Kıbrıs'ın özgürlük sınavı olarak başörtüsü

Leyla Çaylı/ YDÜ Hukuk Fakültesi
18.10.2025

Bir kural herkese aynı şekilde uygulanıyor diye adil olmaz; adalet herkesin aynı şekilde görünmesi değil, herkesin var olduğu haliyle kabul görmesidir. Başörtü yasağı bu gerçekliği inkâr ederek eşitlik adı altında eşitsizlik üretmektedir. Çünkü başörtüsü, Müslüman kadınlar için dini bir vecibe ve inançlarının bir gereği olarak kabul edilmektedir.


Kıbrıs'ın özgürlük sınavı olarak başörtüsü

Leyla Çaylı/ YDÜ Hukuk Fakültesi

2025 yılının Nisan ayında Bakanlar Kurulu tarafından yapılan değişiklikle KKTC'de liselerde öğrencilerin başörtüsüyle eğitim görmesine imkân tanıyan Milli Eğitim Bakanlığı "Disiplin Tüzüğü" yeniden düzenlenmişti. Ancak KKTC Yüksek Mahkemesi, bu tüzüğün Anayasaya aykırı olduğuna karar vererek 2025 Eylül ayında bu tüzüğü iptal etti.

Bu noktada önemli olan soru şudur: Bu karar yalnızca teknik bir hukuk müdahalesi midir, yoksa toplumun kimlik, inanç ve özgürlük algısını doğrudan etkileyen daha derin bir kırılma mıdır?

Yüksek Mahkeme'nin başörtüsünün okullarda serbest bırakılmasına ilişkin tüzüğü anayasaya aykırılık gerekçesiyle iptal etmesi, yalnızca bireylerin dini özgürlükleri açısından değil, aynı zamanda laiklik ilkesi, eğitimde tarafsızlık ve kamu düzeninin korunması açısından da önem taşımaktadır.

Bir devlet "tarafsızlık" adına belirli bir inanç biçimini kamusal alanda görünmez kılmaya çalışıyorsa o devlet tarafsızlığını yitirmiş demektir. Tarafsızlık, bireyin inancını örtmeye zorlamak değildir, inancıyla birlikte var olmasına saygı duymak demektir. Bu konuyu yalnızca soyut ilkelerle tartışmak yerine anayasanın kendisine bakmak gerekir. KKTC Anayasası'nın başlangıç metni, halkın temel hak ve özgürlükler üzerinde egemen olduğunu ve devletin demokratik, özgürlükçü bir düzeni güvence altına aldığını ifade eder. Bu metinde öne çıkan değerler arasında özgürlük, eşitlik, adalet ve çoğulculuk yer alır. Başlangıç metni, devletin yalnızca düzeni sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda bireysel hak ve özgürlükleri güvence altına aldığını vurgular. Bu nedenle başörtü yasağı gibi uygulamalar, yalnızca kamu düzeni ve laiklik amacıyla getirilmiş olsa bile, başlangıç metninde belirtilen özgürlük ve çoğulculuk değerleriyle çatışmaktadır.

Eşitlik adı altında eşitsizlik

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasası'nın 8. maddesi tüm yurttaşların dil, din, ırk veya benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin yasa önünde eşit olduğunu hükme bağlamaktadır. Bu bağlamda devletin eğitim alanındaki düzenlemeleri de eşitlik ilkesine uygun olmalıdır. Liselerde uygulanan başörtü yasağı, dini inançları gereği başını örtmek isteyen öğrenciler açısından eğitim hakkına erişimde eşitsiz bir durum yaratmaktadır. Ne var ki sözde "herkese eşit uygulanan" bu yasak, gerçekte yalnızca başını örtmek isteyen öğrencileri hedef almaktadır.

Başörtü yasağı tüm öğrencilere aynı kuralı getiriyor gibi görünse de fiilen yalnızca belirli bir inanç grubunu etkileyerek onların özgürlüklerini sınırlandırmaktadır. Bir kural herkese aynı şekilde uygulanıyor diye adil olmaz; adalet herkesin aynı şekilde görünmesi değil, herkesin var olduğu haliyle kabul görmesidir. Başörtü yasağı bu gerçekliği inkâr ederek eşitlik adı altında eşitsizlik üretmektedir. Çünkü başörtüsü, Müslüman kadınlar için dini bir vecibe ve inançlarının bir gereği olarak kabul edilmektedir. Başörtülü öğrencilerin sadece bu inançlarını görünür kılan kıyafetleri nedeniyle eğitim hakkından tam olarak yararlanmasının engellenmesi veya kısıtlanması, doğrudan dini inanca dayalı bir ayrımcılık teşkil eder. Başörtü yasağı, dini inancını yaşam biçimine yansıtmak isteyen öğrenciler ile bu tür bir gereksinimi olmayan öğrenciler arasında bir eşitsizlik yaratır.

