Kılıçdaroğlu’nun dört büyük günahı!

Dr. Ramazan Akkır / Siyaset Bilimci-Yazar
18.08.2018

‘Yeni CHP’ söyleminin üretim yeri, ABD’dir. Hatta ‘Yeni CHP’ için düğmeye oldukça erken bir tarihte, 2008 yılında basılmıştır. Menşei Amerikan-İsveç olan Silkroad Enstitüsü, 2008 yılında hazırlamış olduğu raporda, Baykal’ın istifa ettirilerek Kemal Kılıçdaroğlu’nun partinin başına getirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.


Kılıçdaroğlu’nun dört büyük günahı!

Türkiye, 6 Mayıs 2010 tarihinde bir kaset skandalı ile güne uyandı. Ana muhalefet partisinin lideri Deniz Baykal’ın temel aktörü olduğu skandalın amacı siyaseti ve CHP’yi yeniden dizayn etmekti. Organizatörlerin beklediği oldu; Baykal istifa etti. Hemen ardından da 22 Mayıs 2010 tarihinde yapılan CHP’nin 33. Olağan Kurultayı’nda genel başkanlığa Kemal Kılıçdaroğlu getirildi. “CHP’de korku imparatorluğunu yıktık” sözlerinin gölgesinde genel başkanlık koltuğuna oturan Kılıçdaroğlu, ikircikli bir siyaset izlemeye başladı. Bir taraftan partinin kemalist-ulusalcı tarafına “selam çakarken” diğer taraftan da muhafazakâr seçmene açılmaya çalıştı. Kılıçdaroğlu, ideolojiden öte toplumsal ve ekonomik sorunları önceleyen “Yeni CHP” söylemi ile toplumun farklı kesimlerinin teveccühünü hedeflemişti. CHP’nin klasik hale gelen başörtüsü, laiklik, din veya şeriat karşıtlığından farklı tutum benimsedi Kılıçdaroğlu. Ancak belli bir aşamadan sonra hem CHP’nin ideolojik rotası değişmeye/dönüşmeye hem de emperyalist ve küresel güç odaklarıyla ittifak yapılarak partinin ulusal/milli kimliği yok edilmeye başlandı. Peki, hangi küresel güç Kılıçdaroğlu’nu piyasaya sürdü ve ‘Yeni CHP’yi üretti?

Yeni CHP: Made in ABD

Öncelikle, ‘Yeni CHP’ mevzusunu biraz açayım; Kılıçdaroğlu’nun 2010 yılında CHP’nin genel başkanlık koltuğuna oturması ile piyasaya sürülen ‘Yeni CHP’ söyleminin üretim yeri, Amerika Birleşik Devletleri’dir. Hatta ‘Yeni CHP’ için düğmeye oldukça erken bir tarihte, 2008 yılında basılmıştı. Menşei Amerikan-İsveç olan Silkroad Enstitüsü, 2008 yılında hazırlamış olduğu raporda, Baykal’ın istifa ettirilerek Kemal Kılıçdaroğlu’nun partinin başına getirilmesi gerektiğini yazıyordu. Ayrıca raporda, CHP’nin Avrupa merkezli bir sosyal demokrat partiye dönüşeceği gibi fütürist ifadeler de yer alıyordu. Plan adım adım işletildi. Baykal oyun dışı bırakıldı, yerine de Kılıçdaroğlu geçirildi. Böylece ilk hedefe ulaşılmış oldu. Hülasa, ‘Yeni CHP’ söylemi; kökü dışarıda, emparyalist odaklarla iş tutan, yerlilikten uzak emperyal bir söylemin kendisidir. İşte bundan dolayı olsa gerek, Kılıçdaroğlu ile beraber CHP, ikircikli bir siyaset izlemeye başladı. Beklenti, CHP’nin toplumun farklı kesimlerine açılmasıydı. Ancak öyle olmadı. CHP, sadece küresel odakların çıkarına uygun bir çizgide politikalar üretme yoluna gitti. Kaset tertibiyle başlayan süreç, Türkiye karşıtı odakların pozisyonuna uygun politika üretme ile devam etti. Kendi Kemalist-ulusalcı köklerinden kopan veya kopmayı deneyen CHP; emperyalist, Amerikancı bir çizgiye savrulmuş ve “CHP’deki değişimden çok umutluyuz” diyen ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Eric Edelman’ın hizasına savrulmuştur.

