Kılıçdaroğlu için karar anı!

Prof. Dr. TANJU TOSUN Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi
2.02.2013

Bugün CHP’nin en temel sorunu ideolojik tutarlılık ve netliktir. Ya parti içinde ulusalcıların başı çektiği çok sesliliği disipline edip tabandaki ulusalcıları da ehlileştirme süreci başlatılarak özgürlükçü sol kimlik partide hakim kılınacak ya da mevcut heterojen kimlikli disiplinsiz hal ile yola devam edilecek.


Kılıçdaroğlu için karar anı!

Çağdaş Türkiye politikasını yakından izleyenlerin akademik ya da aktüel politik uğraşılarında önlerinde hazır buldukları malzemelerden biri CHP’de yaşanan iç gelişmelerdir. Ne zaman CHP’nin içinde veya CHP aracılığıyla Türkiye politikasına dair bir tartışma yaşansa, kamuoyu dikkatlerini bu partiye yöneltmekte. Bu yönelim bir yönüyle CHP’nin Türkiye parti siyasetinde çok önemli bir kurucu aktör olmasıyla yakından ilgili olduğu kadar, diğer yönüyle bu partiye dair tartışmaların Türkiye siyasetinin nereden nereye doğru evrildiğiyle de alakalıdır. Bir süre önce Hüseyin Aygün’ün öldürülen PKK yöneticilerinin ailelerine taziye ziyaretine gitmesi ve tek parti yönetimine dair dillendirdiği hususlar, ardından CHP Parti Meclisi üyesi Birgül Ayman Güler’in Meclis’te anadilde savunma hakkıyla ilgili kendisine verilen söz üzerine sarf ettiği ırkçı söylemi, bu anlamda yeni bir politik hazır malzeme olarak kabul edebiliriz. Aygün ve Güler’in Kürt sorununa bakışları, konuya ilişkin söylem ve tavırları veri alındığında, salt Kürt meselesi örneğinde dahi CHP içinde göz ardı edilemeyecek karşıtlıklar, birbirine eklemlenmiş ideolojik ayrışmaların mevcut olduğunu görüyoruz. Önce Aygün’ün söylem ve eylemleri, ardından Güler’in sözleriyle açığa çıkan ideolojik ayrışma temelindeki karşıtlıkların CHP’deki politik-sosyolojik karşılığı üzerine düşünmek, partide yaşananları daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir.

Demokratik siyasetin vazgeçilmez kitlesel kurumları olan siyasi partileri rekabet ettikleri sistem içinde bir yerde konumlandırmaya çalışırken, ideolojik, programatik temelleri,  örgütsel özellikleri, liderlik yapısı ve toplumsal tabanları bağlamında değerlendirmek gerekir. Bu unsurlar üzerine eğilmek suretiyle yapılacak değerlendirmeler, olgulara nesnel yaklaşmamıza yardımcı olabilir. Güler’in Kürt sorununa yaklaşımı üzerinden CHP’de olan biteni anlamaya çalışırken, bu anlamda ideoloji, program, örgüt, liderlik ve toplumsal taban unsurları ve bunlar arasındaki ilişkiye kabaca göz atmalıyız.

