Kim kimin sırtını sıvazlıyor?

Ahmet Demirhan - Yazar
11.05.2013

Avrupa’da göçmenler bağlamında tartışılan ‘entegrasyon’un belirli bir eşiğinin olamaması, dolayısıyla tam olarak ‘entegre’ bir ‘göçmen’in nasıl olması gerektiğine dair net bir tablo ortaya konulamaması gibi çok temel ve aslında ‘entegrasyon’ mantığını baştan sakatlayıcı teorik bir handikabı var.


Kim kimin sırtını sıvazlıyor?

Rusya Devlet Başkanı Vlademir Putin’in geçtiğimiz aylarda Hollanda’ya yaptığı ziyaret sırasında, “Hollanda’da neden pedofililerin yasal örgütlere sahip bulunduğunu ve ülkede niye kadınların siyasete katılımını yasaklayan siyasi bir parti bulunduğunu anlayamadığını” söylediği, Hollanda basınında yer aldı. Eşçinsel çiftlerin Rus çocuklarını evlatlık edinmesini yasaklamak için çalışmalar yaptığından dolayı ülkeyi ziyareti sırasında protesto edilen Putin, Hollanda’da intihar etmek isteyenlere acısız ve daha insani biçimde intihar etmenin yolları konusunda tavsiyelerde bulunan yasal bir vakfın bulunduğunu veya giderek etkisi azalsa da, mensuplarından kadınlara pantolon yerine etek giymelerini ve görücü usulüyle evlenmelerini öğütleyen tarikatimsi oluşumların var olduğunu da listeye ekleyebilirdi. Hatta, Slovaj Zizek’e inanacak olursak, nekrofililerin “isteyenin, tıpkı organını bağışlar gibi, öldükten sonra bedenini bizim için bağışlaması yasal olmalı” gibi ‘liberal’ bir talepte bulunduğu bir dönemde, pedofililer örneğinden yola çıkarak, bu tür taleplerin Hollanda’da yasal olarak örgütlenebilmelerinin, en azından bir olasılık olarak, mümkün olup olamayacağı da sorulabilirdi.

Elbette bu sorunlara Putin gibi Hollanda toplumunu ‘anlamak’ için değinmedim. Hala Hollanda’yla bağları olan, her ne kadar isteseydim vatandaşı  olabileceğim bir ülkeyi şimdi ziyaret etmeye kalktığımda sanki ilk defa başvuruyormuşcasına bir yığın belge ve bilgi eşliğinde, sanki bir ‘işkence’ gibi gelen bir süreçten sonra, vize alarak ziyaret edebiliyorsam da, bağlarım ve o ülkede yaşamışlığım nedeniyle kendimi Hollanda toplumuna karşı da sorumlu hissediyorum. Benim gibi Hollanda’yla, Almanya’yla ya da diğer Avrupa ülkeleriyle bağları olan ve bu bağları şu ya da bu düzeyde sürdüren binlerce kişinin bulunduğunu da biliyorum. Hatta artık ‘göç’ tarihinde gidenlerden çok gelenlerin sayısının arttığı bir dönemde, bu sayının giderek çoğaldığına; özellikle eğitimli göçmenlerin daha yoğun bir şekilde ebeveynlerinin ülkelerine geri dönmek istediklerini daha sık dile getirdiklerine şahit olmak da mümkün.

‘Göçmenler Hollanda’nın işi’ 

Öyleyse sorun nerede? Putin’in de anlamadığını söylediği ve örneklerini verdiği, Hollanda toplumunun kılcal damarlarına inildikçe sayıları çoğaltılabilecek (son günlerde tartışılan bir tabirle) en ‘marjinal’ taleplerin dahi yasal statü içinde değerlendirilmesinde mi? Elbette değil. Sorun, kendisine karşı sorumlu hissettiğiniz bir toplumun size karşı nasıl sorumlu olacağını hala becerememesi bir yana bilememesinde.

İster istemez, benim gibi binlerce insanın bulunduğu bir ortamda artık Hollanda bir anlamda burada ve Türkiye de bir anlamda orada. Günlük gazete okumalarımın bir kısmını hala Hollanda medyasına ayırıyorsam, bu kaçınılmaz. Bunu Wilders gibileri bir yana en ‘merkez’dekiler de dahil ne politikacıların, ne bürokratların, ne de kusura bakmasın ama özellikle Türkiye ile Hollanda arasında yaptığı kıyaslamalarda kullandığı ‘asimetrik yöntem’le mesela Joost Lagendijk’ın engelleyebilmesi mümkün.

