Kim bu Selefiler?

Doç. Dr. Ramazan Akkır / Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi
9.10.2020

Tarihsel Selefi düşünce ile modern Neo-Selefilik arasında bariz farklılıklar bulunmaktadır. Bu bağlamda Selefilik, bazı ortak özellikleri olmakla beraber, çelişkili ve birbirinden farklı tutum ve davranışları belli bir çerçeveye oturtan şemsiye bir kavramdır. Ne homojen bir düşünce ne de bütünsel bir bakış açısıdır.


Kim bu Selefiler?

Günümüz İslam dünyasının parametrelerinden birisini, kendisini hakikatin ve sünnetin tek temsilcisi olarak gören Selefiler oluşturmaktadır. Selefiler tarafından savunulan düşüncenin belli başlı özellikleri; dinin anlaşılmasında aklın kullanılmasına karşı duruş, sünnete ve selefe önem verme, bidatlere ve tasavvufa karşı olmadır. Islahat, davet, tasfiye veya cihat gibi birbirinden farklı tavırları içinde barındıran Selefilerin bir kısmı silahı ve şiddeti meşru görürken bir kısmı da içinde yaşadıkları siyasal sistem ile uzlaşmıştır.

1970’ten 11 Eylül’e

Özellikle İslam dünyasının 1970’li yıllardan itibaren yaşamış olduğu inkıraz, işgal ve saldırılar, Selefiliğe zemin hazırlamış, Selefiliği radikalleştirmiş ve Selefi düşünceye bağlı olan insanların bir kısmının şiddete ve teröre kaymasına neden olmuştur. 11 Eylül 2001 tarihinden itibaren sıklıkla karşımıza çıkan El-Kaide, DEAŞ, Boko Haram veya Eş-Şebab gibi silahlı örgütler, bu sürecin birer parçasıdır. Son dönemde ise hem Suriye’de yaşanan iç savaş hem de Batı dünyasının sergilemiş olduğu İslamofobik tavır, Selefiliği yeniden tartışmaların odağına taşımıştır. Tartışmaların güzergahını da ‘Selefilik nedir ve nereden türemiştir’, ‘Selefilik, neden yoğun bir biçimde gündemi meşgul etmektedir’, ‘Selefi akım neden şiddet ve terör ile anılmaktadır’ veya ‘Selefi gruplar silahlanıyor mu’ gibi can alıcı sorular belirlemektedir.

Bu sorulara cevap aramadan önce “Selef” ve “Selefi” kavramlarını kısaca tanımlayalım. “Selef” kavramından türetilen Selefi, “önce gelmek”, “geçmek”, “ataların yolundan gitmek” veya “geçmişte kalmak” gibi farklı anlamlara sahiptir. Dini literatürde ise Hz. Peygamber’in arkadaşları olan sahabe ve onlardan sonra gelen tabiun neslini ifade etmek için kullanılmaktadır. Selefi, sahabe ve tabiunun görüşlerine bağlı olan kişiyi; Selefilik de sahabe ve tabiunun görüşlerine bağlı kalınmasını savunan anlayış ve zihniyeti temsil etmektedir. Selefi anlayışın ana omurgasını sahabe, tabiin ve tebe-i tabiin neslinin yani “selef’in/öncekilerin anlamış ve yaşamış olduğu İslam anlayışı oluşturmaktadır. Ancak burada vurgulanması gereken ayrıntı şudur; sahabe, tabiin ve tebe-i tabiin gibi İslam’ı anlama ve yaşama kaygısı, sadece Selefi akıma mahsus değildir ve Selefilere hasredilemez. Bu çaba, İslam dünyasında varlık gösteren dini grupların neredeyse tamamının temel motivasyon kaynağıdır. Ancak Selefiler, bu söylem üzerinden kendilerini meşrulaştırmaktadır.

Modern bir akım

Selefiliğin en önemli özelliklerinden birisi, İslam tarihinde 18. Yüzyıla kadar kendisine Selefi ya da Es-Selefiyye diyen ne bir mezhebe ne de böyle bir öğretiye bağlı bir gruba rastlanmış olmasıdır. “Selef” ya da “Selef-i Sâlihîn” tanımlaması; bir mezhebi veya bir grubu değil daha çok sahabe ve tabiin asrını ve o asırda yaşayan âlimlerin içtihatlarını ifade etmek için kullanılmıştır. İçinde yaşadığımız dünyada şiddet ve teröre meyyal Neo-Selefi akımların ortaya çıkmasında Birinci Dünya Savaşı sonrasında İslâm dünyasının yaşamış olduğu ekonomik ve sosyal buhranlar, Batı’ya bağımlılığın gittikçe artması, din ve inanç özgürlüğü alanında yaşanan baskılar oldukça belirleyici olmuştur. Bu bağlamda İslam coğrafyasında 1970’lerden itibaren siyasal yönü öne çıkan dini gruplar ortaya çıkmaya başlamıştır. Mısır’da Hasan el-Benna liderliğinde kurulan İhvân-ı Müslimîn, Pakistan’da Ebü’l-A‘la el-Mevdudi öncülüğündeki Cemâat-i İslâmî böylesi bir siyasal ve sosyal atmosferin bir sonucudur. Bu yapılanmaların ve öncü isimlerin etkisiyle Selefilik yavaş yavaş dinî ideolojiye dönüşmeye ve süreç El-Kaide ve DEAŞ gibi yapıların ortaya çıkması ile iyice ete kemiğe bürünmeye başlamıştır.