CHP’de liderlik yapısı

Önce CHP’nin cari ideolojisinden yola çıkarak konuya yaklaştığımızda, Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçilmesiyle birlikte başlayan süreçte parti ekonomi-politik ve kültürel olana dair referansları üretme, kullanma anlamında kurucu ideolojisini ısrarla dillendirmek yerine, ideolojik rotasını sosyal demokrasiye çevirmek suretiyle toplumla 90’lardan itibaren kopan politik meşruiyet bağını yeniden tesis etmeye çalışmıştır. Bunu da “Yeni CHP”  olarak dillendirmektedir. İdeolojiden yola çıkarak önceki dönemde sınırları daralmış toplumsal meşruiyeti yeniden tesis etmek, yaygınlaştırmak için girişilen bu çabanın CHP’yi AK Parti karşısında 2000’lerde iktidarın potansiyel adayı yapmak için düşünülmüş doğru bir hamle olduğuna şüphe yok. Fakat “Yeni CHP” kimliğinin içinin programatik temelde doldurulmamış olması, toplumda yeni kimliğe dair bir belirsizliğe yol açmakta, mevcut belirsizlik ortamında parti içinde Türk etnik kimliği temelli ulusalcılıktan, Kürt kimliği temelli solculuğa, özgürlükçü sol ya da sosyal demokratlıktan, liberal sol ve sağa kadar yayılan ideoloji adacıkları ve sahiplenicileri arasında parti içinde açık ya da örtük bir mücadele yaşanmaktadır. Bugün itibarıyla kamuoyunda ulusalcı olarak parti yönetim kademelerindeki aktörlerin seslerinin daha yüksek çıkması, CHP’de ideolojik hegemonik konumlarından değil, bu ideoloji adacığını benimseyen aktörler arasındaki dayanışmanın gücünden kaynaklanmaktadır (Güler’in sözlerinin ardından Süheyl Batum’un Güler’e sahip çıkıp, adeta korumaya alması konuya ilişkin tipik bir örnektir). Diğer yandan, partideki kimi popüler, estetize ulusalcıların Sezgin Tanrıkulu gibi Kürt milletvekillerini partide neredeyse misafir olarak görmeleri bir başka örnektir. CHP’de merkez sağdan devşirilen kimi aktörlerin parti içinde sessiz yığınlar olarak varoluşu, Türkiye merkez sağının pragmatik, araçsal aklı veri alındığında anlaşılabilir iken, asıl anlaşılmaz olan; özgürlükçü sol-sosyal demokrat ve liberal sol cenahın aynı sessiz yığınlar arasında yer almasıdır. İlginç olan ise; ideolojilerin doğası gereği mevcut halleriyle sosyal demokrat iddialı bir partide tarihin akışına aykırı biçimde ulusalcılar ile özgürlükçü solun zıtlıklarıyla eklektik biçimde bir arada tutundurulmaya çalışılmasıdır. “İmkansızlıkların birlikteliği” olarak okunabilecek bu veri durumu sona erdirip, ideolojik türdeşlikle yola devam etmenin koşulu partide yeni bir programatik temel inşa etmekten geçmektedir.

Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığıyla birlikte örgütsel yapı ve örgütün iç işleyişi ile parti iç siyasetinde süreçlerin yönetimi anlamında eski yönetimle kıyaslandığında CHP’de katılımcı ve demokratik süreçler işlemektedir. Partideki yeni örgütsel iklim ve üyelikten delegeliğe uzanan sistem içinde yeni genel başkana ve yönetime bağlılık konusunda sorun olmadığı gibi, örgütsel yapıda ‘Yeni CHP’ye ve partinin sosyal demokrat kimliğe evrilme uğraşısına azımsanamayacak bir destek söz konusu. Genel Merkez nezdinde sesi yükselen tepkici ulusalcığın örgütte varlığı hissedilmekle birlikte, etkinlik düzeyi düşüktür. Saf bir türdeşlikten söz edilemese de, Atatürkçülüğü sosyal demokratlıkla harmanlayan, özgürlükçü sol çizgiyi benimseyenler ile Alevi kimliğini eşit kimlikler arasında birinci gören CHP’liler ulusalcılarla kıyaslandığında örgütte hakim unsurlar olarak öne çıkmakta. Bu anlamda, ‘Yeni CHP’yi programatik temelde inşa etme sürecinde örgütün desteğinin CHP elitlerinin arkasında olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Çağdaş Türkiye parti siyasetinde partilerin benzeştikleri yegane ortak özellik; liderler oligarşisi olup, partilerin tabiatını açıklamak için geliştirilen “Oligarşinin Tunç Kanunu” partilerin tavanındaki anti-demokratik süreçleri dün de, bugün de fazlasıyla açıklayıcıdır. Türkiye’de sosyal demokrat hareketin gelişim sürecinde 1970’lerin ikinci yarısındaki CHP ve 1990’larin ilk yarısındaki SHP bir yana bırakıldığında, Ecevit’in DSP’sinden Baykal’ın CHP’sine demokratik sol ya da sosyal demokrat etiketli partilerde de parti içi disiplini tesis etme adına partililerin zapturapt altına alındığı bir liderlik yapısı ve anlayışı egemen olmuştur. Baykal sonrasında bu model liderlik yapısının terk edilmesi, CHP’yi sosyal demokrat bir öze kavuşturmak namına olması gereken ise de, yeni model yıllarca sıkı markaja alınmış CHP’li profesyonel siyasetçilere bol gelmiş ve Kılıçdaroğlu’nun partinin iç işleyişinde estirdiği demokratik rüzgarlar, son tahlilde parti içi disiplinin disiplinsizlikle sonuçlanmasına yol açmıştır. Mevcut tablo karşısında CHP’deki ideolojik adacıklara dayalı heterojenliğin partide birlik ve bütünlüğü tahrip etmemesi için, liderin yol göstericiliğinde kurullara ve kurallara dayalı işleyişin tesis edilmesi hayati öneme haiz olup, bu konuda Kılıçdaroğlu’na büyük görev düşmektedir.