Lagendijk’ın bir zamandır uyguladığı bu ‘asimetrik’ kıyaslamaların son örneğini, aslında Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nı eleştirmek için yaptığı çözümlemelerin yer aldığı “Eternal Turk” (“Ebedi Türk”) adlı yazısında görebiliyoruz. Lagendijk, kısaca, diyor ki “göçmenler Hollanda’nın işi. Başkası karışmasın”. Ama, benim gibi binlerce kimsenin bulunduğu bir ortamda, işin aslı hiç de öyle değil.

‘Entegre göçmen’ nasıl olur?

Madem Jagendijk, söz konusu yazısında, meseleye “zıt açılardan” bakarak “pratikte sonuçları olmayan bir teori jimnastiği”nden bahsediyor, biz de, pratikte ne anlam ifade ettiğini kestirmemiz mümkün olmayan ‘teorik’ bazı gözlemlerle başlayalım:

Avrupa’da göçmenler bağlamında tartışılan ‘entegrasyon’un, belirli bir eşiğinin olamaması, dolayısıyla tam olarak ‘entegre’ bir ‘göçmen’in nasıl olması gerektiğine dair net bir tablo ortaya konulamaması gibi çok temel ve aslında ‘entegrasyon’ mantığını baştan sakatlayıcı teorik bir handikapı var. Bu husus, toplumda ‘göçmenlik’ diye ayrı bir kategori tamamıyla ortadan kaldırılmadan çözülecek gibi değil. ‘Entegrasyon’, tam anlamıyla bir ‘aporia’ hali: olman istenen ile olduğun hal arasında hep bir ‘açmaz’da kalacaksın.

Elbette, ‘entegrasyon’a dair bu teorik ‘açmaz’ı görünüşte ortadan kaldıran bazı, yine teorik, önermeler var; mesela, tamamıyla Avrupa-merkezcilik açısından sunulan bir ‘değerler’ ve ‘normlar’ manzumesi (örneğin Lagendijk’ın, Yunus vakasının sıkça tartışıldığı bir dönemde yazdığı “Türkiye’nin Avrupa İkirciği’ başlıklı yazısına bakınız). Ancak, bu ‘değerler’ ve ‘normlar’, o kadar kapalı devre işlemekte ki Schengen sınırları içinde o ‘değerler’ ve ‘normlar’a uyum sağlaması gereken unsurları, Schengen sınırları dışındaki kendi kriterlerine göre uyum sağlamış olarak kabul edilmesi gerekebilecek unsurlar karşısında uyum sağlamış kabul ederken, diğerini ise ‘entegrasyon’a tabi tutulması gerekenler kategorisine sokabilmekte. Burada genel Avrupa Birliği mevzuatı veya kriterlerinden bahsedilmediğini; daha yerel, tikel ya da kültürel unsurlardan bahsedildiğini belirtmeye gerek bile yok.

Bu nedenle, ‘entegrasyon’un aslında bir imkansızlık içeren bu teorik ‘açmaz’ını giderek besleyen önemli pratik sorunları da var. Her şeyden önce, bütünüyle ‘entegre’ bir toplum olarak düşünülen, oysa ‘entegre’ olması beklenen ‘göçmenler’den bile geri olan bir çok hususu veya özelliği kendi içinde barındırabilen bir ‘bütünlük’ karşısında, ‘göçmenler’in gösterdikleri ilerlemeler, her zaman bir ‘başarı’, ama bireysel birer ‘başarı’ olarak takdim edilmekte (Lagendijk’ın yazısının ana teması da bu zaten: “başarılı girişimciler ve siyasiler olan Türkiye kökenli Hollanda yurttaşları”ndan bahsetmekte mesela).

Öte yandan, ‘göçmenler’in o ‘bütünlük’ün kabul etmekte zorlandığı (dolayısıyla, aslında kendisini ‘entegre’ edemediği) özellikleri, genele şamil kılınarak ‘kültürel’ olarak addedilmekte ve böylece o ‘bütünlük’ün dışına itilmekte. Bu nedenle ‘entegrasyon’ aslında bireysel bir husus olarak görüldüğü için de bir imkansızlık. Başarılı addedilen bir ‘birey’, teorik olarak, diyelim ki pedofili vakfı veya intihara yardım eden vakıf konusundaki fikirleri olumsuzsa, bunları ancak gizleyerek ‘başarılı’ addedilebilir. Bu olumsuz fikirlerini dile getirdiğindeyse, görüşleri, şahsi fikirleri olarak değil, ‘kültür’ünün bir yansıması olarak, ‘öte’lenir ve ‘başarı’sı elinden alınabilir. Bu açıdan, ancak kendi kültürüne bağlantılı alanlarda sustuğu ve hakim olanı benimser göründüğü oranda ‘başarılı’dır. Teorik olarak. 