Modern Selefiliğin bir diğer özeliği de homojen bir yapı olmamasıdır. Afrika’dan Asya’ya Avrupa’dan Uzakdoğu’ya kadar dünyanın farklı coğrafyalarında tezahür eden Neo-Selefi hareketler çok parçalı olup bir bütünlük arz etmemektedir. Yanı sıra tarihsel Selefi düşünce ile modern Neo-Selefilik arasında da bariz farklılıklar bulunmaktadır. Bu bağlamda Selefilik, bazı ortak özellikleri olmakla beraber, çelişkili ve birbirinden farklı tutum ve davranışları belli bir çerçeveye oturtan şemsiye bir kavramdır. Ne homojen bir düşünce ne de bütünsel bir bakış açısıdır. Modern dünyada kendilerini Selefi olarak tanımlayan grupların aklı dışlayıp nasları literal okuma, erken dönem uygulamaları sahiplenme ve bunların dışındakileri bidat görme dışında pek bir ortak paydası bulunmamaktadır. Kısacası, kendilerini Selefe nispet ederek ortaya çıkan Neo-Selefilik; belli bir mezhep, meşrep veya grup ismi olmaktan öte dışlayıcı suçlayıcı, tekfir edici ve şiddet taraftarı dini akımların ortak adıdır.

Haricilik zihniyeti

Neo-Selefilik bağlamında vurgulanması gereken bir diğer husus da Neo-Selefiliğin bir mezhep olmaktan öte bir zihniyetin adı olduğudur. Bu zihniyetin ana omurgasını kendileri gibi olmayan Müslümanlara karşı düşmanca tavır alma, fanatiklik, dışlama, ötekileştirme, tekfir etme, şiddete meyyal olma gibi unsurlar oluşturmaktadır. Bu yönüyle Neo-Selefi yapılanmalar, İslam tarihinin erken döneminde bir süre varlık gösteren haricilik ile ilişkilidir. Neo-Selefiler erken dönem İslam toplumunda ortaya çıkan Haricilik örneğinde olduğu gibi dışlayıcı ve ötekileştirici bir din dilini benimseyerek kendileri dışında kalan diğer tüm Müslümanları tekfir etmekte ve İslam dairesinin dışına atmaktadır. Bu bağlamda, bu zihniyetin ana omurgalarından birisi, tekfir kültürüdür.

Neo-Selefiliğin en belirgin özelliklerinden birisi de tasavvuf ve sufizm karşıtı olmasıdır. Selefi ideolojiye göre, tasavvufi hareketler ve sufizm İslam’dan sapmayı ve bidati temsil etmektedir. Bundan dolayı Selefi düşüncenin etkili olduğu Suudi Arabistan gibi ülkelerde tasavvufi hareketler ötekileştirilmiş ve tasavvufun enstrümanlarından olan türbe, evliya veya keramet gibi unsurlar yok sayılmış ve yok edilmeye çalışılmıştır. Bundan dolayı İslam dünyasında sufi gruplarla ile Selefiler arasında yer yer çatışmalar ortaya çıkabilmektedir. 2019 yılı içerisinde İzmir’de faaliyet gösteren Ebu Haris lakaplı Selefi vaizin müritleri ile Menzil tarikatı mensupları arasında yaşanan silahlı kavga aslında bu çarpık anlayışın tezahürüdür.

Türkiye’de tutunamadı

Son olarak, başlangıçta Suudi Arabistan ve onun hinterlandında varlık gösteren Selefi akımlar, 1970’li yıllardan itibaren oldukça kısık bir biçimde Türkiye’de de varlık göstermeye ve kendine alan açmaya çalışmıştır. Ancak Anadolu’nun radikal ve uç fikirleri törpüleyen veya farklı anlayışları aynı potada eriten mayası nedeniyle pek bir varlık gösterememiş; bu topraklarda tutunamamıştır. Bundan dolayı, selefi akımların Türkiye’de kalıcı olma şansları pek bulunmamaktadır. Mevcut tartışma bağlamında şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Kamuoyunca Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü’nün “Selefi yapılar silahlanıyor” iddiası ne kadar doğru bunu bilemiyoruz ama ülkedeki sair silahlanmaları da bu minvalde değerlendirmek haksızlık olur.

[email protected]