Böyle bir yasak öğrenciyi "inancını yaşamak mı, eğitim görmek mi" ikilemine zorlar. Oysa bu sorunun kendisi başlı başına bir insanlık ayıbıdır; bir devlette, eğitim sistemi bireye kimliğini kapı önüne bırakmadan eğitim hakkı tanımıyorsa, orada bir dayatma vardır. Dini inanca dayalı bir kıyafet tercihinin, öğrencinin akademik başarısını, kamu düzenini veya diğer öğrencilerin haklarını ihlal etmediği durumlarda bu tercihin yasaklanması, eğitimde fırsat eşitliğini zedeler.

Başı açık okula gitmek zorunda kalan başörtülü öğrenci kendisini iki farklı rol arasında sıkışmış hisseder: Ev/aile kimliğinde dini inançlarına ve kültürel değerlerine uygun olarak başörtülü olduğu, kendine ait ve güvende hissettiği kimlik. Okul/kamusal kimliğinde ise eğitimini sürdürebilmek için yasal zorunlulukla başını açmak zorunda olduğu ve bu nedenle kendi benliği ile çatışan kimlik. Bu zorunlu ikilik öğrencide derin bir rol çatışması yaratır. Öğrenci okul kapısında inancını ve kimliğinin bir parçasını bırakmak zorunda kaldığını hisseder.

Anayasa'nın 23. maddesi kişilerin düşünce, vicdan ve inanç özgürlüğünü güvence altına alır. Bu maddeye göre her birey, dini inancını açıklama veya açıklamama özgürlüğüne sahiptir; yani birey inancını içinde taşımakla değil, onu yaşamakla da özgürdür. Başörtüsü bu özgürlüğün somut bir yansımasıdır. Dolayısıyla okullarda başörtüsünün serbest bırakılması anayasal güvence altındaki inanç özgürlüğünün bir gereğidir. Başörtüsü Müslüman kız öğrenciler için sadece kişisel bir düşünce değil, aynı zamanda dini inancın kamusal alanda, yani okul ortamında görünür bir ifadesidir. Bir kişinin inancını yaşama biçiminin zorla kısıtlanması doğrudan vicdan ve din özgürlüğünün ihlali anlamına gelir. Başörtüsü bu öğrencilerin kendilerini dini inançlarıyla bütünleştirdikleri bir yaşam biçimi tercihidir. Bu tercihin temel bir hak olan eğitim hakkını kullanmanın bir koşulu olarak yasaklanması 23. maddedeki özgürlüğün özünü zedeler. Böyle bir düzenleme disiplin değil, baskıdır.

Laiklik değil, ideolojik baskı

Laiklik ilkesi sıklıkla bu yasağın dayanağı olarak öne sürülse de laiklik inancı kamusal alandan kovmak demek değildir. Laiklik, devletin hiçbir inancı diğerine üstün tutmamasıdır. Eğer laiklik adı altında belli bir inanç sahibi öğrenciler kamusal görünürlüğünden arındırılıyorsa, orada laiklik değil, ideolojik baskı vardır. Çünkü özgürlüğü korumayan bir laiklik tarafsız değil, taraflıdır. Eğitim sistemi öğrencileri inançlarından dolayı dışlamak yerine farklı kimliklerin bir arada var olabildiği bir alan olmak zorundadır. Başörtüsünün yasak olduğu bir okul modeli aslında "Biz seni burada ancak bizden biri olursan kabul ederiz" demektir. Böyle bir sistem ne laikliktir, ne tarafsız, ne de eşittir. Bu özgürlüğün küçümsenmesi temel hakların bastırılmasıdır.

Anayasanın 1. Maddesine göre "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti, demokrasi, ... hukukun üstünlüğü ilkelerine dayanan laik bir Cumhuriyettir". Burada öngörülen laik cumhuriyet, hukuk devleti ve demokratik bir laik cumhuriyettir. Hukuk devleti ve demokrasinin bütünleştiği demokrasinin adı, liberal demokrasidir. Bu demokrasinin bir diğer ifade şekli anayasal demokrasidir. Anayasal demokrasiye uygun laiklik, otoriter, militan, dışlayıcı, dindarları ötekileştirici laiklik değil, "pasif laiklik"tir. Pasif laiklik ise devletin,başörtüsü de dahil olmak üzere dinin kamusal görünürlüğüne göz yumarak daha etkisiz bir pozisyon almasını ifade eder. Yani bu laiklik türünde devlet, dinin kamusal alanda görünürlüğüne müdahale edemez, yasaklamalar getiremez. Bu laikliğin temeli, devletin din olgusu karşısında tarafsız kalması, değişik inanç grupları karşısında eşit mesafede durması, ayrım yapmaması ve kamu düzenini koruma amacı dışında dinin kamusal görünürlüğüne müdahale etmemesidir. Demokrasi ve hukuk devleti ile uyumlu olan laiklik, pasif laikliktir. Başörtü yasağında olduğu gibi, otoriter, militan,dışlayıcı, dindarları ötekileştirici laiklik uygulamaları,demokrasiyi, hukuk devletini yok eder, sistemi otoriterleştirir. Otoriter dayatmacı laiklik uygulamaları Anayasanın 1. maddesindeki demokratik, laik hukuk devleti ilkesini öngören hükümleri esaslı bir şekilde ihlal eder.

