktisadi Teoriler,  Stephen A. Resnick, Richard D. Wolff, çev. Can Evren, İletişim, 2016

Filozofların soruları

Leibniz’in meşhur sorusunu kitabına başlık olarak seçen Leszek Kolakowski, felsefe tarihinin otuz büyük ismini mercek altına yatırmaktan daha çok, onlara âdeta bir çiçek dürbününden bakıyor: Her filozofu, felsefe tarihine kazandırdığı soru ışığında inceliyor. Sıkı metinler sunuyor, ama okurunu sıkmıyor. Hatta, her filozofun kusursuzmuş gibi görünen felsefi sistemini anlattığı yazılarını sorularla bitiriyor ve böylece okurlarını da felsefi bir sürece davet ediyor. Kolakowski bunu yaparken her filozofun felsefesindeki en önemli düşünceye, felsefi yorumlarının temeli olan ama aynı zamanda bugün hâlâ anlayabildiğimiz bir düşünceye, yoğunlaşıyor.

Neden Hiç Bir Şey Yok da Bir Şey Var? Leszek Kolakowski, çev. Suat Kemal Angı, Jaguar, 2016