Kerbela'nın İstanbul'daki simgeleri: Çifte Sultanlar

Prof. Dr. Mustafa Öztürk / Mardin Artuklu Üniversitesi
8.07.2025

Müslümanların mübarek beldeleri Mekke, Medine ve Kerbelâ'nın İstanbul'da temsil edildiği mekânlar bulunmaktadır. Mekke'yi Fatih Camisi, Medine'yi Eyub Sultan temsil eder. Hz. Hüseyin ve yârenlerinin hunharca katledilmesinden duyulan tarifsiz kederi ve onun soyundan gelenlere beslenen derin muhabbeti simgeleyen Kerbelâ'yı ise Sümbül Efendi'deki Çifte Sultanlar temsil eder.


Kerbela'nın İstanbul'daki simgeleri: Çifte Sultanlar

Prof. Dr. Mustafa Öztürk / Mardin Artuklu Üniversitesi

İstanbul'un fethinden sonra, Bizans'tan kalan pek çok mimari eser, Müslüman kültüre uygun olacak şekilde "şenlendirilir." Şenlendirilen bu eserlerden biri de Hagios Andreas Manastır ve Kilisesi'dir. Veziriazam Koca Mustafa Paşa, 1486'da bu manastırı yeniden düzenleyerek bugün kendi adıyla anılan külliyeye dönüştürür. Külliyenin içinde cami, medrese, imaret, hazire, sebil, Sünbül Sinan Dergâhı, Zincirli Servi adıyla bilinen tarihî bir ağaç ve çok sayıda türbe bulunur. Külliyedeki türbelerden biri olan "Çifte Sultanlar" bütün yapılar içinde en bilineni ve en ilginç olanıdır. Yüzyıllardan bu yana halkın, Çifte Sultanlar'da Hz. Peygamber'in torunu Kerbelâ şehidi Hz. Hüseyin'in kızları Fatma ve Sakine (Sükeyne)'nin yattığına dâir taşıdığı inanç, türbenin etrafında çeşitli inanış ve ritüellerin doğmasını sağlamıştır.

Çifte Sultanlar etrafında teşekkül eden inanışları ve Hz. Hüseyin'in kızlarının gerçekten İstanbul'a gelip gelmediklerini araştıran Gülgûn Uyar, Çifte Sultanlar Türbesi'ne Bir Bakış isimli makalesinde konuyu enine boyuna irdelemiş ve önemli tespitlerde bulunmuştur. Buna göre, Hz. Hüseyin'in kızları Fatma ve Sükeyne, yani Çifte Sultanlar ile ilgili halk arasında anlatılan hikâyelerin temeli Mısırlı âlim İmam Suyûtî'nin (1445-1505) Arapça olarak kaleme aldığı risalenin Osmanlıca tercümelerine dayanmaktadır.

Çifte Sultanlar'ın hüzünlü hikâyesi

Yezid, Hz. Hüseyin ve beraberindekileri Kerbelâ'da zalimce şehit ettikten sonra geride kalan kızları için de tedbir alır. Çünkü çıkması muhtemel bir isyanda birileri onları kendisine karşı kullanabilirdi. En uygun yolun onları sürgüne göndermek olduğuna karar verir. Sahabeden Cabir-i Ensari ile beraber kızları bir gemiye bindirerek Mısır'a yollar. Gemi, dalgalar arasında yol alırken şiddetli bir fırtınaya tutularak yönünü şaşırır ve İspanyol donanmasının eline düşer. İspanyollar gemiye el koyarak herkesi esir alır ve İspanya'ya götürür.

Kralın huzuruna çıkarılan esirler, sorgu sualden sonra kim olduklarını ve başlarından geçenleri bir bir anlatırlar. Kral, kızların kim olduklarını ve başlarından geçenleri öğrenince çok üzülür ve Yezid'e öfke duyar. Kral, kızları her yıl düzenlenen Hz. İsa'nın anıldığı ayine davet eder. Ayinde Hz. İsa'nın eşeğine ait olduğuna inanılan tırnak suya batırılarak o sudan sırayla içilmektedir. Bunu Hz. İsa'ya hürmetin göstergesi olarak yapmaktadırlar. Kral, bu ayin sırasında Yezid'in askerlerine dönerek, peygamberleri Hz. İsa'ya nasıl hürmet ettiklerini ama kendilerinin ise peygamberlerinin torunlarına eziyet ettiklerini söyleyerek onları azarlar ve idam ettirir. Ardından kral, daha iyi ağırlanacaklarını düşünerek kızları ve Cabir-i Ensari'yi İstanbul'a göndermeye karar verir. Onlarla beraber Bizans imparatoruna hitaben kaleme aldığı bir mektubu da gönderir.