Lagendijk’in asimetrik bakışı

Yine teorik olarak, göçmenlerin kültürünün ev sahibi ülkenin kültürüyle bütünüyle entegre olması mümkün olmadığından, kendisini sizin özelliklerinize entegre etme kabiliyeti gösteremeyen bir toplumdaki bu ‘başarı hikayeleri’, aslında başka bir ‘açmaz’ı barındırmakta: ‘başarı’ kaydettiğiniz ‘kültür’ü o ‘kültür’ün sahici unsurları kadar benimseyebileceğinizi gösterdiğiniz anda o ‘kültür’ün sahiciliği kendisini yitirme hissi uyandırır: ‘başarılı’sınızdır, ama ana kültürün bir ‘kopya’sı olarak. Zaten bu tür bireylerden bahsedilirken ‘entegrasyon’dan değil de ‘başarı’dan bahsedilmesi, bu nedenledir ve zaten, mesela Hollanda’da kendi yerel kültürlerine karşı acımasız ve ‘göçmen’i oldukları toplumları kendi kültürlerine karşı kışkırtıcı Ayaan Hirsi Ali ya da Afşin Ellian gibi ‘figür’lerin seslerinin daha fazla duyulmasına imkan tanınması da, bu nedenledir. ‘Kopya’ olduğunuzu saklamak için, ana kültürden bile daha şedit olarak kendi kültürünüze saldırmanız gerekebilir. Teorik olarak.

Öte yandan, Lagendijk’ın Türk toplumuna ‘asimetrik bakış’ı, kendi toplumunu ‘bütünlük’ olarak gören, Türk toplumunun da bu ‘bütünlük’e ‘entegre’ olması beklentisini taşıyan unsurlarıyla, ‘göçmenler’e bakışından hiç de farklı değil. Yunus vakasında da aynı durum söz konusu: Türkiye’den bu vakaya karşı tepkiler karşısında yazdığı “Evlatlık Çocuklar ve Müebbet Göçmenler” başlıklı yazısı, alttan alta kötü bir ‘savunmacı’ ton hissedilse de, teorik olarak, ‘koruyucu aileler’in tartışılabilir olmasını engelleyici ve pratikte de Hollanda Çocuk Esirgeme Kurumu Jeudzorg’taki suiistimalleri tartışmanın sadece Hollanda toplumunun işi olduğunu ima edici bir nitelikte. Oysa, kurumda 800 kadar cinsel istismar vakasının araştırıldığı Samson Komitesi’nin raporu gibi resmi, Hollandalı ve göçmen dostlardan ulaşan gayrıresmi bilgilere bakıldığında, Jeudzorg da hiç de öyle sütten çıkmış ak kaşık değil; bürokratik aymazlıklar ve aldırmazlıklarla, Yunus vakasında da görüldüğü üzere haddinden fazla bir koruma altına alınmaya çalışılan, kötü işleyen bir kurum.

‘Başarılı göçmenler’

Son olarak iki not: Elbette Lagendijk, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın çalışmalarını ‘göçmen Türklerin sırtını sıvazlamak’ gibi görebilir. Ancak ‘Hollanda’daki başarılı Türkler’den bahsederken, yığınlarca sorunu bulunan ‘göçmenler’e rağmen, kendisi bir ‘sırt sıvama’ yapmıyor mu?

İkincisi, hipotetik bir soru: kendisi Türk basınında sabit bir ‘köşe’ sahibi olarak, Türk ve Hollanda toplumları arasında ‘asimetrik’ de olsa samimiyetinden kuşkulanmadığım gözlemlerde de bulunduğu yazılar yazabiliyor. Diyelim ki önde gelen Hollanda gazetelerinin birisinde, Lagendijk’ın Türk toplumuna dair gözlemleri gibi Hollanda toplumuna dair ‘asimetrik’ gözlemler içeren yazılar yayınlanabilir mi? Hollanda toplumu, kendisi hakkında, bir takım ‘grappig’ (‘neşeli’, ‘eğlenceli’, ‘komik’) gözlemler dışında, ‘dışarı’dan (ya da benim gibilerden, aslında ‘içeriden’) eleştirilere ne kadar ‘açık’? Pratikte o kadar mümkün olmadığını biliyorum, ama ya teorik olarak?

Dolayısıyla, Avrupa’nın ‘kapalı toplumları’na karşı, Lagendijk’ın “göçmenlerin ilk göç ettikleri dönemde kurulsaydı keşke. Şimdi gereksiz” dediği Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı gibi bir kurum oluşturulmasını yerinde bulmak için bir yığın sebep var. En azından teorik olarak...

[email protected]