Toplumsal tabanın sosyolojisi

20. yy’ın son çeyreğinde siyasi partilerin yaşadığı en önemli evrim, iktidara uzanma adına sınıfsal temellerinin belirsizleşmesidir. İdeolojilerindeki esnekleşmeyle eşzamanlı yürüyen bu taban sosyolojilerinin heterojenleşmesi ve belirsizliği Türkiye’de AK Parti’den CHP’ye tüm partileri etkilemiştir. Her kesimden oy kapmaya (catch-all) odaklanan partiler için bugün diğerine tercih edilen, üstün görülen bir toplumsal taban mevcut olmadığı gibi, bu tabanın aktörü olan seçmenler için asla yanına yaklaşılmayacak parti sayısı da fazla değildir. Potansiyel olarak, ideolojik bağlamda tutarlı, topluma vadettikleriyle veya siyasalarıyla itibarlı partiler seçmenleri kolaylıkla yanına çekebilmekte. AK Parti’nin 10 yılı aşan kesintisiz iktidarı tutarlılık ve itibarın ürünü olup, muhafazakar demokrat iddialı kimliğiyle toplumun her kesiminden oy alabilen AK Parti karşısında CHP’nin taban sosyolojisinde parti ekseninde “kimlerle niçin bir arada olabiliriz?” sorusuna sağlıklı bir yanıt verilemezken, seçmen ekseninde de “Niçin CHP?” sorusuna rahatlıkla verilen bir yanıt mevcut değil. Sorulara verilen yanıtların sınırlı ve belirsiz oluşu, CHP’nin klasik tabanının dışına çıkıp, geniş kitlelere ulaşmasına engel olmaktadır. Konuya ilişkin yapılan ampirik araştırmalarda CHP etrafında AK Parti ve Kürt kimliği karşıtlığında kümelenen ulusalcı-Kemalist kitle ile, Atatürkçü, sınırlı sol ve sosyal demokrat kimlikli seçmenler ağırlıkta olup, partiyle politik ve kültürel olan üzerinden bağ kuran seçmen kitlesi dışında, ekonomik olan aracılığıyla CHP’ye yönelen seçmen çok sınırlı düzeydedir. Taban sosyolojisi bağlamında CHP politik olan ile ekonomik olanı harmanlayıp, toplumun karşısına tutarlı bir kimlikle çıkmadığı sürece itibar artışı pek kolay görünmüyor.

CHP’nin iktidara yaklaşma adına Kılıçdaroğlu ile birlikte tercih ettiği “zıtların, hatta imkansızların birlikteliği”ni eklektik biçimde partide tutma uğraşısının, Ayman Güler’in çıkışıyla birlikte çok güç olduğu netleşmiştir. Bugün CHP’nin en temel sorunu ideolojik tutarlılık ve netliktir. Bu anlamda Kılıçdaroğlu için artık karar anı yaklaşmıştır. Ya parti içinde ulusalcıların başı çektiği çok sesliliği disipline edip, tabandaki ulusalcıları da ehlileştirme süreci başlatılarak, özgürlükçü sol kimlik partide hakim kılınacak ya da mevcut heterojen kimlikli disiplinsiz hal ile yola devam edilecek. Kılıçdaroğlu’nun öncülüğünde verilecek karar CHP için hayati öneme sahip. Tabii ki bu kararı verebilmek ancak bir Program Kurultayının toplanması ve CHP’nin burada ne olmak istediğini netleştirmesiyle mümkün.

[email protected]