‘Kontrollü darbe’ söylemi

Ali Şeriati, İnsanın Dört Zindanı adlı eserinde insanın; doğa, tarih, toplum ve benlik zindanının kuşatması altında olduğuna dikkat çeker. Şeriati’nin ifadesiyle “İnsan dört zorlayıcının etkisindedir; bu dört zorlayıcı gücün etkisinden özünü kurtarınca özde insan olabilir ve gerçek anlamı ile insan olmak bu dört zindandan kurtularak özgürlüğün elde edilmesine bağlıdır.” Peki, emperyalizmle aynı çizgiye savrulan ve dört büyük siyasal günahın ağırlığını yüklenen Kılıçdaroğlu, prangalarından kurtularak özgürlüğünü elde edebilir mi? İşlemiş olduğu siyasal günahlarından arınabilir mi?

Öncelikle Kılıçdaroğlu’nun en büyük günahı, “Kontrollü darbe” söylemidir. 15 Temmuz gecesinde FETÖ’nün taşeronluğunda bu ülke bir işgal girişimi ile karşı karşıya kaldı; 250 vatandaşını kaybetti. Bu kanlı darbe girişiminin FETÖ tarafından yapıldığı aşikârdı. 15 Temmuz gecesinde okunan darbe bildirisinin içeriği, askeri kurumlarda yakalanan sivil ve asker şahısların ideolojik kimliği; bu darbe kararının FETÖ’nün sivil kanadı tarafından tasarlandığını ve askeri kanadı tarafından da uygulandığını tüm çıplaklığı ile ifşa etmekteydi. Böylesi bir durumda, 15 Temmuz’un kontrollü darbe olduğunu iddia etmek ne anlama gelir? ABD yapımı olan FETÖ’yü savunmak anlamına gelmez mi? Daha da kötüsü, kontrollü darbe söylemi, sadece yurt dışına kaçan FETÖ hainlerin işine yaramış ve onlar tarafından Türkiye’yi itibarsızlaştırmak ve karalamak için kullanılmıştır. Halen de yurt dışında bulunan Ekrem Dumanlı, Adem Yavuz Arslan veya Kerim Balcı gibi FETÖ mensupları tarafından köpürtülerek dünyaya servis edilmektedir. Kontrollü darbe söylemi ile FETÖ’yü aklayan Kılıçdaroğlu, “İktidarda 120-180 Bylockçu var” iddiası ile de tıpkı FETÖ’cüler gibi, darbenin püskürtülmesinde ana aktörlerden biri olan siyasi iradeyi itibarsızlaştırmayı tercih etti. Öyle ki AK Parti’yi yıkmak ve Erdoğan’ı tasfiye edebilmek için aynı söylemi devam ettiriyor. Burada sorulması gereken soru şudur: Kontrollü darbe söylemi Kılıçdaroğlu’na mı aittir, yoksa KIlıçdaroğlu FETÖ mensupları tarafından üretilen söylemi mi kullanmaktadır?

Kimler için yürüdü?

Kılıçdaroğlu’nun ikinci büyük günahı, “Adalet Yürüyüşü” olsa gerek. Öncelikle bu yürüyüşün adalet veya hukuk aramakla ilgisi yoktu, amaç FETÖ mensuplarını kurtarmak, Türk siyasetini kuşatmak ve ipotek altına almaktı. Adalet yürüyüşünün hangi gerekçelerle yapıldığını hatırlayalım. Kılıçdaroğlu, 14 Haziran 2017 tarihinde MİT’e ait TIR’ların görüntülerini Cumhuriyet Gazetesi’nin eski Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’a verdiği gerekçesi ile yargılanan CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu’nun yirmi beş yıl hapis cezasına çarptırılması üzerine İstanbul’a yürüme kararı aldı. Ancak yürüyüşün tek gerekçesi Enis Berberoğlu’nun hapis cezasına çarptırılması değildi. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra OHAL kapsamında çıkarılan KHK’lara karşı da yürüyordu CHP lideri. Çünkü ona göre, asıl darbe 20 Temmuz’da yapılmıştı. Çünkü 15 Temmuz kontrollü darbeydi. Peki, ne olmuştu da Kılıçdaroğlu asıl darbenin tarihi olarak 20 Temmuz’u işaret ediyordu. Bu tarihte hükümet meclisten OHAL yetkisi almıştı. OHAL darbeciler ve arkasındaki güçlerle hesaplaşma için gerekliydi. Yani FETÖ ile mücadele için olmazsa olmazdı. Yani Kılıçdaroğlu, 250 şehidin verildiği, binlerce kişinin gazi olduğu destansı bir direnişi “kontrollü darbe” söylemiyle itibarsızlaştırmaya çalışmakla kalmıyor, FETÖ ile mücadele amacıyla çıkarılan OHAL yetkisinin alındığı tarihi “asıl darbe 20 Temmuz’da yapıldı” diyerek FETÖ’cülere kalkan olmaktan da geri durmuyordu. 7 Şubat MİT kriziyle başlayan, 17-25 Aralık kumpaslarıyla süren FETÖ ile işbirliğinin gereğini yerine getiriyordu CHP lideri.    