Başörtü yasağının savunucuları genellikle Anayasa'nın 24. maddesi çerçevesinde başörtüsü serbestisinin "kamu düzenini bozacağı" veya "başkalarının haklarını ihlal edeceği" yönünde varsayımsal endişeler öne sürer. Bu endişeler genellikle "diğer öğrencilere baskı" şeklinde dile getirilir. Oysa temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması için somut, yakın ve ciddi bir tehlike gerekir. Başörtüsünün kendisi ne akademik başarıyı düşüren ne de fiziksel bir tehlike yaratan bir kıyafet tercihidir. Bir kıyafetin salt varlığı nedeniyle gerçekleşmemiş bir "sosyal baskı" varsayımını inanç ve eğitim hakkı gibi temel hakların önüne koymak, hukuk devletinin mantığına aykırıdır.

Eğer okul ortamında başörtüsü nedeniyle bir öğrenciye baskı yapılırsa devletin görevi yasak koymak değil, o baskıyı uygulayan kişiye yönelik baskı ortamını ortadan kaldırmaktır. Bir hakkın kötüye kullanılma ihtimalini ortadan kaldırmak için o hakkın kendisini ortadan kaldırmak en kolaycı ancak en antidemokratik yoldur. Devletin pozitif yükümlülüğü çoğulcu bir ortamda hoşgörüyü ve saygıyı öğretmek olmalıdır.

Kadın hakları ihlali

Şimdiye kadar yürütülen tartışmalar başörtü yasağını inanç, eğitim ve eşitlik gibi anayasal değerler üzerinden ele almış olsa da meselenin en ihmal edilen boyutu, yasağın kadın haklarına, bedensel bütünlüğe ve kişisel özerkliğe yönelik doğrudan bir saldırı olmasıdır. Kamusal eğitim ortamında kıyafet üzerinden bir yasak getirmek, bir kadının veya genç kızın kendi bedeni ve görünümü hakkında verdiği kararı devletin hiyerarşik denetimine tabi kılmaktır. Bu, modern bir hukuk devletinin kabul edebileceği bir durum değildir. Başörtüsü bireyin dini inancının bir ifadesi olduğu kadar aynı zamanda kadının kendi yaşam tarzını belirleme ve dış görünümünü oluşturma özgürlüğünün somut bir yansımasıdır. Kadın haklarının temelinde bireyin bedeni üzerindeki yegâne karar verici olması ilkesi yatar. Devletin bir öğrencinin akademik başarısını, kamu düzenini veya diğer öğrencilerin eğitimini hiçbir şekilde tehdit etmeyen bu kişisel tercihine müdahale etmesi Anayasa ile güvence altına alınan kişisel yaşamın gizliliği ve bedensel bütünlük hakkını ihlal eder. Bir liseli kız öğrenciyi inancının gereği olan bir kıyafeti çıkarmaya zorlamak ona kimliğini parçalaması yönünde bir dayatma yapmaktır. Bu, baskının en ince ve en derine işleyen biçimlerinden biridir. Kadınların ne giyeceğine devletin değil, yalnızca bireyin kendisinin karar vermesi evrensel bir kadın hakkıdır. Çağdaş bir hukuk devleti kadınların ne giyeceğine karar veren değil, her kadının kıyafetle ilgili seçimini güvence altına alan bir pozisyonda durmak zorundadır. Yasağın kaldırılması kadın hakları ve bireysel özgürlükler açısından atılacak kritik ve gecikmiş bir adımdır.

KKTC artık yüzünü geleceğe dönmelidir. Dünyanın en gelişmiş demokrasileri kamusal alanda çeşitliliği ve bireysel tercihi bir zenginlik olarak kabul etmektedir. Bu ülkenin geleceği farklı inanç ve kimliklerin uyum içinde var olabildiği, genç kadınların ise kimliklerini feda etmeden eğitim alabildiği bir ortamda yeşerecektir.

Zira özgürlüğün gerçek sınavı, en hassas kimliklere dahi kamusal alanda ne kadar yer açtığımızdır.