Kentsel dönüşüm bir imkân olabilir; kentleri daha yaşanılır, toplumsal insicamı ve iletişimi kuran ve sürdüren birer mekân haline getirmenin bilinciyle hareket etmek şartıyla. Aksi halde bir imkân olabilecek kentsel dönüşüm yeni yıkımların, uçurumların, ayrışmaların fitilini ateşlemiş olacaktır.
Doç Dr. KÖKSAL ALVER / Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi / [email protected]
Kentsel dönüşümü Türkiye daha uzun zaman konuşacağa benziyor. Mesele önemli bir toplumsal ve kültürel dönüşüme karşılık geldiği için enine-boyuna konuşulmayı, tartışılmayı, aceleye getirilmeden çok yönlü incelenmeyi gerektirmektedir. Kentsel dönüşümde temel esaslar neler olmalıdır? Kentsel dönüşüm aktörleri kimler olmalıdır? Sadece mühendisler ve mimarlar mı, sadece belediyeler ve kamu/özel kurumlar mı? Bu ve benzeri sorular, kentsel dönüşümün ne şekilde uygulanması ve nasıl bir seyir takip etmesi gerektiğini düşünmemize yol açan sorular. Kentsel dönüşüm ilkin bir gerçeğe işaret ediyor: kentler bir şekilde dönüşür yahut dönüştürülür; hayat gibi kentler de şekilden şekle girerler, yeni fonksiyonlara kavuşurlar, muhteva değiştirirler ama aynı zamanda değişmez kimi değerlerini sürdürürler, o değerleri yeni zamanlarda yaşatırlar. Kentlerin dönüşmemesi, değişmemesi mümkün değil. Ancak buradaki mesele kentlerin belli bir zihniyet, sermaye ve arzu eliyle belli bir gidişat, akım ve heves ile dönüştürülmesi, bile isteye yeniden yapılandırılmasıdır. Asıl üzerinde durulması gereken husus budur ve kentsel dönüşümü tartışmalı, önemli, kırılgan yapan da böylesi bir boyuta sahip olmasıdır. Kentler dönüşüyor mu, dönüştürülüyor mu? Kentler olağan ve doğal akış içinde yeni hallere bürünüyorlar mı, yoksa baştan belirleyici otoriter bir irade kentleri kendince değiştiriyor mu? Ve kentler ne şekilde dönüştürülüyor?
Kendini kaybeden kentler
Kentler kendini yeni zamanlara taşıyarak dönüşür. Kendini kaybetmeden ve yitirmeden; ahengini, iklimini, ruhunu, insicamını, tadını, dilini, kültürünü, yaşantısını bir kaç ayda değiştirmeden, altüst etmeden. Rantın, maddi uygarlığın, azgın sermayenin pençesinde kendini, benliğini, tarihini, değerlerini, hafızasını yitirmeden... Aksi takdirde kent varlığının yapı taşlarını yitirir, uzuvlarını kaybeder; kendisi olmaktan çıkar. Bu süreçte kentler ne kadar kendileri kalarak yeni zamanlara taşınmaktadır? Yeniden şekillendirilen, cilalanan, kimi aksamlar eklenen kent, nasıl bir kimlikle zuhur etmektedir? Var olan kimliğe yeni uzuvlar nasıl katkı vermektedir; yoksa o kimliği paramparça mı etmektedir? Kent eğer temelde ortak yaşamın ve ortalama medeni tavrın içinde devinen bir hayat tarzı ve bir bilinç düzeyi ise, kentsel dönüşümün bu hususa katkısı nedir? Kentin vicdanına, kentin ruhuna, kentin diline dair bir düşüncesi var mıdır kentleri dönüştüren aktörlerin? Dönüştürülen kentler nasıl bir insan yumağı, nasıl bir insan eylemi ortaya çıkaracaktır? Azmanlaşan, azgınlaşan, sınırsızca yerleri ve gökleri kaplayan kentin, acaba insanı, vicdana, ahlaka, sevgiye davet eder bir yanı olacak mıdır? Bu kentlerde doğan ve büyüyen çocuklara bu kentler neler söyleyecektir? Bu şekilde azmanlaşan kenti kim duyar, kim dinler? Oysa Safranbolu, Göynük, Odunpazarı (Eskişehir), Hamamönü (Ankara), Türbeönü ve Sedirler (Konya), eski Erzurum, İstanbul, Bursa insana tam da vicdanı hatırlatır; bir güzelliği, bir sadeliği, bir hoşnutluğu, hele de mütevaziliği, faniliği, ‘yalancı dünyaya konup göçenler’i...
Doğal dönüşüm ya da kopuş
Yeni kentlerin neler söylediği yeni kuşakların hallerinde, bakışlarında, gönüllerinde, dillerinde, gelecek endişelerinde, büyük büyük beklentilerinde aşikâr değil mi?