Kızlar, İstanbul'a geldiklerinde çok iyi ağırlanırlar. İmparator, kızların letâfetinden çok etkilenir ve onları oğullarıyla evlendirmek ister. Kızlar bu teklif karşısında mahzunlaşırlar, çünkü Müslüman olmayan biriyle evlenmeleri dinen caiz değildir. İmparator çok ısrarcı olunca süre kazanmak maksadıyla düşünmek istediklerini söylerler. Bunun üzerine düşünecek süreyi geçirmeleri için bugün Koca Mustafa Paşa Camii olarak bilinen, manastıra gönderilirler. Manastırda sürekli namaz kılarak düştükleri zor durumdan kurtulmak ümidiyle Allah'a yakarırlar. Nihayetinde duaları kabul olur ve oracıkta can verirler.

Kızların vefatını büyük bir teessürle öğrenen imparator, yaptığı hatanın farkına varır. Halkını toplayarak yaptığı hatayı anlatır ve Tanrı'dan kendisini affetmesi için dua etmelerini ister. Takip eden sürede İstanbul'a bardaktan boşanırcasına yağmur yağar. Cabir-i Ensari bu yağmurun suyuyla abdest alıp kızların cenaze namazını kıldırır. Eşi Daye Hatun ise yine bu su ile kızların naaşını yıkar.

İmam Suyûtî'nin risalesinde anlattığı hikâye, ana hatlarıyla bu şekilde verilmiştir. Bu hikâyeye daha sonraki süreçte halkın sözlü anlatımında bazı eklemelerin yapıldığı görülür. Gülgûn Uyar, Suyûtî'den yapılan tercümelerde olmayıp halkın sonradan ekleme yaptığı konulardan birinin Bizans imparatorunun kızıyla ilgili olduğunu tespit etmektedir. Sonradan eklenen kısma göre imparatorun kızı Katerina, zorla evlendirilmek istenen veya Hristiyan yapılmak istenen kızlardan haberdar olur. Gizlice giderek onları ziyaret eder ve yakınlık kurar. Kızlar, zorlandıkları şeyden dolayı durmadan Allah'a sığınmakta ve canlarını alması için durmadan dua etmektedirler. Karar vermeleri için tanınan 40 günün sonunda canlarını teslim ederler. Onlara çok bağlanan Katerina da dua ederek onlar gibi ölmeyi arzu eder. Onun da duası kabul olur ve oracıkta can verir. İmparator, kızı Katerina'yı Çifte Sultanların az uzağında bir yere defnettirir. İnanışa göre avludaki diğer üstü açık türbe Katerina'ya aittir.

Sünbül Sinan ve Zincirli Servi

Hz. Hüseyin'in kızları Bizans döneminde zamanla azize ilan edilirler. Mezarları da kutsal bir ziyaret mekânına dönüşür. Ancak Latinlerin İstanbul'u işgali sırasında yaşanan yağma ve çapuldan birçok yer gibi Çifte Sultanlar'ın mezarı da nasibini alır. Harabeye dönen mezar ve çevresi zamanla tanınmaz hâle gelir ve kaybolur.

Halvetiye şeyhlerinden Sünbül Sinan Efendi (1452-1529), gördüğü bazı rüyalar üzerine mezarların yerini bulmak için istihareye yatar ve mezarların yerini nihayet tespit eder. Mezarların toprağı düzenlenerek etrafı çevrilir ve muntazam bir türbe hâline getirilir. Ardından türbenin civarına medrese, cami ve tekke inşâ ettirir. Sünbül Sinan, vefat etmeden evvel bu hanım sultanların ayak ucuna defnedilmeyi vasiyet eder. Sünbül Efendi'den bu yana, özellikle Muharrem ayının onuncu gününde burayı ziyaret edip Kerbelâ'yı anmak âdet hâline gelmiştir.