Kılıçdaroğlu, “Silahlar ÖSO’ya gidiyordu” veya ““Milli İstihbarat Teşkilatı’nın silah kaçakçılığı yapmak gibi bir görevi yok. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın yasasına baktığınızda, örgütün operasyonel eylem yapma yetkisi de yok” gibi açıklamalarla, Türkiye’yi yangın yerine çevirmeye ve Erdoğan’ı da Misak-Milli sınırlarına hapsetmeye çalışan küresel güç merkezlerine malzeme üretirken küresel güç odaklarından habersiz olabilir miydi? Kaldı ki MİT TIR’larına operasyonun FETÖ tarafından tezgahlandığı sonradan ortaya çıkmıştı. Türkiye’yi ve siyaseti kuşatmak için MİT’e ait TIR’lara yönelik operasyonda hem CHP milletvekili Enis Berberoğlu hem de Kılıçdaroğlu, küresel kuşatmanın manivelası oldular. Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ı tasfiye edebilmek için Türkiye’yi kuşatan odaklarla kol kola girmekten bile çekinmedi. 

FETÖ’cülere umut oldu?

Öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan, FETÖ’nün ihanet odağı olduğunu farkettiği andan itibaren bu yapıdan uzak durmaya başladı. Hatta eski Genelkurmay Başkanı Emekli Orgenaral İlker Başbuğ’un ifadesiyle yalnız bırakılmasına rağmen tek başına FETÖ ile mücadele etti. CHP’nin eski milletvekillerinden Birgül Ayman Güler’in ifadesiyle, “Türkiye’yi sağıyla Soluyla sizayn etme cüreti bulmuş emperyalizmin ajanını” ve “Yeni Gladyo” ile amansız bir mücadele veriliyordu. Ancak Kılıçdaroğlu, FETÖ’yle el ele kol kola hareket etti. Birgün Ayman Güler’in “Her ne kadar parti yönetimimiz inkar etse de 30 Mart seçimlerinde FETÖ ile ittifak yaptık” açıklaması Kılıçdaroğlu yönetiminin FETÖ ile dirsek temasının ifşasıydı. Kılıçdaroğlu daha sonra Eren Erdem, Enis Berberoğlu, Mahmut Tanal gibi vekillerini FETÖ’ye kalkan yapacaktı. Kendisi de FETÖ’nün yayın organlarını ziyaret etti, demeçler verdi. FETÖ’nün yayın organı Zaman gazetesi mensupları ile buluşan Kılıçdaroğlu, Eren Erdem gibi bir CHP vekiline de talimat verip Zaman gazetesinin önüne gönderdi. Peki, bu durumda Kılıçdaroğlu kime çalışıyor ve ‘Yeni CHP’ kimin projesidir?

Sırtını kaosa dayadı?

Kılıçdaroğlu’nun bir siyasi günahı da kaosa zemin hazırlayan anti-demokratik organizasyonlara sırtını dayamasıdır. Bunun en bariz örneği, Gezi sürecinde ortaya koymuş olduğu siyaset biçimidir. “Eylemcilerin tertemiz alınlarından öpüyorum. Onlara şunu söylüyorum; haklı talepleriniz var” diyerek hem vandallığı meşrulaştırmaya hem de FETÖ’nün kaos çıkarma ve darbeye zemin hazırlama projesine hizmet etmiştir. Küresel güç odaklarının taşeronu FETÖ gibi anti demokratik vesayet odaklarının gölgesine sığınan Kılıçdaroğlu, tüm muhalifleri kendi hinterlandında toparlayarak gücünü konsolide etmeye çalışmıştır. Ancak tercih edilen siyaset anti demokratik, gayri milli ve kayıt dışıdır. Tüm bu siyasal açmazların nedeni; uzun süreden beri darbe şartlarını oluşturmaya ve kriz/kaos görüntüsünden güç devşirmeye çalışması olsa gerek. Türkiye’nin maruz kaldığı dış destekli asimetrik savaşın bir parçası olmasına rağmen maalesef Kılıçdaroğlu, terör örgütü FETÖ’nün darbeye zemin hazırlamak için tezgahladığı gün yüzüne çıkan şiddet eylemlerine ve Gezi Parkı vandallığına destek vermişti.

Kısacası, Türk siyaseti ve CHP, Kemal Kılıçddaroğlu’nu persona nongrata ilan ederek günahlarından arındırmalı.

[email protected]