Kentlerin dönüşümü bir kopuş şeklinde gerçekleştirilmektedir çoğunlukla; kendi doğal gelişiminde ve seyrinde dönüşmeye izin verilmemektedir. Bir kopuş süreci olarak işletilen kentsel dönüşüm, binlerce yılın süzgecinden geçen kent kültürü, şehir bilinci ve algının uzağında işletilmektedir. Bunun örnekleri bütün kötü uygulamaların birer ucubeye dönüştürdüğü İstanbul, Bursa, Ankara, Konya, Antep, Erzurum vb. kadim kentlerde gösterilebilir. Bu kopuştan ve keskin algı değişiminden ötürü kentlerin yeni semtleri, yeni yüzleri ile eski semtleri ve eski yüzleri arasında hiçbir bağlantı, ilgi ve hatıra görülmemektedir. Kentsel dönüşümün ezip geçtiği, yıkıp yeniden biçimlendirdiği kentlerde bir hatıra iklimi yok olmaktadır. Kentsel dönüşüm en başta semtler, mahalleler, mekânlar arasında onlarca, yüzlerce yıldır akıp duran hatıra ırmaklarını kurutmaktadır. Ama aynı Ankara’da kale içinde, Hamamönü’nde, şimdilerde Hacı Bayram’da kentsel dönüşüm, istendiği zaman, gayet uyumlu, şehir ruhuyla insicamlı işleyebilmektedir. Kentsel dönüşümün parçalı, günübirlik, konjonktürel, maddi bir mesele olarak görülmemelidir. Tam aksine kentsel dönüşüm bizatihi kent kurma, kent inşa etme bilinciyle hareket etmelidir. Çöküntü mahalleri temizleyip uydu kentler dikmek olarak algılanmamalıdır. Çünkü kentsel dönüşüm sadece bir mühendislik işi değildir. Kentsel döşüm bütünsel bir adımdır; fiziksel, toplumsal, kültürel, mimari, tarihsel, mekânsal boyutlara sahip çok yönlü, çok boyutlu, çok katmanlı mühim bir meseledir. Uzun soluklu planlamayı, bütün şehircilik birikimiyle düşünüp hareket etmeyi, kendi şehir çizgimizi yeni zamanlara ve şartlara uygulamayı amaçlamalıdır. İnşa edilecek yeni yerlerin hangi sembolik dili konuşacağına, nasıl bir toplumsallık oluşturacağına mutlaka dikkat edilmelidir. Bundan dolayı bütünsel, genel, derin bakışla meseleye yaklaşılmalı ve bu şekilde uygulamaya sokulmalıdır.
Kentte söz hakkı olanlar
Kentsel dönüşüm çok boyutlu ve bütünlüklü bir mesele olduğu için onun aktörleri de sadece mühendisler ve mimarlar olmamalıdır. Kent üzerine sözü olan, kentin ruhunu, hayat şekillerini, psikolojisini tanıyan, bilen aktörler bu işe dahil olmalıdır. Mühendis ve mimarlarla birlikte sanatçılar, sosyologlar, edebiyatçılar, sanat tarihçileri, şehir tarihçileri, şehir yazarları, tarihçiler, coğrafyacılar, ilahiyatçılar, psikologlar, gazeteciler, öğretmenler, ev kadınları, işçiler, sendikalar, muhtarlar, imamlar, işadamları, esnaf vb. toplumsal aktörlerden oluşan kurullar kurulmalı, bu aktörlerin katılacağı düzenli toplantılar düzenlenmeli, bu aktörlerden sürekli raporlar ve görüşler istenmelidir. Kentsel dönüşüm ancak bu şekilde toplumsal ve insani karakter kazanabilir, aksi takdirde bir mühendislik olayı olarak rakamlar, metreler ve kimi ölçümlerle iş görmeyi sürdürecektir.
Maddi ve manevi kültür
Kent insandır; ruh ve bilinçtir. Dönüşen yahut dönüştürülen kent ve binalar değil temelde insan, hayat ve zihniyettir. Kentsel dönüşüm hayata müdahaledir bir bakıma; memnun olmadığımız hayatı daha iyileştirme ve güzelleştirme adımı olmalıdır. Kentsel dönüşüm, uzun soluklu düşünmeyi gerektirmektedir. Bir kent kurmak fikridir kentsel dönüşüm, bir kent vizyonu, kent bakışı ortaya koymaktır. Bu vizyon ve bakış hemen bugün kimi sorunların aşılmasına dönük aceleyle başlatılan çalışmalarla gerçekleştirilemez. Aceleye gelmez kentsel dönüşüm; asıl deprem o zaman gelir. Depremden kaçılarak uygulanan kentsel dönüşüm projelerinin büyük toplumsal depremlere, büyük sosyal sarsıntılara gebe olmayacağını kim iddia edebilir? Kentsel dönüşümü sadece riskli binalar ve bölgeler üzerinden sürdürmek çıkar yol, doğru yol değildir. Asıl risk böylesi bir yaklaşımla başlar; riskli yapıları yıktıktan sonra nasıl bir kent inşa edilecektir, nasıl bir toplumsal ve kültürel iklim var edilecektir; asıl sorulması gereken soru budur. O bakımdan kentsel dönüşümün yeni bir risk yaratmadan belli ilkeler, değerler gözetilerek yürürlüğe sokulması gerekmektedir.
Kentsel dönüşümün sadece maddi boyutları göz önünde tutulmaktadır. Oysa kent temelde insan ilişkilerinin belli bir seviye kazanması, belli bir kültürün yoğurulup hayat bulması demektir; yani bir ruh, bir hissiyattır. Kentsel dönüşüm bu ruh ve hissiyatı devre dışı bırakamaz. Maddi kültür manevi kültürle iç içedir, ayrılamaz. Riskli binaları yıkıp emniyetli binalar yapan kentsel dönüşüm, o yerin manevi çizgilerini nasıl koruyacağını, nasıl bir kentlilik ve kent kültürü inşa edeceğini de düşünmelidir.
Kentsel dönüşüm bir imkân olabilir; kentleri daha yaşanılır, toplumsal insicamı ve iletişimi kuran ve sürdüren birer mekân haline getirmenin bilinciyle hareket etmek şartıyla. Aksi halde bir imkân olabilecek kentsel dönüşüm yeni yıkımların, uçurumların, ayrışmaların fitilini ateşlemiş olacaktır.