Koca Mustafa Paşa Külliyesi'nin avlusunda bulunan ve çeşitli halk inanışlarına da konu olan kuru bir servi ağacı bulunmaktadır. Etrafı ahşap bir mahfazayla çevrili olan bu ağaç, halk arasında zincirli servi ismiyle şöhret bulmuştur. İmam Suyûtî, bu servi ağacı için iki ayrı ihtimalden söz eder. Servi ağacı ya mezarların yeri belli olsun diye imparator tarafından dikilmiştir veyahut Hz. Cabir bu ağacı onların mezarının başına dikmiştir. Halk arasındaki bir inanış ise kızların bu ağacın altında vefat ettiklerine işaret eder. Onlar vefat edince ağaç bir anda kuruyuvermiştir.

Rivayet edilen bilgilere göre Sünbül Efendi, mezarların yerini tespit edince servi ağacının kurumakta olduğunu görmüş ve onu korumak için zincirle sarmıştır. Aradan geçen uzun yılların ardından servi ağacı zinciri artık taşıyamadığından zincir, İstanbul Belediyesi Müzesi'ne kaldırılmıştır.

II. Mahmud'un türbeyi imar etmesi

Sultan II. Mahmud günün birinde selamlığa çıkmak ve Sünbül Sinan Efendi ile beraber diğer mübarek zevâtın türbelerini ziyaret maksadıyla Koca Mustafa Paşa Külliyesi'ne gelir. O sırada avluda üstü açık bir türbe dikkatini çeker ve bunun kime ait olduğunu sorar. Hz. Hüseyin'in Bizans'a esir düşen kızlarının türbesi olduğunu öğrenince bu bilginin doğru olup olmadığını tetkik ettirir. Devrin vakanüvisi Hoca Âsım Efendi, Hz. Hüseyin zamanında bu civarda bir savaş olmadığını ve bundan ötürü Hz. Hüseyin'in kızlarının burada esir düşme ihtimalinin bulunmadığını belirtir. Fakat yine de mezarda yatanların Hz. Hüseyin'in kızları olmasa da başka yakınları olabileceği ihtimaline karşı gereken düzenlemelerin yapılmasını tavsiye eder. Sultan, tavsiyeye uyarak 1813 yılında türbeyi kapsamlı bir düzenlemeden geçirir. Daha sonraki süreçte Sultan Abdülmecid ve II. Abdülhamid tarafından da bazı düzenlemeler yapılmış olsa da türbenin bugünkü görünümü II. Mahmud'un yaptırdığı düzenlemelerin eseridir. Başka bir rivayete göre II. Mahmud, türbeyi rüyasında gördükten sonra imar etmeye karar vermiştir.

Ve gerçekler ...

Hem Suyûtî'nin yazdığı Arapça risalesinin Osmanlıca tercümelerinde, hem de halk arasında yerleşen inanışlarda Hz. Hüseyin'in iki kızının Koca Mustafa Paşa Camii'nin avlusunda, Zincirli Servi'nin yanında açık bir türbede medfun oldukları belirtilmiş olsa da hiçbir kaynakta kızların İstanbul'a gelmiş olduklarıyla ilgili bir bilgi bulunmamaktadır. Gülgûn Uyar'ın belirttiğine göre, tarih ve neseb kitaplarında Hz. Hüseyin'in Fatıma ve Sükeyne isminde iki kızı olduğundan söz edilir. Yine kaynaklardaki bilgilere göre, Hz. Hüseyin'in kızları Kerbelâ faciasından sonra önce Şam'a oradan da Medine'ye gönderilmişlerdir. Hz. Fatıma 728'de Mısır'da, Hz. Sükeyne ise 735'te Medine'de vefat etmiştir. Bundan dolayı hiçbir bilimsel kaynak Çifte Sultanlar'da yatan kişilerin Hz. Hüseyin'in kızları olduğu bilgisini doğrulamamaktadır. Çifte Sultanlar türbesi hakkında Yabancı tarihçi Hasluck'un ileri sürdüğü görüşe göre ise söz konusu mezar, İstanbul'un fethinden önce burada defnedilmiş bir Hristiyan ermişe aittir.

Koca Mustafa Paşa Külliyesi'nin bulunduğu mıntıkanın, Emeviler'in İstanbul kuşatmaları sırasında şiddetli çarpışmalara sahne olduğu bilinmektedir. Burada çok sayıda sahabenin şehit düştüğü ve orada medfun olduğu kayıtlara geçmiştir. Dolayısıyla Çifte Sultanlar olarak bildiğimiz türbede Hz. Hüseyin'in kızları değilse bile türbenin etrafında birçok şehit sahabenin yattığı kabul gören bir gerçektir.

[email protected]